Home

Sunday, April 28, 2013


İ.Ö. 13. yy.’ın sonları ile 12. yy.’ın başlarında olmak üzere iki aşamada cereyan eden büyük bir kavimler göçü, bu dönemde Anadolu’nun ve Yakındoğu’nun siyasi yapısında büyük değişikliklere neden olmuştur.
Bazı kaynaklara göre Illyr ve Trak halkları arasındaki anlaşmazlıklar sonucu[1] bazı  kaynaklara göre de ekonomik sebeplerden dolayı[2] batıya ve güneye yönelik bu göç dalgaları tarihte “Ege Göçleri” ya da “Deniz Kavimleri Göçü” olarak bilinmektedir. Bu göçler hakkındaki en ayrıntılı bilgi kaynakları Mısır belgeleridir[3].
Ege Göçleri’nin birinci aşaması, İ.Ö. 13. yy. ın sonlarında vuku bulmuştu. Mısır annalerinde “Deniz Kavimleri” adıyla anılan bu göçebe kuvvetler, M.Ö. 1225’lerde Mısır kapılarına dayanmışlar, fakat firavun Merneptah tarafından mağlup edilmişlerdi. Merneptah, mağlup ettiği kavimlerin isimlerini Karnak Tapınağı’nın duvarlarına yazdırmış olup, bu kavimler Ekweşler (Akalar), Turşalar (Etrüskler), Rukkalar (Lukkalar), Şerdanalar (Sardunyalılar) ve Sekeleşler (Sicilyalılar) dır[4].
İlk göç dalgasının etkileri Anadolu’da etkisini çok fazla göstermez. Asıl tahribat Ege Göçleri’nin ikinci aşamasında gerçekleşir. Hititler’in durdurmayı başaramadıkları bu saldırgan kavimler, yolları üzerindeki tüm uygarlık merkezlerini yakıp yıkarak Mısır sınırlarına dayanırlar ve III. Ramses’in 8. idare yılında  (İ.Ö. 1198-1166) iki büyük savaşta durdurulurlar. III. Ramses’in kazandığı bu parlak zafer, Medinet-Habu mabedinin duvarları üzerinde hem hiyeroglif yazıyla hem de resimlerle anlatılmaktadır[5].
Bu göç dalgalarının sonucu, Kıta Yunanistan ve Ege adalarındaki Akalar Anadolu’nun batı ve güneybatı kıyılarına göç ederken, Trako-Frig denilen ve çeşitli adlar taşıyan halklar da, Troya’nın düşmesinden sonra, Anadolu içlerine yayılmaya başladılar[6]. Anadolu’ya gelen bu kavimler yerleşik bazı halklarla birleşince, önüne geçilmez bir felaket seli haline dönüşürler, Orta Anadolu’ya yönelerek Hititler’in başkenti Hattuşa’yı yakıp yıkarlar ve son zamanlarında iyice zayıflayan Hitit İmparatorluğu’nu, olasılıkla kuzeydoğu’daki Kaşgalar’ın da yardımıyla, ortadan kaldırırlar[7].
Orta Anadolu’da Boğazköy[8], Alaca Höyük[9], Alişar[10], Maşat Höyük[11] ve diğer Hitit merkezlerinde yangınla son bulmuş Hitit katmanları, bu saldırının ani ve çok şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. Hattuşa’da büyük saray komplekslerinin yer aldığı Büyükkale yağmalanmış, tek bir yapı kalmamacasına yangınla tahrip edilmiştir. Bunlara paralel olarak, Anadolu tarihiyle ilgili önemli bilgiler veren Hitit yazılı metinlerinin de aniden kesilmesi[12], göçün ve saldırının diğer bir yıkıcı belirtisidir.
Göçlerle birlikte Anadolu’da öylesine bir yıkım ve kültür değişikliği gerçekleşir ki, yeniden siyasi bir birliğin oluşumu için uzun bir süre gerekecektir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkımının ardından eski Anadolu’nun bu ilk büyük ve güçlü uygarlığının çekirdeği Kızılırmak yayı içinde kalan topraklarının tümüyle terk edildiği, yaklaşık dörtyüz yıl boyunca yerleşilmediği ve bu sürecin Anadolu’nun Karanlık Çağları olduğu savlanmıştır[13]. Ancak son dönemlerde Boğazköy’de yapılan kazılar sonucu,  Orta Plato’da ilk defa Erken Demir Çağı’na ait bir yerleşme belgelenmiştir. Boğazköy’deki en erken Phryg yerleşmesi altında, Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışından (M.Ö.1190) sonra “Karanlık Çağ” adı verilen döneme ait tabakalar saptanmıştır. Orta Plato’da Geç İmparatorluk dönemine tarihlenen (M.Ö. 13. yüzyıl) silo çukurlarının tam üstünde ve Orta Demir Çağı tabakasının ( M.Ö. 8. yy)  altında, Erken Demir Çağı’na tarihlenen üç evre tespit edilmiştir. Burada hem taş temel üzerine kerpiç yapı şeklinin, hem de kazıklı yapı tekniğinin kullanıldığı mimari kalıntılar da gün ışığına  çıkartılmıştır. Radyokarbon tarihleri “Karanlık Çağ” olarak adlandırılan bu Erken Demir Çağı döneminin Hitit İmparatorluğu’nun çöküşünden hemen sonra başladığı ve en azından M.Ö. 10. yüzyıla kadar sürdüğü savını doğrulamaktadır. Böylece, Boğazköy’de M.Ö. 12. yüzyıldan M.Ö. 9. yüzyıla kadar süren bir yerleşmenin varlığı kanıtlanmıştır[14].
Ege Göçleri ve doğurduğu sonuçlar eski dünyanın görünüşünü bütünüyle değiştiren siyasi bir dönüm noktasıdır. İkinci binin ikinci yarısında aralarında bir güç dengesi kurmuş olan devletler sistemi orta­dan kalkmış; göçlerden, konumu gereği, en çok Anadolu zarar görmüş ve barbar Trak budunları tarafından işgal edilmiştir. Anadolu ile Mezopotamya arasında kalan bölgede küçük kent devletleri olarak ortaya çıkan Geç Hititler, her yerde ve her çağda süre giden karşılıklı etkilenme ve oluşma süreci içinde, Sami kökenli Aramiler’in ve Asur­lar’ın etkisine girerek, İmparatorluk Dönemi Hititleri’nden çok, başka halkın ve kültürün insanı olmuşlardır[15]. Kuzeybatı Anadolu’da Hitit­ler’in devamı kabul edilen[16], ancak arkeolojik açıdan ilişkileri somut olarak kavranamayan Keteioi adındaki topluluğun varlığı[17], Güney­doğu Anadolu’da olduğu gibi, bu bölgede de ikinci bin halklarının ya­şamlarına devam ettiklerini göstermektedir. Dolayısıyla, daha sonra Frigler’in egemenliğine giren Orta Anadolu Bölgesi’nde de yerli halkla­rın yurtlarında kalmış ve kültürel geleneklerini devam ettirmiş olmaları kaçınılmazdır.
Göçlerden sonra, olayların belirginleşmeye başladığı aydın dönemlerde, Anadolu’nun Hitit yerleşimi görmüş önemli merkezlerinde başkentleri Gordion ile Frigler; Tuşpa merkez olmak üzere Van Gölü civarında odaklanmış Urartular, Anadolu’nun yeni egemeni olarak tarih sahnesinde boy gösterirler. Bunların yanı sıra, Ege Göçleri sonrası isimlerinden ilk kez Asur kaynaklarında söz edilen ve Yukarı Dicle Va­disi’nde beliren Muşkiler de bölgeye yeni gelenler arasındadır[18].
Herodotos[19] ve Strabon’a[20] göre, geldikleri bölgede Brygler yada Brigler olarak bilinen Frigler, Anadolu’ya Makedonia ve Thrakia’dan Boğazlar yoluyla girmişler ve İ.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında kralları Midas ile en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Herodotos bu konuda aynen şunları yazmaktadır: “Makedonialılar’a göre Frigyalılar, Avrupa’da oturdukları zaman Bryg adını taşıyorlardı ve onların komşularıydılar. Asia’ya geçtikden sonra yurtlarıyla birlikte adları da değişmiştir.” Strabon’a göre Frigler’in Avrupa’daki yurtları Paeonia’da idi. Stefanos Byzantinos ise Bryx adlı Thrak boyunun İllyria’ya yakın bir Makedonia ulusu olduğunu bildirir[21]. Nitekim Anadolu’ya göçmeyen Brygler’in bir bölümü İ.Ö. 5. yüzyılın ilk yarısında hala Makedonia’da yaşamaktaydılar[22]. Adını vermediği bazı eskiçağ bilginlerinin görüşlerini nakleden Plinius[23] ise “Mysialılar, Frigialılar ve Bithynialılar adlarını, Avrupa’dan Moesi, Brygi ve Thyni adlarıyla gelen üç göçmen grubundan almışlardır” diyerek öteki tarihçilerin bilgilerini doğrular.
Eski Yunan yazarları bu göç olayının, İ.Ö. 13. yüzyılın sonlarındaki Troia Savaşı’ndan önce olduğuna inanırlar. Lydialı tarihçi Xanthos ise göçün bu savaştan sonra, Mysialılar’ın göç hareketleriyle birlikte yapıldığını ve bu halkın Avrupa’dan, Pontos’un sol kıyısından, Berekyntes ve Askania’dan geldiklerini bildirir[24]. Thrak göçlerinin tarihini aydınlatıcı kanıtlar Troia kazılarından sağlanmıştır. Troia’da C. Blegen tarafından yapılan Amerikan kazıları, Troia VII b1 kentinin bir yangınla yıkıma uğratılmasından sonra buraya, kaba keramik kullanan, Orta Avrupa kökenli bir ulusun geldiğini gösterdi. Bunlar Frigler ve Mysler olarak kabul edilebilirler[25].
Troia VII b1 katını izleyen VII b2 (M.Ö. 1190-1100) katında birden bire ortaya çıkan, tümüyle el yapımı, kaba, düzensiz biçimlere sahip, oldukça ilkel görünümlü, üzerinde boynuza benzer çıkıntılarla, baskı yada kazınarak yapılmış spiral ve halka motifleri bulunun bir tür keramik (Bukel Keramik) buraya yeni bir halkın yerleştiğini göstermektedir[26]. Bu tür keramiğin akrabalarına Geç Tunç Çağ  Macaristan’ında rastlanır[27]. Bu durum Troia VII b2 halkının Tuna kökenli olabileceğine işaret eder. Ancak iki bölge buluntuları arasında, özellikle dolaysız bir ilişkinin olmadığı anlaşılmaktadır. Tuna kültüründen göçebelerin önceleri Trakya’ya doğru indikleri kabul edilebilir. Böylece Balkan Yarımadası’ndan gelen göçmenlerin Troia’nın yıkılışından önce de bu bölgede bulundukları ve yıkımdan sonra zayıflayan kente girebildikleri ve kendi kültürlerini sürdürdükleri ortaya çıkmaktadır. Trakya’da yapılan araştırmalar, göçmenlerin tek bir dalga halinde değil, dalgalar halinde Anadolu’ya ayak bastıklarını göstermiştir. Çanakkale Boğazı yoluyla Anadolu’ya göçen Thraklar, kabileler halinde hareket ediyorlardı. Her kabile ayrı bir beyin yönetimi altındaydı. Bu, kabilelerden adları en çok duyulmuş olanları Brygler, Mygdonlar, Dolionlar, Thynler, Bithynler, Mysler ve Maionlar’dır. Bunlardan Mygdonlar, Bebrykler ve Dolionlar’ın Frigler ile aynı olduğuna işaret eden bazı kanıtlar vardır. Dalgalar halinde Anadolu’ya ayak basan Thrak kabileleri, Frigler de dahil olmak üzere, önceleri Hellespontos ve Propontis (bugün Marmara Deniz) kıyıları ile İda Dağı (bugün Kaz Dağı) etrafında yaşamaktaydı. Birbirine çok yakın toprakları iskan etmiş bulunan bu kabileler hakkında Strabon şu bilgiyi verir[28]: “Bithynialılar ile Frigialılar ve Mysialılar hatta Kyzikos dolaylarındaki Dolionlar ve Mygdonialılar ve Troialılar arasındaki sınırı belirtmek zordur ve her kabilenin diğerinden ayrı olduğu gerçeği kabul edilmiştir (en azından Frigialılar ve Mysialılar hakkında atasözü vardır ‘Mysialılar’ın ve Frigialılar’ın sınırları ayrıdır) fakat aralarındaki sınırları belirtmek zordur”. Ancak gerek bu ve gerekse başka kaynaklar yardımıyla, Frigler ile ilişkili olan Mygdon ve Dolionlar’ın Mygdonia ve Dolionis adını verdikleri ülkelerinin Kapıdağ Yarımadası dolaylarında olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, efsanelere göre, bu yarımadanın boyun kısmı üzerindeki Kyzikos kentinin kurucusu Dolionlar’ın ilk Kralı olarak adı geçen Eusoros idi[29].
Göçebe bir yaşam sürdüren bu kabileler zaman zaman birbirleriyle savaştılar ve yenik çıkanları topraklarından sürdüler. Strabon[30] Mysialılar’ın önce Olympos Dağı civarında yaşadıklarını, daha sonra ise Thrakia’dan gelen Frigialılar’ın Troia ve çevresini ele geçirmeleri, Propontis’in güney kıyılarına yayılmaları üzerine Kaikos (bugün Bakırçay) Irmağı kaynağının üst tarafına göçtüklerini yazar. Bir süre sonra Frigler de Askania Gölü (bugün İznik Gölü) kıyıları ile Sangarios (bugün Sakarya) Irmağı Vadisi’ne doğru yayıldılar.
Örneğin Homeros Troia Savaşları sırasında Frigler’ın efsanevi kahramanı olarak geçen Mygdon’un boyu Mygdonlar’ın Askania Gölü ve Sangarios Irmağı çevresinde yaşadıklarını bildirir[31]. Aynı şekilde Karşandalı gemici Skyla’da Frigyalılar’ın Askania Gölü çevresinde yaşadıklarını yazmaktadır.
Eskiçağ yazarlarının verdikleri bu bilgilerden Frigler’in önceleri Çanakkale Boğazı ve Güney Marmara Bölgelesi’nde yaşadıkları sonucuna varılabilir. Ancak Troia VII b2 katında karşılaşılan boynuza benzer çıkıntılara ve baskı ya da kazıma spiral bezeklere sahip, el yapımı Thrak keramiğine bu bölgelerde rastlanmamış olması ilginçtir. Bu durum belki de onların çok çabuk Anadolulaşarak, yerli Anadolu geleneklerini benimsemiş olmalarıyla açıklanabilir[32].
Öteki Thrak kabilelerinin baskısıyla doğuya, Sakarya Irmağı dolaylarına hareket eden Frigler, buradan güneye ve doğuya doğru yayılmaya devam ettiler: Makestos (bugün Simavçay) ve Rhyndakos (bugün Kocaçay) Irmakları’nın yukarı vadileri ile daha da güneydeki Hermos (bugün Gediz Irmağı) ve Hyllos’a (bugün Kula) değin yaklaştılar. Hatta bunlardan Maionlar Sardeis bölgesini ele geçirerek, Mainonia dedikleri bu bölgede bir krallık kurdular.
Maddi belgelerle tam olarak kanıtlamamakla birlikte Manisa’daki Siplos Dağı (bugün Sipil) dolaylarına eskiden Frigia dendiğimiş olduğunu ve Hermos Irmağı yakınlarında Dorylaos adlı bir Frig dağılımının bu bölgeleri de etkilemiş olduğu düşünülebilir. Daha da güneyde Maiandros (bugün Büyük Menderes) Irmağı’nın kaynak bölgesine ilerledikleri ve doğuya doğru Halys Irmağı’na değin yayıldıkları anlaşılmaktadır[33].
Frigler olasılıkla İ.Ö. 12. yüzyıldan başlayarak güney ve doğuya doğru harekete geçerek, Anadolu’ya yayılmaya başladılar. Bunun sonucu Batı Anadolu’nun eski sakinlerini Toros Dağları’nın gerisine sürdüler[34]. Denizli yakınlarındaki Beycesultan Höyüğü’nde, yaklaşık olarak İ.Ö. 1000 yıllarında oluşmuş yangının bu yayılım ile ilgili olduğu kabul edilebilir[35]. Anadolu’ya yeni gelen topluluğun büyük bir bölümünün göçebe bir yaşam sürdürdükleri, yerleşme yerlerinde Frigler’e ait kalıntılara rastlanmayışından anlaşılmaktadır. İlk zamanlar tek bir krallıktan çok birçok küçük prensliğin varlığını düşünmek daha gerçekçidir. Daha sonraki dönemlerde, Urartu devletinin kurulması ve güneydeki Asur baskılarının giderek artması sonucu, siyasi birliklerini oluşturmaları zorunluluk halini almıştır[36].
            İ.Ö. 12 yüzyıl başlarında Boğazlar yoluyla Anadolu’ya gelip yerle­şen Frigler’e karşın, yaklaşık aynı dönemde Dicle Vadisi’ne yayıldıkları anlaşılan[37] Muşkiler’in de bölgeye yeni gelenler olduğu anlaşılmıştır[38]. Kimlikleri ve etnik kökenleri konusunda bilgilerimizin sınırlı olduğu Muşkiler’in Anadolu’ya daha önce geldikleri ve Hititler’in kuzeydoğudaki düşmanları Kaşgalar’la birlikte Hitit İmparatorluğu’nun yıkımında bulundukları doğrultusundaki görüşlerin somut kanıtları yoktur[39]. Bunun yanı sıra, Hitit İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Pahhuva Kralı Mita’dan düşmanca söz edilmesi ve bunun İ.Ö. 8. yüzyıldaki Muşki Kralı Mita ile olan isim benzerliğine dayanarak, bu dönemde doğuda giderek artan bir Muşki tehdidinin varlığına kanıt olarak ele alınması da henüz açıklık kazanmış değildir. Muşkiler’in etnik kökenine sunulan diğer bir görüş ise, İ.Ö. 5. yüzyılda Çıldır Gölü civarında yaşayan ve Gürcüler’in bir kolu sayılan Meschiler’le, ya da Herodot’ta adı geçen Moschi ve Tibaraniler’le[40] bağlantılı oldukları yolundadır[41]. Barnett’e göre[42], Doğu Karadeniz kökenli bu halkların daha sonra güneye doğru Kızılırmak Bölgesi’ne göç ettikleri ve Frigler’le birleşmiş oldukları olası görünmektedir. Bu varsayım, Muşkiler’in Kafkaslar üzerinden gelen Thrak toplulukları olduğu görüşlerine kanıt olarak ele alınabilir[43].
Henüz kesinlik kazanmamış bu varsayımlara karşın, Asur kaynaklarında İ.Ö. 12. yüzyıldan 8. yüzyıl sonlarına kadar bir çok kez adlarından söz edilen Muşki’ler’in. 12. yüzyılın ilk yarısında büyük bir orduyla Toros Dağları’nı aşarak güneye doğru ilerledikleyip, Alzi ve Purukuzzi kentlerini işgal ederek, Asur’u bu sınır boylarında tehdit ettiklerini öğrenmekteyiz[44]. Bu olaydan elli yıl sonra Asur Kralı I. Tiglat-pileser (İ.Ö. 1115-1077), Muşkiler’in Kutmuhi’ye (Katmukhi) sebepsizce saldırmaları üzerine "Muşki ülkesinin 20.000 askeri ve beş Kralı ile savaştığından" söz eder[45]. Muşkiler’in yenildiği ve yaklaşık üçte birinin esir düştüğü bu savaşın Yukarı Dicle Vadisi’nde olduğu kabul görmektedir[46]. I. Tiglat-pileser döneminden sonra, Asur kaynaklarında Muşki ismi II. Tukulti Ninurta’nın (İ.Ö. 890-884) yıllık­larında bu ülkeye yapılmış sefer ve II. Asurnasırpal (İ.Ö. 883-859) döneminde ise, Asurlar tarafından vergiye bağlanmış olarak geçer[47]. Daha sonraki Asur kaynakları III. Salmanasar’ın (İ.Ö. 858-824) yirmi dört prenslikten oluşan Tabal Bölgesi’ni egemenliğine aldığını ve bunları vergiye bağladığını bildirir[48]. Anadolu’nun bundan sonraki elli yıl içinde gelişen siyasi olayları karanlıktır.
Bu belgelerden hareketle, III. Salmanasar dönemine kadar gelişen olaylar şu şekilde yorumlanabilir.  I. Tiglat-pileser (İ.Ö. 1115­-1077) döneminden yaklaşık elli yıl önce beliren Muşkiler bölgeye yeni gelenler olup, yine aynı kaynağa dayanarak çeşitli boy ve unsurlardan oluşan bir konfederasyon durumundaydılar[49]. Bu yapılarıyla, Frigler olarak bilinen, ancak çeşitli halklardan oluşan Batı ve Orta Anada­lu’nun Ege Göçleri ile gelenlerini anımsatmaktadırlar. I. Tiglat-pileser’in Muşkiler’i yenmesi üzerine, olasılıkla, uzun bir süre toparlanamayan topluluk, II. Tukulti-Ninurta’nın (İ.Ö. 890-884) bu ülkeye seferinden anlaşıldığı kadarıyla, İ.Ö. 9. yüzyılda toparlanarak Asur’u yeniden tehdit etmeye başlamıştır. Ancak, bu baş kaldırışların ve siyasi kımıldanışların İ.Ö. 9. yüzyılın ikinci çeyreği içinde II. Asurnasırpal’in (İ.Ö. 883-859) Muşkiler’i vergiye bağlamasıyla, bir yerde kesildiği anlaşılmaktadır. III. Salmanasar’ın (İ.Ö. 858-824) İ.Ö. 9. yüzyılın üçüncü çeyreğinde, Muşkiler yerine, yirmi dört Tabal prensliğinden söz etmesi ve bunları vergiye bağlamasından hareketle, bölgede Asur’a karşı tutunamayan Muşkiler’in bu yüzyıl sonlarında batıya doğru, Anadolu içlerine yayılmış olabilecekleri sonucu ortaya çıkmaktadır ki, bu dönem Anadolu içlerinde Demir Çağ yerleşimlerinin de bir yerde başlangıcı durumundadır[50]. Muşki isminden sonra Tabal prensliklerinden söz edilmesi, bunların daha önce Muşki birliğini oluşturan beylikler oldukları savlanabilir. Bundan sonraki elli yıl için Muşkiler’in yeniden yapılanma ve şekillenme sürecine girdikleri düşünülmelidir ki, İ.Ö. 8. yüzyılda batıda Frigler’in, doğuda Muşkiler’in etkinlikleri görülmeye başlanır. Bu dönemdeki siyasi olayları aydınlatmada da yine Asur kaynakları yardımcı olmaktadır.
İstemeyerek Asur’a bağımlı kalan Tabal Beylikleri Urartular’la yakınlaşırken[51], Til Barsip’in Aslanlı Kapı üzerindeki Samsi-ilu yazıtı Muşkiler’i Urartular’la ilişkilerinde düşman olarak söz eder[52]. Bundan yola çıkarak, Asur baskılarından dolayı batıya göç eden Muşkiler’in İ.Ö. 8. yüzyılda politik bir güç olarak belirmeye başladıkları söyleyebilir[53]. Ancak bu Muşkiler’in tam bağımsızlığı anlamına gelmemektedir. Nitekim, İ.Ö. 770 civarında Fırat havzasında anahtar konumdaki Kargamış’ta egemen olan Araras’ın Muşkiler ve adı ilk kez duyulan Lidyalılar üzerinde bazı haklara sahip olduğu anlaşılmaktadır[54]. Muşkiler’in Urartular’la düşmanlıkları dikkate alındığında, Araras’ın bunu Urartular’ın desteğiyle başarmış olduğu akla gelmektedir[55].
Anadolu’daki bu durum III. Tiglat-pileser’in İ.Ö. 745’te Asur tahtına geçişine kadar sürer[56]. Urartular’la olan anlaşmazlıkları sonucu Anadolu’ya yürüyen III. Tiglat-pileser, İ.Ö. 738’de Kargamış Kralı Pisiris’i yener; ancak, Tunna Kralı Ushkitti, Tukhana Kralı Urikki, Melid Kralı Sulumel, Kaşga Kralı Dad-ilu ve Ishtunda Kralı Tukhamme’den oluşan Tabal Birliği tarafından durdurulur[57]. İ.Ö. 730’da ise, yine III. Tiglat-pileser’in Tabal Birliği başındaki Wassurme’yi görevinden uzak­laştırdığını ve birliğin bağımsızlığına son verdiğini öğrenmekteyiz[58].
III. Tiglat Plieser’in ölümü üzerine, Anadolu’nun durağan olma­yan güçler dengesinde değişimler olur; direniş merkezinin kuzey ve kuzeybatıya kaydığı gözlenir. İ.Ö. 8. yüzyılın son çeyreğine, yani II. Sargon (İ.Ö. 722-705) dönemine gelindiğinde, Muşkiler’in Mita ismi ile birlikte anıldığına ve Tabal Beylikleri ile birlikte hareket ettiklerine tanık olunmaktadır. Bu dönemde Muşki ülkesinin yeri Tabal’ın kuzeybatı ve kuzeydoğusunda, Que’nin kuzeyinde, Urartu’nun batısında, olasılıkla Kızılırmak yayı içinden Gürün ve Malatya’ya kadar uzanan bir alanı kapsadığı düşünülmektedir[59].
Kralları Mita ile birlikte yeniden yapılandıkları anlaşılan Muşkiler, Shinukhti Kralı Kiakki ve Kargamış Kralı Pisiris ile Asur’a karşı güçlü bir koalisyon oluştururlar[60] . Mita, bir Asur eyaleti olan Que’ye saldırarak üç kentini ele geçirir[61]. Ancak, II. Sargon (İ.Ö. 722-705) İ.Ö. 718’de Kiakki krallığı üzerine yürüyerek bu birliğin gelişmesine izin vermez[62]. "... büyük tanrılara yemininde hata işleyip, Muşki Kralı Mitaya Asur hakkında düşmanca haberler gönderdiği için" Kargamış Kralı Pisiris’i yenerek esir alır ve Tabal birliği başına Ambaris’i getirir[63]. Ancak, Ambaris "sözünde Hitit gibi nankör" davranarak, Muşki Kralı Mita ve Urartu Kralı Ursa’nın Asur’a karşı gönderdikleri ordunun Toros Dağları’ndan geçmesine izin vermesi üzerine, II. Sargon tekrar Tabal Bölgesi’ne yürür ve burasını bir Asur eyaleti yapar[64]. Bundan da anlaşılacağı üzere, daha önceki ilişkilerinde Urartular’la düşman olarak bilinen Muşkiler’in, İ.Ö. 8. yüzyıl sonlarında Asur’a karşı Urartu ve Tabal ile birlikte hareket ettikleri ve Mita’nın bu birliğin kurulmasında etkin görev üstlendiği görülmektedir. Nitekim, II. Sargon (İ.Ö. 722­-705) Ambaris’den şöyle söz eder: “... iyiliğimi unutarak Muşki krallarına güvenen Ambaris..”[65]. Dolayısıyla, Mita’nın siyasi kişiliği burada bir kez daha ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, Tabal ve Muşki yakınlığı kutsal kitaplarda da ima edilmiş görünmektedir.
Tabal’ın söz konusu birleşmeden koparılmasından sonra Asurlar bu kez Que bölgesinden Muşkiler üzerine başarıyla sonuçlanan bir sefer gerçekleştirirler[66]. Bu tarihlerde baş gösteren Kimmer tehdidi nedeniyle olsa gerek, Muşki Kralı Mita II. Sargon’la anlaşma yoluna giderek, müttefiklerine ihanet eder[67]. Bundan sonra Muşkiler ve Mita’dan söz edilmez olur.   
Asur kaynaklarından belirleyebildiğimiz kadarıyla, İ.Ö. 8. yüzyılda bu denli etkin görevler üstlenmiş olan Muşkiler ve kralları Mita’ya karşın, salt batılı kaynaklarca adlarından söz edilen Frigler ve kralları Midas hakkında yine aynı kaynaklardan bilgi edinemememiz şaşırtıcıdır. Midas’ın II. Sargon ve Mita ile çağdaş olması, gücünün ve zenginliğinin batılılarca onaylanması doğrultusunda, bu liderin Asurlar tarafından tanınmamasını güç kılmaktadır. Ayrıca gerek Midas, gerekse Mita’nın Kimmerler’in Anadolu’da görünmeleriyle bağlantılı olarak egemenliklerinin son bulması, Frig ve Muşkiler’in aynı devlet olduklarını ve bunun koşutunda Mita ve Midas’ın da aynı kral olabileceklerini düşündürmektedir. İkisi arasındaki isim yakınlığı ve dönem koşutluğundan yola çıkılarak, ilk kez, Winckler tarafından Frig ve Muşkiler’in aynı halkı nitelediği ve Mita ile Midas’ın aynı şahıs olduğu savlanmış[68] ve bu günümüze kadar geçerliğini sürdürerek taraf bulmuştur.
Bu görüşe göre;  İ.Ö. 9. yüzyıl başlarıyla İ.Ö. 8. yüzyıl arasında Asur baskılarıyla batıya doğru hareket eden Muşkiler’in daha önce Ege Göçleri ile Anadolu’ya gelen halklarla birleşmiş olmaları büyük bir olasılıktır. Nitekim, bu tarihten sonra Orta Anadolu’da Frigler’in egemenlikleri görülmektedir ki, bu da Muşkiler’in doğudaki etkinlikleri ile aynı zamana denk gelmektedir. Olasılıkla uzun bir süre Batı ve Orta Anadolu’da kalan ve Frigler olarak tanınan Trak budunları bu bölgenin yerel kültürleriyle şekillenirken, İ.Ö. 12. yüzyıldan itibaren Asur’la sürekli çekişmeler içinde olan Muşkiler de doğu kültür değerleriyle yoğrulmuşlardır. Bu olgu, Frig sanatında görülen belirli yöresel farklılıkların da kaynağı olmuştur. Buna ek olarak, Anadolu’da boyalı seramiklerin üretimiyle eşzamanda başlayan Demir çağı yerleşimlerinin İ.Ö. 9. yüzyıldan erkene gitmemesinin nedeni de, yine Muşkiler’in batıya hareketi ve siyasi birliğini yeniden oluşturma yönündeki süreciyle ilgili olmalıdır. Bütün bu değerlendirmeler sonucunda Frig ve Muşkiler’in aynı halk ve devlet olduklarını; batılı komşuları tarafından Frigler, doğulular tarafından ise Muşkiler olarak tanındıklarını, İ.Ö. 8. yüzyılın son çeyreğinde kralları Mita ya da Midas döneminde en parlak dönemlerini yaşadıklarını düşünmektedirler. Bu devlet bünyesinde çeşitli etnik grupları barındırmış ve bu da sanatlarında çeşitli yöresel farklılıkların doğmasına neden olmuştur. Bu konfederasyonun sınırları, arkeolojik bulguların da gösterdiği gibi, Orta Anadolu yaylaları, Kızılırmak Bölgesi ve güneyinde Toroslar’a dek uzamaktadır.
Ancak son dönemlerde bilim dünyasında Frigler’le Muşkiler’in farklı iki kavim oldukları yönünde fikirler de ortaya atılmaktadır. Bu görüşü savunanlar, Muşkiler’i Demir Çağı başlarında (İ.Ö. 13. yüzyıl) Kafkasya yoluyla Kuzeybatı İran’a girmiş Hint-Avrupa kökenli göçebelerin batıya uzanmış bir kolu olarak görmektedir. Bunun yanında Kızılırmak’ın doğusunda ve batısındaki Frig merkezlerinde bulunan çanak-çömleklerin ve hatta ölü gömme geleneklerinin oldukça farklı olmasından dolayı, Frigler ile Muşkiler’in ayrı ayrı yerlerden geldikleri düşünülmektedir. Kızılırmak’ın batısında Gordion’da bulunan çark yapımı keramikler’in Troia VII b2 katında rastlanan kaba, el yapımı kapların devamı olarak yorumlanmaktadır. Ancak, Kızılırmak’ın doğusunda, özellikle Erken Demir Çağı’nda Elazığ yöresinde yoğun olarak beliren yeni keramik geleneğinin batı dünyası ile hiçbir ilişkisinin olmadığı söylenmektedir. Buna karşılık bu türde seramik Transkafkasya’da, ünlü Urartu merkezi Karmir-Blur’un Urartu öncesi tabakasında bol miktarda bulunmuş[69], Transkaf-kasya’daki Şeytandağ[70] ile Doğu Gürcistan’daki 2. binyılın ikinci yarısı ve 1. binyılın başlarına tarihlenen kimi merkezlerde ve Erzurum yöresindeki Güzelova[71] ile Pulur’da[72] ele geçmiştir. Aynı şekilde Kuzeybatı İran’da, Umriye Gölü’nün güney kıyısındaki Geoy Tepe’nin A katında[73] ve son olarak da Van Gölü’nün güneydoğu kıyısı üzerindeki Dilkaya Höyüğü nekropolünde saptanmıştır[74]. Hatta son olarak Toros Dağları’nın güneyinde, Adıyaman yakınlarındaki Tille Höyüğü’nde de bu tip yivli keramiğin varlığı belirlenmiştir[75].
Bu verilerin ışığında, bu tür keramiğin kullanım alanı kuzeyde Erzurum çevresi ve Transkafkasya, güneyde Urmiye Gölü’nün batı kıyıları ve Adıyaman yöresi, batıda Fırat ırmağı ile sınırlı kalmaktadır.
İ.Ö. 1350-1330 yıllarına doğru Kuzeybatı İran, Kafkasya’dan, Hazar Denizi’nin batı kıyıları boyunca gelen Hint Avrupalı halkların büyük bir göçüne sahne olmuştur. İran’ın 2. binyıl kültürlerine son veren ve yeni bir takım kültür öğelerinin ortaya çıkmasına neden olan bu Erken Demir Çağ göçlerinin Doğu Anadolu’yu de etkilemiş olması düşünülmektedir[76]. Nitekim bu göçler sonucunda ortaya çıkan ve Kuzeybatı İran Erken Demir Çağı için tipik olan bir tür gri keramiğin, az sayıda da olsa, Muş Ovası höyüklerinde bulunduğu ileri sürülmüş[77], 1974 yılında Ağrı ilinin Doğu Beyazıt ilçesi yakınındaki Kertenkele Kalesi’nde (eski Gumgumok) yapılan bir dönemlik kurtarma kazısında gri keramiğe oda-mezarlarda rastlanmıştır[78]. Bu verilerden yola çıkılarak, 2. binyılın son yüzyılları içinde bir yandan, büyük çaplı olarak Kuzeybatı İran, öte yandan da, daha küçük çaplı olmak üzere Doğu Anadolu’yu etkisi altına alan Hint-Avrupa kökenli bir göç hareketinin varlığı kabul edildiği düşünülmektedir[79]. İşte Asur Kralı I. Tukulti-apil-Eşarra’nın  İ.Ö. 12. yüzyılın ortalarından beri Alzi’de oturduklarını bildirdiği Muşkiler’in de Elazığ yöresine bu göçler sırasında, ayrı bir kol halinde kuzeyden indikleri düşünülmektedir. Bu görüşlerini, bir devlet olarak tarih sahnesine çıkışları, İ.Ö. 8. yüzyılın başlarından daha öteye gidemeyen Phryhler’i, İ.Ö. 12. yüzyılda Elazığ, İ.Ö. 9. yüzyılın başlarında da Yukarı Dicle Bölgesinde karşımıza çıkan Muşkilerle eşit gösterebilecek inandırıcı hiçbir kanıt olmamasıyla savunurlar. Buna karşılık, Assur belgelerine göre İ.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında batıda Tabal ülkesi civarı ve Que bölgesinin kuzeyinde ortaya çıkan Mita önderliğindeki Muşkiler’i, bir yandan Urartu, öte yandan da Assur baskısıyla batıya doğru göç etmiş ve bu yeni yöre kültürünü özümsemiş bir grup Doğu Muşkili olarak  benimsemenin akla daha yatkın olduğunu savunmaktadırlar.
İ.Ö. 8. yüzyılda Anadolu’da görülen bu siyasi gelişmeler, İ.Ö.714’de Rusya’nın güneyinden, Grek kaynaklarına göre İskitler tarafından yerlerinden oynatılan[80] Kimmerler’in Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya girmeleriyle değişik boyutlar kazanır. Urartu Kralı I. Ruşa (İ.Ö.735-714) Kimmerler’e yenilerek intihar eder; bunun üzerine savunmasız kalan ülkeye II. Sargon (İ.Ö. 722-705) saldırır ve ünlü Muşaşir yağmasını gerçekleştirir[81]. Urartular’ın yenilgisinden sonra, Kimmerler’in olasılıkla batıya doğru Anadolu içlerine yönelmiş olmaları gerekmektedir.
Tarihte Frig-Kimmer savaşımı ile ilgili hiç bir yazılı belge yoktur. Ancak, yaklaşık aynı dönemde Gordion kentinin şiddetli bir yangınla tahrip olması ve Midas’ın intiharı, Kimmer saldırısıyla açıklanabilmekte­dir. Bununla birlikte Frigler siyasi bağımsızlıklarını yitirdikleri gibi, hiç bir zaman toparlanıp yeniden devlet kuramamışlardır[82].
Midas sonrası dönemde, olasılıkla İ.Ö. geç 7.-erken 6. yüzyılda yeniden inşa edilen Gordion, başkent olmaktan uzak, bölgesel bir merkez durumuna gelir. Lidya'ya bağımlı olduğu dönemlerde Herodot'un Frig prensi Adrastos hakkındaki anlatısı[83], Kimmer saldırısı sonrası Frig siyasi varlığına kanıt olarak ele alınamayacağı gibi, tarihi gerçeklik vermekten de uzaktır. Buna karşın, Frig kültür öğeleri, cılız da olsa, Geç Klasik dönem içlerine kadar yaşamaya devam etmiştir.



KAYNAKÇA
E. Akurgal 1955: Phrygische  Kunst, Ankara.
Albright, W.F. 1975: “Syria, the Philistines, and Phoenieia”, Cambridge Ancient History 11/2, 507 vdd.
Barnett, R.D. 1975: “Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”,  Cambridge Ancient History II/2, Cambridge,417-442.
Bittel, K. 1970: Hattusha: Capital of the Hittites, New York.
Blegen, C.-C.G. Boulter-L. Caskey-M. Rawson 1958: Troy IV. Settlement VIIa, VIIb and VIII, I-II.
Bos­sert, H.Tb. 1951: “Zur Geschiechte von Karkamis”, Studi Classici e Orientali I, 35 vd.
Bozkurtlar, C. 1976: “Kertenkele Kayalığı Fortress and Necropolis, 1974-75”, Anatolian Studies XXVI, London, 45-47.
Breasted, J.H. 1906: Ancient Records of Egyt I, London.
Breasted, J.H. 1948: A History of Egypt, London.
Burney, C.A.-D.M. Lang 1971: The Peoples of the Hills: Ancient Ararat and Caucasus, London.
Burton, T.B. 1951: Execavations in Azarbaijan, 1948.
Carrington, P. 1977: “The Heroic Age Phrygia in Ancient Literature and Art”, Anaolian Studies XXVII, London, 118 vd.
Cavaignac, E. 1953: Journal Asiatiqua 241, 139 vd.
Çilingiroğlu, A. 1987: “Van-Dilkaya Höyüğü Kazısı”, IX. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 234.
Drews, R. 1973: The Greeks Accounts of Eastern History.
French, D. 1986: “Tille”, VIII. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 206.
Genz, H. 2000: “Die Einsenzeit in Zentralanatolien im Lichte der Keramischen Funde vom Büyükkaya in Boğazköy/ Hattuşa”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, İstanbul, 35-54.
Götze, A. 1933: Kulturgeshichte den alten Orients “Kleinasien” Handbuch der Altertmwissenschaft III.1, Munich.
Götze, A. 1975: “The Hittites and Syria”, Cambridge Ancient History II/2, 266 vd.
Hawkins, D. 1972: “Building Inscriptions of Carehemish”, Anatolian Studies XXII, 105.
Kınal, F. 1987: Eski Anadolu Tarihi, Ankara.
Koşay, H.Z. 1938: Alacahöyük Hafriyatı, Ankara, 179.
Koşay, H.Z.-H. Vary 1964: Pulur Kazısı 1960 Mevsimi Çalışmaları Raporu, Ankara.
Koşay, H.Z.-H. Vary 1967: Güzelova Kazısı, Ankara.
Kretsehmer, P. 1930: “Der Name der Lykier und andere ldeinasiatisehe Völkemamen”, Kleinasiatische Forschungen 1, Weimar, 8-14.
Laroche, E. 1953: “Suppiluliuma II”, Revue d’Archeologie Oriental, Paris, 47, 70 vd.
Lloyd, S. 1958: “Beycesultan Excavations”, Anatolian Studies, London, VIII, 93.
Luckenbill, D.D. 1927: Ancıent Records of Assyria and Bablylonia I, London, 220 vd.
Mallowan, M.E.L. 1956: Nımrud and Its Remains I.
Mellink, M.J. 1965: “Mita, Mushki and Phrgians”, Anadolu Araştırmaları II/1-2, İstanbul,319.
Memiş,E. 2002: Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya.
Morgan, J. 1889: Mission Scientifique au Caucase I, Paris.
Olmstead, A.T. 1931: History of Palestine and Syria to the Macedonian Conquest.
Opificius, R. 1965: “Altphrygische Keramik von Büyükkale (Boğazköy)”, Mitteilungender Deutschen Orient-Geseltschaft 95, Berlin, 81-89.
Osten, H.H. 1937: The Alishar Hüyük Seasons of 1930-1932, I-III. OIP XXVIII-XXX,24, 289.
Özgüç, T. 1971: Demir Devrinde Kültepe ve Civarı, Ankara.
Özgüç, T. 1978: Maşat Höyük ve Çevresindeki Araştırmalar, Ankara.
Özkaya, V. 1995: İ.Ö. Erken Birinci Binde Frig Boyalı Seramiği, Erzurum.
Rutter, J.B. 1975: “Ceramik Evidence for Northern Intruders in Southern Greece at the Bengininning of the Late Helladic III Period”, American Journal of Archeology 79, Baltilmore, 17-32.
Seeher, J. 2000a: “Die Ausgrabungen in Boğazköy-Hattuşa 1999”, Arhaologischer Anzeiger, 3, 355-374.
Seeher,J. 2000b: “Hattuşa/Boğazköy’ün Yerleşim Tarihine Yeni Katkılar: Büyükkaya Kazılarına Toplu Bir Bakış”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, 20.
Sevin, V. 1983: “Frigler”, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 250.
Sevin, V. 1988: “Elazığ Yöresi ve Muşkiler Sorunu”, Hüyük I, Ankara, 56.
Sevin, V. 2001: Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 193.
Sorokin, V.S. 1958: “Vestiges d’un habitat prehistorique pres de Karmir Blour”, Sovietskaia Arkheologiia no. 2, 149 vdd.
Tadmor, H. 1962: “Azriyau of Yaudi”, Scripta Hierosolymitana 8, 232 vd.
Taylor, W. 1972: The Mycenaeans, Londra.
Thureau, F. - M. Dangin 1912: Unerelation de la Huitieme Campagne de Sargon.
Umar, B. 1982: Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, İzmir.
Wincler, H. 1901: Altorientalische Forschungen II, 1898-1900.
Wisemann, D.I. 1975: “Assyria and Babylonia c.1200-1O00 B.C”, Cambridge Anccient History W2, 457 vd.


[1] A. Götze 1933: Kulturgeshichte den alten Orients “Kleinasien” Handbuch der Altertmwissenschaft III.1, 189; E. Akurgal 1955: Phrygische  Kunst, Ankara, 111 vd.
[2] E. Memiş 2002: Eskiçağ Türkiye Tarihi, Konya, 145.
[3] W. Taylor 1972: The Mycenaeans, Londra, 174; B. Umar 1982: Türkiye Halkının İlkçağ Tarihi, İzmir, 70.
[4] Memiş 2002: 145.
[5] J.H., Breasted 1948: A History of Egypt, London, 464-505; F. Kınal 1987: Eski Anadolu Tarihi, Ankara, 227; Memiş 2002: 148.
[6] Akurgal 1955: 113 vd.
[7] J.H. Breasted 1906: Ancient Records of Egyt I, 64; E. Akurgal 1955: 113 vd; A. Götze 1975: “The Hittites and Syria”, CAH II/2, Cambridge, 266.
[8] K. Bittel 1970: Hattusha: Capital of the Hittites, New York, 132 vd.
[9] H.Z. Koşay 1938: Alacahöyük Hafriyatı, Ankara, 179.
[10] H.H. Osten 1937: The Alishar Hüyük Seasons of 1930-1932, I-III. OIP XXVIII-XXX,24, 289.
[11] T. Özgüç 1978: Maşat Höyük ve Çevresindeki Araştırmalar, Ankara, 15.
[12] E. Laroche 1953: “Suppiluliuma II”, RA 47, 70 vd.; A. Götze 1975: 261.
[13] Akurgal 1955: 111 vd.
[14] J. Seeher 2000a: “Die Ausgrabungen in Boğazköy-Hattuşa 1999”, Arhaologischer Anzeiger, 3, 355-374; J. Seeher 2000c: “Hattuşa/Boğazköy’ün Yerleşim Tarihine Yeni Katkılar: Büyükkaya Kazılarına Toplu Bir Bakış”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, 20:  H. Genz 2000: “Die Einsenzeit in Zentralanatolien im Lichte der Keramischen Funde vom Büyükkaya in Boğazköy/ Hattuşa”, Türkiye Bilimler Akademisi Arkeoloji Dergisi (TÜBA-AR), 3, 35-54.
[15] E. Akurgal 1962: Die Kunst der Hethiter, 90 vd.; W.F. Albright 1975: “Syria, the Philistines, and Phoenieia”, CAH 11/2, Cambridge, 562 vd.
[16] P. Kretsehmer 1930: “Der Name der Lykier und andere ldeinasiatisehe Völkemamen”, KIF 1, Weimar, 8-14.
[17] Odyssea XI, 521.
[18] D.D. Luckenbill 1927: Ancıent Records of Assyria and Bablylonia I, 220 vd; M.J. Mellink 1965: “Mita, Mushki and Phrgians”, Anadolu Araştırmaları II/1-2, Ankara, 319.
[19] Herodot VII, 73.
[20] Strabon XII, 8.4, C572.
[21] V. Sevin 2001: Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Ankara, 193.
[22] V. Sevin 1983: “Frigler”, Anadolu Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul, 250.
[23] Plinius, Naturalis Historia V, 145.
[24] R. Drews 1973: The Greeks Accounts of Eastern History, 100-103; P. Carrington 1977: “The Heroic Age Phrygia in Ancient Literature and Art”, Anat.St. XXVII, London, 118 vd.
[25] Sevin 1983: 250.
[26] C. Blegen-C.G. Boulter-L. Caskey-M. Rawson 1958: Troy IV. Settlement VIIa, VIIb and VIII, I-II; Akurgal 1955: 113 vd; J.B. Rutter 1975: “Ceramik Evidence for Northern Intruders in Southern Greece at the Bengininning of the Late Helladic III Period”, AJA 79, Baltimore, 17-32.
[27] Sevin 1983: 250.
[28] Strabon XII, 43, C564.
[29] Sevin 1983: 251.
[30] Strabon, XII, 55, C72.
[31] Homeros, III, 186.
[32] Sevin 1985: 251.
[33] Sevin 1985: 252.
[34] R.D. Barnett 1975: “Phrygia and the Peoples of Anatolia in the Iron Age”, CAH II/2, Cambridge, 420.
[35] S. Lloyd 1958: “Beycesultan Excavations”, Anat.St. VIII, London, 93; Barnett 1975: 418
[36] V. Özkaya 1995: İ.Ö. Erken Birinci Binde Frig Boyalı Seramiği, Erzurum, 6.
[37] Mellink 1965: 318-319.
[38] E.Cavaignac 1953: Journal Asiatiqua 241, 139 vd.; A. Götze 1933: 185; D.I. Wisemann 1975: “Assyria and Babylonia c.1200-1O00 B.C”, CAH W2, Cambridge, 457 vd.; Barnett 1975: 420.
[39] A. Götze 1933: 189.
[40] Herodot III, 94; VII, 78.
[41] Mellink 1965: 319.
[42] Barnett 1975: 418.
[43] Mellink 1965: 319.
[44] A.T. Olmstead 1931: History of Palestine and Syria to the Macedonian Conquest, 63; A. Götze 1933: 187.
[45] Luckenbill 1927: 221.
[46] Mellink 1965: 319; Barnett 1975: 420.
[47] Luckenbill 1927: 442.
[48] Luckenbill 1927: 579 vd.
[49] Barnett 1975: 421 vd.; Mellink 1965: 319 vd.
[50] R. Opificius 1965: “Altphrygische Keramik von Büyükkale (Boğazköy)”, MDOG 95, Berlin, 81-89; T. Özgüç 1971: Demir Devrinde Kültepe ve Civarı, Ankara, 21 vd.
[51] Barnett 1975: 423.
[52] Özkaya 1995: 9.
[53] Mellink 1965: 319.
[54] H. Tb. Bos­sert 1951: “Zur Geschiechte von Karkamis”, Studi Classici e Orientali I, 35 vd.; H. Tadmor 1962: “Azriyau of Yaudi”, Scripta Hierosolymitana 8 (1962), 232 vd.; D. Hawkins 1972: “Building Inscriptions of Carehemish”, Anat.St. XXII, London, 105.
[55] Bossert 1951: 46.
[56] Barnett 1975: 424.
[57] Luckenbill 1927: 772; Barnett 1975: 424.
[58] Luckenbill 1927: 802; Barnett 1975: 425.
[59] Mellink 1965: 318; Barnett 1975: 422 vd.
[60] Mellink 1965: 319; Barnett 1975: 425.
[61] Barnett 1975: 425.
[62] Luckenbill 1927: 24,25,55,118,137.
[63] Luckenbill 1927: 8 vd.
[64] Banett 1975: 426.
[65] Luckenbill 1927: 8.
[66] Mellink 1965: 320; Barnett 1975: 421.
[67] M.E.L. Mallowan 1956: Nımrud and Its Remains I, 205.
[68] H. Wincler 1901: Altorientalische Forschungen II, 1898-1900, 136.
[69] V.S. Sorokin 1958: “Vestiges d’un habitat prehistorique pres de Karmir Blour”, Sovietskaia Arkheologiia no. 2, 149 vdd.
[70] J. Morgan 1889: Mission Scientifique au Caucase I, Paris, Pl. IV/1-3.
[71] H.Z. Koşay-H. Vary 1967: Güzelova Kazısı, Ankara, lev. XLI/G, 330.
[72] H.Z. Koşay-H. Vary 1964: Pulur Kazısı 1960 Mevsimi Çalışmaları Raporu, Ankara, XXXI/P. 3.
[73] T.B. Burton 1951: Execavations in Azarbaijan, 1948, fig. 36/643, 915; 39/23.
[74] A. Çilingiroğlu 1987: “Van-Dilkaya Höyüğü Kazısı”, IX. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 234, res. 19.
[75] D. French 1986: “Tille”, VIII. Kazı Sonuçları Toplantısı I, Ankara, 206.
[76] V. Sevin 1988: “Elazığ Yöresi ve Muşkiler Sorunu”, Hüyük I, Ankara, 55.
[77] C.A. Burney-D.M. Lang 1971: The Peoples of the Hills: Ancient Ararat and Caucasus, London, 116.
[78] C. Bozkurtlar 1976: “Kertenkele Kayalığı Fortress and Necropolis, 1974-75”, Anatolian Studies XXVI, London, 45-47.
[79] Sevin 1988: 56.
[80] Herodot IV, 9.
[81] F. Thureau - M. Dangin 1912: Unerelation de la Huitieme Campagne de Sargon.
[82] Özkaya 1995: 14.
[83] Heredot I, 35.

No comments:

Post a Comment