İ.Ö. 13. yy.’ın sonları ile 12. yy.’ın
başlarında olmak üzere iki aşamada cereyan eden büyük bir kavimler göçü, bu
dönemde Anadolu’nun ve Yakındoğu’nun siyasi yapısında büyük değişikliklere
neden olmuştur.
Bazı kaynaklara göre Illyr ve Trak halkları arasındaki
anlaşmazlıklar sonucu[1]
bazı kaynaklara göre de ekonomik
sebeplerden dolayı[2]
batıya ve güneye yönelik bu göç dalgaları tarihte “Ege Göçleri” ya da “Deniz
Kavimleri Göçü” olarak bilinmektedir. Bu göçler hakkındaki en ayrıntılı bilgi
kaynakları Mısır belgeleridir[3].
Ege Göçleri’nin birinci aşaması, İ.Ö. 13.
yy. ın sonlarında vuku bulmuştu. Mısır annalerinde “Deniz Kavimleri” adıyla
anılan bu göçebe kuvvetler, M.Ö. 1225’lerde Mısır kapılarına dayanmışlar, fakat
firavun Merneptah tarafından mağlup edilmişlerdi. Merneptah, mağlup ettiği
kavimlerin isimlerini Karnak Tapınağı’nın duvarlarına yazdırmış olup, bu
kavimler Ekweşler (Akalar), Turşalar (Etrüskler), Rukkalar (Lukkalar),
Şerdanalar (Sardunyalılar) ve Sekeleşler (Sicilyalılar) dır[4].
İlk göç dalgasının etkileri Anadolu’da
etkisini çok fazla göstermez. Asıl tahribat Ege Göçleri’nin ikinci aşamasında
gerçekleşir. Hititler’in durdurmayı başaramadıkları bu saldırgan kavimler,
yolları üzerindeki tüm uygarlık merkezlerini yakıp yıkarak Mısır sınırlarına
dayanırlar ve III. Ramses’in 8. idare yılında
(İ.Ö. 1198-1166) iki büyük savaşta durdurulurlar. III. Ramses’in
kazandığı bu parlak zafer, Medinet-Habu mabedinin duvarları üzerinde hem hiyeroglif
yazıyla hem de resimlerle anlatılmaktadır[5].
Bu göç dalgalarının sonucu, Kıta
Yunanistan ve Ege adalarındaki Akalar Anadolu’nun batı ve güneybatı kıyılarına
göç ederken, Trako-Frig denilen ve çeşitli adlar taşıyan halklar da, Troya’nın
düşmesinden sonra, Anadolu içlerine yayılmaya başladılar[6].
Anadolu’ya gelen bu kavimler yerleşik bazı halklarla birleşince, önüne geçilmez
bir felaket seli haline dönüşürler, Orta Anadolu’ya yönelerek Hititler’in
başkenti Hattuşa’yı yakıp yıkarlar ve son zamanlarında iyice zayıflayan Hitit
İmparatorluğu’nu, olasılıkla kuzeydoğu’daki Kaşgalar’ın da yardımıyla, ortadan
kaldırırlar[7].
Orta Anadolu’da Boğazköy[8], Alaca
Höyük[9], Alişar[10], Maşat
Höyük[11] ve
diğer Hitit merkezlerinde yangınla son bulmuş Hitit katmanları, bu saldırının
ani ve çok şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. Hattuşa’da büyük saray
komplekslerinin yer aldığı Büyükkale yağmalanmış, tek bir yapı kalmamacasına
yangınla tahrip edilmiştir. Bunlara paralel olarak, Anadolu tarihiyle ilgili
önemli bilgiler veren Hitit yazılı metinlerinin de aniden kesilmesi[12], göçün
ve saldırının diğer bir yıkıcı belirtisidir.
Göçlerle birlikte Anadolu’da öylesine bir
yıkım ve kültür değişikliği gerçekleşir ki, yeniden siyasi bir birliğin oluşumu
için uzun bir süre gerekecektir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkımının ardından
eski Anadolu’nun bu ilk büyük ve güçlü uygarlığının çekirdeği Kızılırmak yayı
içinde kalan topraklarının tümüyle terk edildiği, yaklaşık dörtyüz yıl boyunca
yerleşilmediği ve bu sürecin Anadolu’nun Karanlık Çağları olduğu savlanmıştır[13]. Ancak
son dönemlerde Boğazköy’de yapılan kazılar sonucu, Orta Plato’da ilk defa Erken Demir Çağı’na
ait bir yerleşme belgelenmiştir. Boğazköy’deki en erken Phryg yerleşmesi
altında, Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından (M.Ö.1190) sonra “Karanlık Çağ” adı verilen döneme ait tabakalar
saptanmıştır. Orta Plato’da Geç İmparatorluk dönemine tarihlenen (M.Ö. 13.
yüzyıl) silo çukurlarının tam üstünde ve Orta Demir Çağı tabakasının ( M.Ö. 8.
yy) altında, Erken Demir Çağı’na
tarihlenen üç evre tespit edilmiştir. Burada hem taş temel üzerine kerpiç yapı
şeklinin, hem de kazıklı yapı tekniğinin kullanıldığı mimari kalıntılar da gün
ışığına çıkartılmıştır. Radyokarbon
tarihleri “Karanlık Çağ” olarak adlandırılan bu Erken Demir Çağı döneminin
Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden hemen sonra başladığı ve en azından M.Ö. 10.
yüzyıla kadar sürdüğü savını doğrulamaktadır. Böylece, Boğazköy’de M.Ö. 12.
yüzyıldan M.Ö. 9. yüzyıla kadar süren bir yerleşmenin varlığı kanıtlanmıştır[14].
Ege Göçleri ve doğurduğu sonuçlar eski
dünyanın görünüşünü bütünüyle değiştiren siyasi bir dönüm noktasıdır. İkinci
binin ikinci yarısında aralarında bir güç dengesi kurmuş olan devletler sistemi
ortadan kalkmış; göçlerden, konumu gereği, en çok Anadolu zarar görmüş ve
barbar Trak budunları tarafından işgal edilmiştir. Anadolu ile Mezopotamya
arasında kalan bölgede küçük kent devletleri olarak ortaya çıkan Geç Hititler,
her yerde ve her çağda süre giden karşılıklı etkilenme ve oluşma süreci içinde,
Sami kökenli Aramiler’in ve Asurlar’ın etkisine girerek, İmparatorluk Dönemi
Hititleri’nden çok, başka halkın ve kültürün insanı olmuşlardır[15].
Kuzeybatı Anadolu’da Hititler’in devamı kabul edilen[16], ancak
arkeolojik açıdan ilişkileri somut olarak kavranamayan Keteioi adındaki topluluğun varlığı[17], Güneydoğu
Anadolu’da olduğu gibi, bu bölgede de ikinci bin halklarının yaşamlarına devam
ettiklerini göstermektedir. Dolayısıyla, daha sonra Frigler’in egemenliğine
giren Orta Anadolu Bölgesi’nde de yerli halkların yurtlarında kalmış ve
kültürel geleneklerini devam ettirmiş olmaları kaçınılmazdır.
Göçlerden sonra, olayların belirginleşmeye
başladığı aydın dönemlerde, Anadolu’nun Hitit yerleşimi görmüş önemli
merkezlerinde başkentleri Gordion ile Frigler; Tuşpa merkez olmak üzere Van
Gölü civarında odaklanmış Urartular, Anadolu’nun yeni egemeni olarak tarih
sahnesinde boy gösterirler. Bunların yanı sıra, Ege Göçleri sonrası
isimlerinden ilk kez Asur kaynaklarında söz edilen ve Yukarı Dicle Vadisi’nde
beliren Muşkiler de bölgeye yeni gelenler arasındadır[18].
Herodotos[19] ve
Strabon’a[20]
göre, geldikleri bölgede Brygler yada Brigler olarak bilinen Frigler,
Anadolu’ya Makedonia ve Thrakia’dan Boğazlar yoluyla girmişler ve İ.Ö. 8.
yüzyılın ikinci yarısında kralları Midas ile en parlak dönemlerini
yaşamışlardır. Herodotos bu konuda aynen şunları yazmaktadır: “Makedonialılar’a
göre Frigyalılar, Avrupa’da oturdukları zaman Bryg adını taşıyorlardı ve
onların komşularıydılar. Asia’ya geçtikden sonra yurtlarıyla birlikte adları da
değişmiştir.” Strabon’a göre Frigler’in Avrupa’daki yurtları Paeonia’da idi.
Stefanos Byzantinos ise Bryx adlı Thrak boyunun İllyria’ya yakın bir Makedonia
ulusu olduğunu bildirir[21].
Nitekim Anadolu’ya göçmeyen Brygler’in bir bölümü İ.Ö. 5. yüzyılın ilk
yarısında hala Makedonia’da yaşamaktaydılar[22]. Adını
vermediği bazı eskiçağ bilginlerinin görüşlerini nakleden Plinius[23] ise
“Mysialılar, Frigialılar ve Bithynialılar adlarını, Avrupa’dan Moesi, Brygi ve
Thyni adlarıyla gelen üç göçmen grubundan almışlardır” diyerek öteki
tarihçilerin bilgilerini doğrular.
Eski Yunan yazarları bu göç olayının, İ.Ö.
13. yüzyılın sonlarındaki Troia Savaşı’ndan önce olduğuna inanırlar. Lydialı
tarihçi Xanthos ise göçün bu savaştan sonra, Mysialılar’ın göç hareketleriyle
birlikte yapıldığını ve bu halkın Avrupa’dan, Pontos’un sol kıyısından,
Berekyntes ve Askania’dan geldiklerini bildirir[24]. Thrak
göçlerinin tarihini aydınlatıcı kanıtlar Troia kazılarından sağlanmıştır.
Troia’da C. Blegen tarafından yapılan Amerikan kazıları, Troia VII b1 kentinin
bir yangınla yıkıma uğratılmasından sonra buraya, kaba keramik kullanan, Orta
Avrupa kökenli bir ulusun geldiğini gösterdi. Bunlar Frigler ve Mysler olarak
kabul edilebilirler[25].
Troia VII b1 katını izleyen VII b2 (M.Ö.
1190-1100) katında birden bire ortaya çıkan, tümüyle el yapımı, kaba, düzensiz
biçimlere sahip, oldukça ilkel görünümlü, üzerinde boynuza benzer çıkıntılarla,
baskı yada kazınarak yapılmış spiral ve halka motifleri bulunun bir tür keramik
(Bukel Keramik) buraya yeni bir halkın yerleştiğini göstermektedir[26]. Bu tür
keramiğin akrabalarına Geç Tunç Çağ Macaristan’ında
rastlanır[27].
Bu durum Troia VII b2 halkının Tuna kökenli olabileceğine işaret eder. Ancak
iki bölge buluntuları arasında, özellikle dolaysız bir ilişkinin olmadığı
anlaşılmaktadır. Tuna kültüründen göçebelerin önceleri Trakya’ya doğru indikleri
kabul edilebilir. Böylece Balkan Yarımadası’ndan gelen göçmenlerin Troia’nın
yıkılışından önce de bu bölgede bulundukları ve yıkımdan sonra zayıflayan kente
girebildikleri ve kendi kültürlerini sürdürdükleri ortaya çıkmaktadır.
Trakya’da yapılan araştırmalar, göçmenlerin tek bir dalga halinde değil,
dalgalar halinde Anadolu’ya ayak bastıklarını göstermiştir. Çanakkale Boğazı
yoluyla Anadolu’ya göçen Thraklar, kabileler halinde hareket ediyorlardı. Her
kabile ayrı bir beyin yönetimi altındaydı. Bu, kabilelerden adları en çok
duyulmuş olanları Brygler, Mygdonlar, Dolionlar, Thynler, Bithynler, Mysler ve
Maionlar’dır. Bunlardan Mygdonlar, Bebrykler ve Dolionlar’ın Frigler ile aynı
olduğuna işaret eden bazı kanıtlar vardır. Dalgalar halinde Anadolu’ya ayak basan
Thrak kabileleri, Frigler de dahil olmak üzere, önceleri Hellespontos ve
Propontis (bugün Marmara Deniz) kıyıları ile İda Dağı (bugün Kaz Dağı)
etrafında yaşamaktaydı. Birbirine çok yakın toprakları iskan etmiş bulunan bu
kabileler hakkında Strabon şu bilgiyi verir[28]:
“Bithynialılar ile Frigialılar ve Mysialılar hatta Kyzikos dolaylarındaki
Dolionlar ve Mygdonialılar ve Troialılar arasındaki sınırı belirtmek zordur ve
her kabilenin diğerinden ayrı olduğu gerçeği kabul edilmiştir (en azından
Frigialılar ve Mysialılar hakkında atasözü vardır ‘Mysialılar’ın ve
Frigialılar’ın sınırları ayrıdır) fakat aralarındaki sınırları belirtmek
zordur”. Ancak gerek bu ve gerekse başka kaynaklar yardımıyla, Frigler ile
ilişkili olan Mygdon ve Dolionlar’ın Mygdonia ve Dolionis adını verdikleri
ülkelerinin Kapıdağ Yarımadası dolaylarında olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin,
efsanelere göre, bu yarımadanın boyun kısmı üzerindeki Kyzikos kentinin
kurucusu Dolionlar’ın ilk Kralı olarak adı geçen Eusoros idi[29].
Göçebe bir yaşam sürdüren bu kabileler
zaman zaman birbirleriyle savaştılar ve yenik çıkanları topraklarından
sürdüler. Strabon[30]
Mysialılar’ın önce Olympos Dağı civarında yaşadıklarını, daha sonra ise
Thrakia’dan gelen Frigialılar’ın Troia ve çevresini ele geçirmeleri, Propontis’in
güney kıyılarına yayılmaları üzerine Kaikos (bugün Bakırçay) Irmağı kaynağının
üst tarafına göçtüklerini yazar. Bir süre sonra Frigler de Askania Gölü (bugün
İznik Gölü) kıyıları ile Sangarios (bugün Sakarya) Irmağı Vadisi’ne doğru
yayıldılar.
Örneğin Homeros Troia Savaşları sırasında
Frigler’ın efsanevi kahramanı olarak geçen Mygdon’un boyu Mygdonlar’ın Askania
Gölü ve Sangarios Irmağı çevresinde yaşadıklarını bildirir[31]. Aynı
şekilde Karşandalı gemici Skyla’da Frigyalılar’ın Askania Gölü çevresinde yaşadıklarını
yazmaktadır.
Eskiçağ yazarlarının verdikleri bu
bilgilerden Frigler’in önceleri Çanakkale Boğazı ve Güney Marmara Bölgelesi’nde
yaşadıkları sonucuna varılabilir. Ancak Troia VII b2 katında karşılaşılan
boynuza benzer çıkıntılara ve baskı ya da kazıma spiral bezeklere sahip, el
yapımı Thrak keramiğine bu bölgelerde rastlanmamış olması ilginçtir. Bu durum
belki de onların çok çabuk Anadolulaşarak, yerli Anadolu geleneklerini
benimsemiş olmalarıyla açıklanabilir[32].
Öteki Thrak kabilelerinin baskısıyla
doğuya, Sakarya Irmağı dolaylarına hareket eden Frigler, buradan güneye ve
doğuya doğru yayılmaya devam ettiler: Makestos (bugün Simavçay) ve Rhyndakos
(bugün Kocaçay) Irmakları’nın yukarı vadileri ile daha da güneydeki Hermos
(bugün Gediz Irmağı) ve Hyllos’a (bugün Kula) değin yaklaştılar. Hatta
bunlardan Maionlar Sardeis bölgesini ele geçirerek, Mainonia dedikleri bu
bölgede bir krallık kurdular.
Maddi belgelerle tam olarak kanıtlamamakla
birlikte Manisa’daki Siplos Dağı (bugün Sipil) dolaylarına eskiden Frigia
dendiğimiş olduğunu ve Hermos Irmağı yakınlarında Dorylaos adlı bir Frig
dağılımının bu bölgeleri de etkilemiş olduğu düşünülebilir. Daha da güneyde
Maiandros (bugün Büyük Menderes) Irmağı’nın kaynak bölgesine ilerledikleri ve
doğuya doğru Halys Irmağı’na değin yayıldıkları anlaşılmaktadır[33].
Frigler olasılıkla İ.Ö. 12. yüzyıldan
başlayarak güney ve doğuya doğru harekete geçerek, Anadolu’ya yayılmaya
başladılar. Bunun sonucu Batı Anadolu’nun eski sakinlerini Toros Dağları’nın
gerisine sürdüler[34]. Denizli
yakınlarındaki Beycesultan Höyüğü’nde, yaklaşık olarak İ.Ö. 1000 yıllarında
oluşmuş yangının bu yayılım ile ilgili olduğu kabul edilebilir[35].
Anadolu’ya yeni gelen topluluğun büyük bir bölümünün göçebe bir yaşam
sürdürdükleri, yerleşme yerlerinde Frigler’e ait kalıntılara rastlanmayışından
anlaşılmaktadır. İlk zamanlar tek bir krallıktan çok birçok küçük prensliğin
varlığını düşünmek daha gerçekçidir. Daha sonraki dönemlerde, Urartu devletinin
kurulması ve güneydeki Asur baskılarının giderek artması sonucu, siyasi
birliklerini oluşturmaları zorunluluk halini almıştır[36].
İ.Ö.
12 yüzyıl başlarında Boğazlar yoluyla Anadolu’ya gelip yerleşen Frigler’e
karşın, yaklaşık aynı dönemde Dicle Vadisi’ne yayıldıkları anlaşılan[37]
Muşkiler’in de bölgeye yeni gelenler olduğu anlaşılmıştır[38].
Kimlikleri ve etnik kökenleri konusunda bilgilerimizin sınırlı olduğu
Muşkiler’in Anadolu’ya daha önce geldikleri ve Hititler’in kuzeydoğudaki
düşmanları Kaşgalar’la birlikte Hitit İmparatorluğu’nun yıkımında bulundukları
doğrultusundaki görüşlerin somut kanıtları yoktur[39]. Bunun
yanı sıra, Hitit İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Pahhuva Kralı Mita’dan
düşmanca söz edilmesi ve bunun İ.Ö. 8. yüzyıldaki Muşki Kralı Mita ile olan
isim benzerliğine dayanarak, bu dönemde doğuda giderek artan bir Muşki
tehdidinin varlığına kanıt olarak ele alınması da henüz açıklık kazanmış
değildir. Muşkiler’in etnik kökenine sunulan diğer bir görüş ise, İ.Ö. 5.
yüzyılda Çıldır Gölü civarında yaşayan ve Gürcüler’in bir kolu sayılan
Meschiler’le, ya da Herodot’ta adı geçen Moschi ve Tibaraniler’le[40]
bağlantılı oldukları yolundadır[41].
Barnett’e göre[42],
Doğu Karadeniz kökenli bu halkların daha sonra güneye doğru Kızılırmak
Bölgesi’ne göç ettikleri ve Frigler’le birleşmiş oldukları olası görünmektedir.
Bu varsayım, Muşkiler’in Kafkaslar üzerinden gelen Thrak toplulukları olduğu
görüşlerine kanıt olarak ele alınabilir[43].
Henüz kesinlik kazanmamış bu varsayımlara karşın,
Asur kaynaklarında İ.Ö. 12. yüzyıldan 8. yüzyıl sonlarına kadar bir çok kez
adlarından söz edilen Muşki’ler’in. 12. yüzyılın ilk yarısında büyük bir
orduyla Toros Dağları’nı aşarak güneye doğru ilerledikleyip, Alzi ve Purukuzzi
kentlerini işgal ederek, Asur’u bu sınır boylarında tehdit ettiklerini
öğrenmekteyiz[44].
Bu olaydan elli yıl sonra Asur Kralı I. Tiglat-pileser (İ.Ö. 1115-1077),
Muşkiler’in Kutmuhi’ye (Katmukhi) sebepsizce saldırmaları üzerine "Muşki ülkesinin 20.000 askeri ve beş
Kralı ile savaştığından" söz
eder[45].
Muşkiler’in yenildiği ve yaklaşık üçte birinin esir düştüğü bu savaşın Yukarı
Dicle Vadisi’nde olduğu kabul görmektedir[46]. I.
Tiglat-pileser döneminden sonra, Asur kaynaklarında Muşki ismi II. Tukulti
Ninurta’nın (İ.Ö. 890-884) yıllıklarında bu ülkeye yapılmış sefer ve II.
Asurnasırpal (İ.Ö. 883-859) döneminde ise, Asurlar tarafından vergiye bağlanmış
olarak geçer[47].
Daha sonraki Asur kaynakları III. Salmanasar’ın (İ.Ö. 858-824) yirmi dört
prenslikten oluşan Tabal Bölgesi’ni egemenliğine aldığını ve bunları vergiye
bağladığını bildirir[48].
Anadolu’nun bundan sonraki elli yıl içinde gelişen siyasi olayları karanlıktır.
Bu belgelerden hareketle, III. Salmanasar dönemine
kadar gelişen olaylar şu şekilde yorumlanabilir. I. Tiglat-pileser (İ.Ö. 1115-1077)
döneminden yaklaşık elli yıl önce beliren Muşkiler bölgeye yeni gelenler olup,
yine aynı kaynağa dayanarak çeşitli boy ve unsurlardan oluşan bir konfederasyon
durumundaydılar[49].
Bu yapılarıyla, Frigler olarak bilinen, ancak çeşitli halklardan oluşan Batı ve
Orta Anadalu’nun Ege Göçleri ile gelenlerini anımsatmaktadırlar. I.
Tiglat-pileser’in Muşkiler’i yenmesi üzerine, olasılıkla, uzun bir süre
toparlanamayan topluluk, II. Tukulti-Ninurta’nın (İ.Ö. 890-884) bu ülkeye
seferinden anlaşıldığı kadarıyla, İ.Ö. 9. yüzyılda toparlanarak Asur’u yeniden
tehdit etmeye başlamıştır. Ancak, bu baş kaldırışların ve siyasi
kımıldanışların İ.Ö. 9. yüzyılın ikinci çeyreği içinde II. Asurnasırpal’in
(İ.Ö. 883-859) Muşkiler’i vergiye bağlamasıyla, bir yerde kesildiği
anlaşılmaktadır. III. Salmanasar’ın (İ.Ö. 858-824) İ.Ö. 9. yüzyılın üçüncü
çeyreğinde, Muşkiler yerine, yirmi dört Tabal prensliğinden söz etmesi ve
bunları vergiye bağlamasından hareketle, bölgede Asur’a karşı tutunamayan
Muşkiler’in bu yüzyıl sonlarında batıya doğru, Anadolu içlerine yayılmış
olabilecekleri sonucu ortaya çıkmaktadır ki, bu dönem Anadolu içlerinde Demir
Çağ yerleşimlerinin de bir yerde başlangıcı durumundadır[50]. Muşki
isminden sonra Tabal prensliklerinden söz edilmesi, bunların daha önce Muşki
birliğini oluşturan beylikler oldukları savlanabilir. Bundan sonraki elli yıl
için Muşkiler’in yeniden yapılanma ve şekillenme sürecine girdikleri
düşünülmelidir ki, İ.Ö. 8. yüzyılda batıda Frigler’in, doğuda Muşkiler’in
etkinlikleri görülmeye başlanır. Bu dönemdeki siyasi olayları aydınlatmada da
yine Asur kaynakları yardımcı olmaktadır.
İstemeyerek Asur’a bağımlı kalan Tabal Beylikleri
Urartular’la yakınlaşırken[51], Til
Barsip’in Aslanlı Kapı üzerindeki Samsi-ilu yazıtı Muşkiler’i Urartular’la
ilişkilerinde düşman olarak söz eder[52]. Bundan
yola çıkarak, Asur baskılarından dolayı batıya göç eden Muşkiler’in İ.Ö. 8.
yüzyılda politik bir güç olarak belirmeye başladıkları söyleyebilir[53]. Ancak
bu Muşkiler’in tam bağımsızlığı anlamına gelmemektedir. Nitekim, İ.Ö. 770
civarında Fırat havzasında anahtar konumdaki Kargamış’ta egemen olan Araras’ın
Muşkiler ve adı ilk kez duyulan Lidyalılar üzerinde bazı haklara sahip olduğu
anlaşılmaktadır[54].
Muşkiler’in Urartular’la düşmanlıkları dikkate alındığında, Araras’ın bunu
Urartular’ın desteğiyle başarmış olduğu akla gelmektedir[55].
Anadolu’daki bu durum III. Tiglat-pileser’in İ.Ö.
745’te Asur tahtına geçişine kadar sürer[56].
Urartular’la olan anlaşmazlıkları sonucu Anadolu’ya yürüyen III.
Tiglat-pileser, İ.Ö. 738’de Kargamış Kralı Pisiris’i yener; ancak, Tunna Kralı
Ushkitti, Tukhana Kralı Urikki, Melid Kralı Sulumel, Kaşga Kralı Dad-ilu ve
Ishtunda Kralı Tukhamme’den oluşan Tabal Birliği tarafından durdurulur[57]. İ.Ö.
730’da ise, yine III. Tiglat-pileser’in Tabal Birliği başındaki Wassurme’yi
görevinden uzaklaştırdığını ve birliğin bağımsızlığına son verdiğini
öğrenmekteyiz[58].
III. Tiglat Plieser’in ölümü üzerine, Anadolu’nun
durağan olmayan güçler dengesinde değişimler olur; direniş merkezinin kuzey ve
kuzeybatıya kaydığı gözlenir. İ.Ö. 8. yüzyılın son çeyreğine, yani II. Sargon
(İ.Ö. 722-705) dönemine gelindiğinde, Muşkiler’in Mita ismi ile birlikte
anıldığına ve Tabal Beylikleri ile birlikte hareket ettiklerine tanık
olunmaktadır. Bu dönemde Muşki ülkesinin yeri Tabal’ın kuzeybatı ve
kuzeydoğusunda, Que’nin kuzeyinde, Urartu’nun batısında, olasılıkla Kızılırmak
yayı içinden Gürün ve Malatya’ya kadar uzanan bir alanı kapsadığı
düşünülmektedir[59].
Kralları Mita ile birlikte yeniden yapılandıkları
anlaşılan Muşkiler, Shinukhti Kralı Kiakki ve Kargamış Kralı Pisiris ile Asur’a
karşı güçlü bir koalisyon oluştururlar[60] . Mita,
bir Asur eyaleti olan Que’ye saldırarak üç kentini ele geçirir[61]. Ancak,
II. Sargon (İ.Ö. 722-705) İ.Ö. 718’de Kiakki krallığı üzerine yürüyerek bu
birliğin gelişmesine izin vermez[62].
"... büyük tanrılara yemininde hata
işleyip, Muşki Kralı Mitaya Asur hakkında düşmanca haberler gönderdiği
için" Kargamış Kralı Pisiris’i yenerek esir alır ve Tabal birliği
başına Ambaris’i getirir[63]. Ancak,
Ambaris "sözünde Hitit gibi
nankör" davranarak, Muşki Kralı Mita ve Urartu Kralı Ursa’nın Asur’a
karşı gönderdikleri ordunun Toros Dağları’ndan geçmesine izin vermesi üzerine,
II. Sargon tekrar Tabal Bölgesi’ne yürür ve burasını bir Asur eyaleti yapar[64]. Bundan
da anlaşılacağı üzere, daha önceki ilişkilerinde Urartular’la düşman olarak
bilinen Muşkiler’in, İ.Ö. 8. yüzyıl sonlarında Asur’a karşı Urartu ve Tabal ile
birlikte hareket ettikleri ve Mita’nın bu birliğin kurulmasında etkin görev
üstlendiği görülmektedir. Nitekim, II. Sargon (İ.Ö. 722-705) Ambaris’den şöyle
söz eder: “... iyiliğimi unutarak Muşki
krallarına güvenen Ambaris..”[65].
Dolayısıyla, Mita’nın siyasi kişiliği burada bir kez daha ön plana çıkmaktadır.
Ayrıca, Tabal ve Muşki yakınlığı kutsal kitaplarda da ima edilmiş
görünmektedir.
Tabal’ın söz konusu birleşmeden koparılmasından sonra
Asurlar bu kez Que bölgesinden Muşkiler üzerine başarıyla sonuçlanan bir sefer
gerçekleştirirler[66]. Bu
tarihlerde baş gösteren Kimmer tehdidi nedeniyle olsa gerek, Muşki Kralı Mita
II. Sargon’la anlaşma yoluna giderek, müttefiklerine ihanet eder[67]. Bundan
sonra Muşkiler ve Mita’dan söz edilmez olur.
Asur kaynaklarından belirleyebildiğimiz kadarıyla,
İ.Ö. 8. yüzyılda bu denli etkin görevler üstlenmiş olan Muşkiler ve kralları
Mita’ya karşın, salt batılı kaynaklarca adlarından söz edilen Frigler ve
kralları Midas hakkında yine aynı kaynaklardan bilgi edinemememiz şaşırtıcıdır.
Midas’ın II. Sargon ve Mita ile çağdaş olması, gücünün ve zenginliğinin
batılılarca onaylanması doğrultusunda, bu liderin Asurlar tarafından
tanınmamasını güç kılmaktadır. Ayrıca gerek Midas, gerekse Mita’nın
Kimmerler’in Anadolu’da görünmeleriyle bağlantılı olarak egemenliklerinin son
bulması, Frig ve Muşkiler’in aynı devlet olduklarını ve bunun koşutunda Mita ve
Midas’ın da aynı kral olabileceklerini düşündürmektedir. İkisi arasındaki isim
yakınlığı ve dönem koşutluğundan yola çıkılarak, ilk kez, Winckler tarafından
Frig ve Muşkiler’in aynı halkı nitelediği ve Mita ile Midas’ın aynı şahıs
olduğu savlanmış[68]
ve bu günümüze kadar geçerliğini sürdürerek taraf bulmuştur.
Bu görüşe göre;
İ.Ö. 9. yüzyıl başlarıyla İ.Ö. 8. yüzyıl arasında Asur baskılarıyla
batıya doğru hareket eden Muşkiler’in daha önce Ege Göçleri ile Anadolu’ya
gelen halklarla birleşmiş olmaları büyük bir olasılıktır. Nitekim, bu tarihten
sonra Orta Anadolu’da Frigler’in egemenlikleri görülmektedir ki, bu da Muşkiler’in
doğudaki etkinlikleri ile aynı zamana denk gelmektedir. Olasılıkla uzun bir
süre Batı ve Orta Anadolu’da kalan ve Frigler olarak tanınan Trak budunları bu
bölgenin yerel kültürleriyle şekillenirken, İ.Ö. 12. yüzyıldan itibaren Asur’la
sürekli çekişmeler içinde olan Muşkiler de doğu kültür değerleriyle
yoğrulmuşlardır. Bu olgu, Frig sanatında görülen belirli yöresel farklılıkların
da kaynağı olmuştur. Buna ek olarak, Anadolu’da boyalı seramiklerin üretimiyle
eşzamanda başlayan Demir çağı yerleşimlerinin İ.Ö. 9. yüzyıldan erkene
gitmemesinin nedeni de, yine Muşkiler’in batıya hareketi ve siyasi birliğini
yeniden oluşturma yönündeki süreciyle ilgili olmalıdır. Bütün bu
değerlendirmeler sonucunda Frig ve Muşkiler’in aynı halk ve devlet olduklarını;
batılı komşuları tarafından Frigler, doğulular tarafından ise Muşkiler olarak
tanındıklarını, İ.Ö. 8. yüzyılın son çeyreğinde kralları Mita ya da Midas
döneminde en parlak dönemlerini yaşadıklarını düşünmektedirler. Bu devlet
bünyesinde çeşitli etnik grupları barındırmış ve bu da sanatlarında çeşitli
yöresel farklılıkların doğmasına neden olmuştur. Bu konfederasyonun sınırları,
arkeolojik bulguların da gösterdiği gibi, Orta Anadolu yaylaları, Kızılırmak
Bölgesi ve güneyinde Toroslar’a dek uzamaktadır.
Ancak son dönemlerde bilim dünyasında Frigler’le
Muşkiler’in farklı iki kavim oldukları yönünde fikirler de ortaya atılmaktadır.
Bu görüşü savunanlar, Muşkiler’i Demir Çağı başlarında (İ.Ö. 13. yüzyıl)
Kafkasya yoluyla Kuzeybatı İran’a girmiş Hint-Avrupa kökenli göçebelerin batıya
uzanmış bir kolu olarak görmektedir. Bunun yanında Kızılırmak’ın doğusunda ve
batısındaki Frig merkezlerinde bulunan çanak-çömleklerin ve hatta ölü gömme
geleneklerinin oldukça farklı olmasından dolayı, Frigler ile Muşkiler’in ayrı
ayrı yerlerden geldikleri düşünülmektedir. Kızılırmak’ın batısında Gordion’da
bulunan çark yapımı keramikler’in Troia VII b2 katında rastlanan kaba, el
yapımı kapların devamı olarak yorumlanmaktadır. Ancak, Kızılırmak’ın doğusunda,
özellikle Erken Demir Çağı’nda Elazığ yöresinde yoğun olarak beliren yeni
keramik geleneğinin batı dünyası ile hiçbir ilişkisinin olmadığı
söylenmektedir. Buna karşılık bu türde seramik Transkafkasya’da, ünlü Urartu
merkezi Karmir-Blur’un Urartu öncesi tabakasında bol miktarda bulunmuş[69],
Transkaf-kasya’daki Şeytandağ[70] ile
Doğu Gürcistan’daki 2. binyılın ikinci yarısı ve 1. binyılın başlarına
tarihlenen kimi merkezlerde ve Erzurum yöresindeki Güzelova[71] ile
Pulur’da[72]
ele geçmiştir. Aynı şekilde Kuzeybatı İran’da, Umriye Gölü’nün güney kıyısındaki
Geoy Tepe’nin A katında[73] ve son
olarak da Van Gölü’nün güneydoğu kıyısı üzerindeki Dilkaya Höyüğü nekropolünde
saptanmıştır[74].
Hatta son olarak Toros Dağları’nın güneyinde, Adıyaman yakınlarındaki Tille
Höyüğü’nde de bu tip yivli keramiğin varlığı belirlenmiştir[75].
Bu verilerin ışığında, bu tür keramiğin kullanım
alanı kuzeyde Erzurum çevresi ve Transkafkasya, güneyde Urmiye Gölü’nün batı
kıyıları ve Adıyaman yöresi, batıda Fırat ırmağı ile sınırlı kalmaktadır.
İ.Ö. 1350-1330 yıllarına doğru Kuzeybatı İran,
Kafkasya’dan, Hazar Denizi’nin batı kıyıları boyunca gelen Hint Avrupalı
halkların büyük bir göçüne sahne olmuştur. İran’ın 2. binyıl kültürlerine son
veren ve yeni bir takım kültür öğelerinin ortaya çıkmasına neden olan bu Erken
Demir Çağ göçlerinin Doğu Anadolu’yu de etkilemiş olması düşünülmektedir[76].
Nitekim bu göçler sonucunda ortaya çıkan ve Kuzeybatı İran Erken Demir Çağı
için tipik olan bir tür gri keramiğin, az sayıda da olsa, Muş Ovası
höyüklerinde bulunduğu ileri sürülmüş[77], 1974
yılında Ağrı ilinin Doğu Beyazıt ilçesi yakınındaki Kertenkele Kalesi’nde (eski
Gumgumok) yapılan bir dönemlik kurtarma kazısında gri keramiğe oda-mezarlarda
rastlanmıştır[78].
Bu verilerden yola çıkılarak, 2. binyılın son yüzyılları içinde bir yandan,
büyük çaplı olarak Kuzeybatı İran, öte yandan da, daha küçük çaplı olmak üzere
Doğu Anadolu’yu etkisi altına alan Hint-Avrupa kökenli bir göç hareketinin
varlığı kabul edildiği düşünülmektedir[79]. İşte
Asur Kralı I. Tukulti-apil-Eşarra’nın
İ.Ö. 12. yüzyılın ortalarından beri Alzi’de oturduklarını bildirdiği
Muşkiler’in de Elazığ yöresine bu göçler sırasında, ayrı bir kol halinde
kuzeyden indikleri düşünülmektedir. Bu görüşlerini, bir devlet olarak tarih
sahnesine çıkışları, İ.Ö. 8. yüzyılın başlarından daha öteye gidemeyen Phryhler’i,
İ.Ö. 12. yüzyılda Elazığ, İ.Ö. 9. yüzyılın başlarında da Yukarı Dicle
Bölgesinde karşımıza çıkan Muşkilerle eşit gösterebilecek inandırıcı hiçbir
kanıt olmamasıyla savunurlar. Buna karşılık, Assur belgelerine göre İ.Ö. 8.
yüzyılın ikinci yarısında batıda Tabal ülkesi civarı ve Que bölgesinin
kuzeyinde ortaya çıkan Mita önderliğindeki Muşkiler’i, bir yandan Urartu, öte
yandan da Assur baskısıyla batıya doğru göç etmiş ve bu yeni yöre kültürünü
özümsemiş bir grup Doğu Muşkili olarak
benimsemenin akla daha yatkın olduğunu savunmaktadırlar.
İ.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’da görülen bu siyasi
gelişmeler, İ.Ö.714’de Rusya’nın güneyinden, Grek kaynaklarına göre İskitler
tarafından yerlerinden oynatılan[80]
Kimmerler’in Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girmeleriyle değişik boyutlar
kazanır. Urartu Kralı I. Ruşa (İ.Ö.735-714) Kimmerler’e yenilerek intihar eder;
bunun üzerine savunmasız kalan ülkeye II. Sargon (İ.Ö. 722-705) saldırır ve
ünlü Muşaşir yağmasını gerçekleştirir[81].
Urartular’ın yenilgisinden sonra, Kimmerler’in olasılıkla batıya doğru Anadolu
içlerine yönelmiş olmaları gerekmektedir.
Tarihte Frig-Kimmer savaşımı ile ilgili hiç bir
yazılı belge yoktur. Ancak, yaklaşık aynı dönemde Gordion kentinin şiddetli bir
yangınla tahrip olması ve Midas’ın intiharı, Kimmer saldırısıyla
açıklanabilmektedir. Bununla birlikte Frigler siyasi bağımsızlıklarını
yitirdikleri gibi, hiç bir zaman toparlanıp yeniden devlet kuramamışlardır[82].
Midas sonrası dönemde, olasılıkla İ.Ö. geç 7.-erken
6. yüzyılda yeniden inşa edilen Gordion, başkent olmaktan uzak, bölgesel bir
merkez durumuna gelir. Lidya'ya bağımlı olduğu dönemlerde Herodot'un Frig
prensi Adrastos hakkındaki anlatısı[83], Kimmer
saldırısı sonrası Frig siyasi varlığına kanıt olarak ele alınamayacağı gibi,
tarihi gerçeklik vermekten de uzaktır. Buna karşın, Frig kültür öğeleri, cılız
da olsa, Geç Klasik dönem içlerine kadar yaşamaya devam etmiştir.
KAYNAKÇA
E. Akurgal
1955: Phrygische Kunst, Ankara.
Albright, W.F. 1975: “Syria, the Philistines, and Phoenieia”,
Cambridge Ancient History 11/2, 507
vdd.
Barnett, R.D. 1975: “Phrygia and the Peoples of Anatolia in
the Iron Age”, Cambridge Ancient History II/2, Cambridge,417-442.
Bittel, K. 1970: Hattusha:
Capital of the Hittites, New York.
Blegen, C.-C.G. Boulter-L. Caskey-M. Rawson 1958: Troy IV.
Settlement VIIa, VIIb and VIII, I-II.
Bossert, H.Tb. 1951: “Zur Geschiechte von Karkamis”, Studi Classici e Orientali I, 35 vd.
Bozkurtlar, C. 1976: “Kertenkele
Kayalığı Fortress and Necropolis, 1974-75”, Anatolian
Studies XXVI, London, 45-47.
Breasted, J.H. 1906: Ancient
Records of Egyt I, London.
Breasted, J.H. 1948: A
History of Egypt, London.
Burney, C.A.-D.M. Lang 1971: The Peoples of the Hills: Ancient Ararat and
Caucasus, London.
Burton, T.B. 1951: Execavations in Azarbaijan, 1948.
Carrington, P. 1977: “The Heroic Age Phrygia in Ancient
Literature and Art”, Anaolian Studies
XXVII, London, 118 vd.
Cavaignac, E. 1953: Journal Asiatiqua 241, 139 vd.
Çilingiroğlu, A. 1987: “Van-Dilkaya
Höyüğü Kazısı”, IX. Kazı Sonuçları
Toplantısı I, Ankara, 234.
Drews, R. 1973: The Greeks Accounts of Eastern History.
French, D. 1986: “Tille”, VIII. Kazı Sonuçları Toplantısı I,
Ankara, 206.
Genz, H. 2000: “Die Einsenzeit in Zentralanatolien im Lichte
der Keramischen Funde vom Büyükkaya in Boğazköy/ Hattuşa”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3,
İstanbul, 35-54.
Götze, A. 1933: Kulturgeshichte
den alten Orients “Kleinasien” Handbuch der Altertmwissenschaft III.1,
Munich.
Götze, A. 1975: “The Hittites and Syria”, Cambridge Ancient History II/2, 266 vd.
Hawkins, D. 1972: “Building Inscriptions of Carehemish”, Anatolian Studies XXII, 105.
Kınal, F. 1987: Eski
Anadolu Tarihi, Ankara.
Koşay, H.Z. 1938: Alacahöyük
Hafriyatı, Ankara, 179.
Koşay, H.Z.-H. Vary 1964: Pulur Kazısı 1960 Mevsimi Çalışmaları Raporu,
Ankara.
Koşay, H.Z.-H. Vary 1967: Güzelova Kazısı, Ankara.
Kretsehmer, P. 1930: “Der Name der Lykier und andere
ldeinasiatisehe Völkemamen”, Kleinasiatische
Forschungen 1, Weimar, 8-14.
Laroche, E. 1953: “Suppiluliuma II”, Revue d’Archeologie Oriental, Paris, 47, 70 vd.
Lloyd, S. 1958: “Beycesultan Excavations”, Anatolian Studies, London, VIII, 93.
Luckenbill, D.D. 1927: Ancıent
Records of Assyria and Bablylonia I, London, 220 vd.
Mallowan, M.E.L. 1956: Nımrud and Its Remains I.
Mellink, M.J. 1965: “Mita, Mushki and Phrgians”, Anadolu Araştırmaları II/1-2,
İstanbul,319.
Memiş,E. 2002: Eskiçağ
Türkiye Tarihi, Konya.
Morgan, J. 1889: Mission Scientifique au Caucase I,
Paris.
Olmstead, A.T. 1931: History of
Palestine and Syria to the Macedonian Conquest.
Opificius, R. 1965: “Altphrygische Keramik von Büyükkale
(Boğazköy)”, Mitteilungender Deutschen
Orient-Geseltschaft 95, Berlin, 81-89.
Osten, H.H. 1937: The
Alishar Hüyük Seasons of 1930-1932, I-III. OIP XXVIII-XXX,24, 289.
Özgüç, T. 1971: Demir Devrinde Kültepe ve Civarı, Ankara.
Özgüç, T. 1978: Maşat
Höyük ve Çevresindeki Araştırmalar, Ankara.
Özkaya, V. 1995: İ.Ö. Erken
Birinci Binde Frig Boyalı Seramiği, Erzurum.
Rutter, J.B. 1975: “Ceramik Evidence for Northern Intruders
in Southern Greece at the Bengininning of the Late Helladic III Period”, American Journal of Archeology 79,
Baltilmore, 17-32.
Seeher, J. 2000a: “Die Ausgrabungen in Boğazköy-Hattuşa 1999”,
Arhaologischer Anzeiger, 3, 355-374.
Seeher,J. 2000b: “Hattuşa/Boğazköy’ün Yerleşim Tarihine Yeni
Katkılar: Büyükkaya Kazılarına Toplu Bir Bakış”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, 20.
Sevin, V. 1983: “Frigler”, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul,
250.
Sevin, V. 1988: “Elazığ Yöresi ve Muşkiler Sorunu”, Hüyük I, Ankara, 56.
Sevin, V. 2001: Anadolu’nun
Tarihi Coğrafyası, Ankara, 193.
Sorokin, V.S. 1958: “Vestiges d’un
habitat prehistorique pres de Karmir Blour”, Sovietskaia Arkheologiia no. 2, 149 vdd.
Tadmor, H. 1962: “Azriyau of Yaudi”, Scripta Hierosolymitana 8, 232 vd.
Taylor, W. 1972: The
Mycenaeans, Londra.
Thureau, F. - M. Dangin 1912: Unerelation de la Huitieme Campagne de
Sargon.
Umar, B. 1982: Türkiye
Halkının İlkçağ Tarihi, İzmir.
Wincler, H. 1901: Altorientalische Forschungen II,
1898-1900.
Wisemann, D.I. 1975: “Assyria and Babylonia c.1200-1O00 B.C”,
Cambridge Anccient History W2, 457
vd.
[1] A. Götze
1933: Kulturgeshichte den alten Orients
“Kleinasien” Handbuch der Altertmwissenschaft III.1, 189; E. Akurgal 1955:
Phrygische Kunst, Ankara, 111 vd.
[2] E. Memiş
2002: Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya,
145.
[3] W.
Taylor 1972: The Mycenaeans, Londra,
174; B. Umar 1982: Türkiye Halkının
İlkçağ Tarihi, İzmir, 70.
[4] Memiş
2002: 145.
[5] J.H.,
Breasted 1948: A History of Egypt,
London, 464-505; F. Kınal 1987: Eski
Anadolu Tarihi, Ankara, 227; Memiş 2002: 148.
[6] Akurgal
1955: 113 vd.
[7] J.H.
Breasted 1906: Ancient Records of Egyt I,
64; E. Akurgal 1955: 113 vd; A. Götze 1975: “The Hittites and Syria”, CAH II/2, Cambridge, 266.
[8] K.
Bittel 1970: Hattusha: Capital of the
Hittites, New York, 132 vd.
[9] H.Z.
Koşay 1938: Alacahöyük Hafriyatı,
Ankara, 179.
[10] H.H.
Osten 1937: The Alishar Hüyük Seasons of
1930-1932, I-III. OIP XXVIII-XXX,24, 289.
[11] T.
Özgüç 1978: Maşat Höyük ve Çevresindeki
Araştırmalar, Ankara, 15.
[12] E.
Laroche 1953: “Suppiluliuma II”, RA 47,
70 vd.; A. Götze 1975: 261.
[13] Akurgal
1955: 111 vd.
[14] J.
Seeher 2000a: “Die Ausgrabungen in Boğazköy-Hattuşa 1999”, Arhaologischer Anzeiger, 3, 355-374; J. Seeher 2000c:
“Hattuşa/Boğazköy’ün Yerleşim Tarihine Yeni Katkılar: Büyükkaya Kazılarına
Toplu Bir Bakış”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3,
20: H. Genz 2000: “Die Einsenzeit in
Zentralanatolien im Lichte der Keramischen Funde vom Büyükkaya in Boğazköy/
Hattuşa”, Türkiye Bilimler Akademisi
Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, 35-54.
[15] E.
Akurgal 1962: Die Kunst der Hethiter,
90 vd.; W.F. Albright 1975: “Syria, the Philistines, and Phoenieia”, CAH 11/2, Cambridge, 562 vd.
[16] P.
Kretsehmer 1930: “Der Name der Lykier und andere ldeinasiatisehe Völkemamen”, KIF 1, Weimar, 8-14.
[17] Odyssea
XI, 521.
[18] D.D.
Luckenbill 1927: Ancıent Records of
Assyria and Bablylonia I, 220 vd; M.J. Mellink 1965: “Mita, Mushki and
Phrgians”, Anadolu Araştırmaları II/1-2,
Ankara, 319.
[19] Herodot
VII, 73.
[20] Strabon
XII, 8.4, C572.
[21] V.
Sevin 2001: Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 193.
[22] V.
Sevin 1983: “Frigler”, Anadolu
Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 250.
[23] Plinius,
Naturalis Historia V, 145.
[24] R.
Drews 1973: The Greeks Accounts of Eastern History, 100-103; P. Carrington
1977: “The Heroic Age Phrygia in Ancient Literature and Art”, Anat.St. XXVII, London, 118 vd.
[25] Sevin
1983: 250.
[26] C.
Blegen-C.G. Boulter-L. Caskey-M. Rawson 1958: Troy IV. Settlement VIIa, VIIb
and VIII, I-II; Akurgal 1955: 113 vd; J.B. Rutter 1975: “Ceramik Evidence for
Northern Intruders in Southern Greece at the Bengininning of the Late Helladic
III Period”, AJA 79, Baltimore,
17-32.
[27] Sevin
1983: 250.
[28] Strabon
XII, 43, C564.
[29] Sevin
1983: 251.
[30]
Strabon, XII, 55, C72.
[31]
Homeros, III, 186.
[32] Sevin
1985: 251.
[33] Sevin
1985: 252.
[34] R.D.
Barnett 1975: “Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”, CAH II/2, Cambridge, 420.
[35] S.
Lloyd 1958: “Beycesultan Excavations”, Anat.St.
VIII, London, 93; Barnett 1975: 418
[36] V.
Özkaya 1995: İ.Ö. Erken Birinci Binde
Frig Boyalı Seramiği, Erzurum, 6.
[37] Mellink
1965: 318-319.
[38]
E.Cavaignac 1953: Journal Asiatiqua 241,
139 vd.; A. Götze 1933: 185; D.I. Wisemann 1975: “Assyria and Babylonia
c.1200-1O00 B.C”, CAH W2, Cambridge,
457 vd.; Barnett 1975: 420.
[39] A.
Götze 1933: 189.
[40] Herodot
III, 94; VII, 78.
[41] Mellink
1965: 319.
[42] Barnett
1975: 418.
[43] Mellink
1965: 319.
[44]
A.T. Olmstead 1931: History of Palestine and Syria to the
Macedonian Conquest, 63; A. Götze 1933: 187.
[45]
Luckenbill 1927: 221.
[46] Mellink
1965: 319; Barnett 1975: 420.
[47]
Luckenbill 1927: 442.
[48]
Luckenbill 1927: 579 vd.
[49] Barnett
1975: 421 vd.; Mellink 1965: 319 vd.
[50] R.
Opificius 1965: “Altphrygische Keramik von Büyükkale (Boğazköy)”, MDOG 95, Berlin, 81-89; T. Özgüç 1971:
Demir Devrinde Kültepe ve Civarı, Ankara, 21 vd.
[51] Barnett
1975: 423.
[52] Özkaya
1995: 9.
[53] Mellink
1965: 319.
[54] H. Tb.
Bossert 1951: “Zur Geschiechte von Karkamis”, Studi Classici e Orientali I, 35 vd.; H. Tadmor 1962: “Azriyau of
Yaudi”, Scripta Hierosolymitana 8 (1962), 232 vd.; D. Hawkins 1972: “Building
Inscriptions of Carehemish”, Anat.St.
XXII, London, 105.
[55]
Bossert 1951: 46.
[56]
Barnett 1975: 424.
[57]
Luckenbill 1927: 772; Barnett 1975: 424.
[58]
Luckenbill 1927: 802; Barnett 1975: 425.
[59]
Mellink 1965: 318; Barnett 1975: 422 vd.
[60]
Mellink 1965: 319; Barnett 1975: 425.
[61]
Barnett 1975: 425.
[62]
Luckenbill 1927: 24,25,55,118,137.
[63]
Luckenbill 1927: 8 vd.
[64]
Banett 1975: 426.
[65]
Luckenbill 1927: 8.
[66]
Mellink 1965: 320; Barnett 1975: 421.
[67]
M.E.L. Mallowan 1956: Nımrud and Its
Remains I, 205.
[68]
H. Wincler 1901: Altorientalische
Forschungen II, 1898-1900, 136.
[69]
V.S. Sorokin 1958: “Vestiges d’un habitat prehistorique pres de Karmir Blour”, Sovietskaia Arkheologiia no. 2, 149 vdd.
[70]
J. Morgan 1889: Mission Scientifique au
Caucase I, Paris, Pl. IV/1-3.
[71]
H.Z. Koşay-H. Vary 1967: Güzelova Kazısı,
Ankara, lev. XLI/G, 330.
[72]
H.Z. Koşay-H. Vary 1964: Pulur Kazısı
1960 Mevsimi Çalışmaları Raporu, Ankara, XXXI/P. 3.
[73]
T.B. Burton 1951: Execavations in
Azarbaijan, 1948, fig. 36/643, 915; 39/23.
[74]
A. Çilingiroğlu 1987: “Van-Dilkaya Höyüğü Kazısı”, IX. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 234, res. 19.
[75]
D. French 1986: “Tille”, VIII. Kazı
Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 206.
[76]
V. Sevin 1988: “Elazığ Yöresi ve Muşkiler Sorunu”, Hüyük I, Ankara, 55.
[77]
C.A. Burney-D.M. Lang 1971: The Peoples
of the Hills: Ancient Ararat and Caucasus, London, 116.
[78]
C. Bozkurtlar 1976: “Kertenkele Kayalığı Fortress and Necropolis, 1974-75”, Anatolian Studies XXVI, London, 45-47.
[79]
Sevin 1988: 56.
[80]
Herodot IV, 9.
[81]
F. Thureau - M. Dangin 1912: Unerelation
de la Huitieme Campagne de Sargon.
[82]
Özkaya 1995: 14.
[83]
Heredot I, 35.
No comments:
Post a Comment