Home

Sunday, December 8, 2013

HELLENİSTİK VE ERKEN ROMA ÇAĞI SERAMİK SANATI



Korinth ve Attika atölyelerindeM.Ö. 7. yüzyılın ortalarına doğru başlayıp, özellikle 6 yüzyılda Attikatölyelerde gelişen siyah ve kırmızı figürlü vazo boyama sanatı M.Ö. V. yüzyılyüzyılın sonlarına doğru zayıflamaya başlar. M.Ö. 4. yüzyılda, Attika’daki bazıatölyeler, doğuya, özellikle de Karadeniz bölgesine yaptıkları ihracat ile birsüre daha hayatta kalabilme uğraşı verirler ise de, adına “Kerch” vazoları dadenen bu üretim de, kalite yönünden giderek bozulmuş, sürekli yinelenenkompozisyonlar iyice kanıksanmış, yüzyılın sonu gelmeden Attik figürlü vazoboyama sanatı son bulmuştur. Böylece, 6. yüzyıl başlarından itibaren etkin bir üretimesahip olan Attik atölyelerinin sonu gelmiş oldu.


Attik vazocular figürlü vazo sanatına uzun zamandır bir yenilik getirememişlerdir. İşte bu durumda, hem üretenlerin yani çömlekçiler ve ressamların, hem de alıcıların, yani müşterilerin üretim ve tüketim açısından bazı arayışlara girmesi kaçınılmazdı. Diğer taraftan M.Ö. 5. yüzyılın ortalarında Güney İtalya’da başlayan yerli üretim, özellikle Attik üretiminin önünü kesmiş, zaman zaman da onun pazarlarına girmiş olsa da, bölgesel bir üretim olmaktan pek öteye gidememiştir. Bu yüzden, Attik atölyelerde bir yandan figürlü vazo üretimi yerine, çeşitli gereksinmeleri karşılamak üzere, daha basit süslü, ve kimi zaman boyasız, metal görünümlü olan yalın siyah astarlı vazoların üretimine hız verilmiş, bunlar bir sonraki Helenistik dönemin yaygın üretiminin de kaynağını oluşturmuştur. Bu arada pişmiş toprak kapların en büyük rakibi olan metal kap üretiminde de önemli teknik gelişmeler sağlanmış, çömlekçiler de, her zaman olduğu gibi, bunların taklitlerini yapmayı sürdürmüşlerdir.

M.Ö. 4. yüzyılda, aynı zamanda Hellas’taki siyasi gelişmeler de, bir yandan figürlü seramik sanatının ortadan kalmasına diğer yandan da yeni üretimlerin biçimlenmesine neden olan önemli unsurlardan biridir. M.Ö. 5. yüzyılda Anadolu’daki varlığını iyice perçinleyen Persler Doğu Akdeniz coğrafyasındaki tüm ekonomik faaliyetleri tam bir denetim altına almıştı. Her ne kadar 5. yüzyılın sonlarında bir iç savaş yaşasa da, Persler 4. yüzyıla gene Doğu Akdeniz’in en güçlü devleti olarak girmişlerdi. Diğer taraftan, M.Ö 4. yüzyıl başlarından itibaren gelişmeye ve çevresindeki toprakları ele geçirmeye başlayan Makedonyalılar, özellikle kral II.Philip'in zamanında, Trakya ve Hellas'taki şehirleri teker teker ele geçirmişler ve bunu yaparken de oldukça şiddetli davranmışlardır. Örneğin M.Ö. 348 da Olynthus artık oturulamayacak biçimde, Philip tarafından tahrip edilmiştir ve bu tarih aşağıda ele alacağımız gibi modern araştırmacılar tarafından bir terminus ante quem olarak kullanılacaktır. Aslında Perslerin doğu Akdeniz’deki egemenliği yüzünden ekonomik bakımdan çökme noktasına gelen Helen kentlerinin ekonomisini ve sosyal yaşamını yeniden ayağa kaldıracak bir kurtarıcı aranmaktaydı ve örneğin Isokrates (M.Ö. 436-388) bunu yapacak kişinin Makedonyalı Philip olduğunu savunmaktaydı. Ancak Philip’in öldürülmesinden sonra (M.Ö. 336) arkasından gelen oğlu İskender'in (Alexandros) zamanında kısa bir süre de olsa Hellas’a bir huzur gelecektir ancak İskender sonrasında ortaya çıkan ve doğu Akdeniz siyasetine yeni bir yüz kazandıracak olan; İskenderiye, Antakya, Pergamon ve Pella’nın başkent olduğu 4 yeni Makedon krallığı ile bu dönem başlayacaktır.
Atina'da valilik yapan Phaleron'lu Demetrios'un lüksü yasaklamasıyla, Hellas'ta yoğun bir birikimi olan bir çok sanat kollarında bir duraklama devri yaşanmıştır. Bütün bunlar yanında daha eski dönemlerde yalnızca Hellas’ın güneyindeki bir kaç merkezin tekelinde bulunan figürlü seramik yapımcılığı Helenistik dönemde buralarda da son bulmuş ve yerini, boya ile yapılmış bazı süslerin bulunduğu kaplarla, üzerlerinde herhangi bir süs olmayan yalın siyah astarlı kaplar üretilmiştir. Helenistik dönem öncesinde figürlü kap üretimine fazla eğilimi olmayan Anadolu atölyeleri de yine özellikle Attika atölyelerinin ürettiği kapları taklit ederlerken, kendi üretimlerini de geliştirmişler ve böylece seramik üretimciliği yeni kurulan bölgesel krallıkların merkezlerine de taşınmıştır. Bunun gibi Mısır ve İtalya'daki çeşitli merkezlerde de değişik türde ve özellikte boyalı ve boyasız seramikler özellikle kendi bölgelerindeki tüketime yönelik üretimler gerçekleştirilmiştir.
Hellenistik seramiğin oluşmasına etki eden en önemli faktörlerden biri de bu dönemde metallurji konusunda gelişen teknik bilgiler sayesinde, çeşitli metallerden yapılan kap kacak üretiminin hızlı bir biçimde gelişmesi ve metal kapların çok geniş bir bölgeye yayılması ve kullanılmasıdır. Bu yüzden çömlekçiler de, öteden beri yaptıkları gibi, kendi geleneksel biçimlerinin yanında, metal kapları da kıyasıya taklit etmeye başlamışlardır. Bazen bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki, sadece metal kaplara özgü olabilecek, buna karşılık pişmiş toprak kaplar için abartılı sayılabilecek form özelliklerini bile taklit edilmiştir ve bu alanda da büyük başarı sağlamışlardır. Ayrıca bu tür metal kaplar üzerindeki çeşitli yöntemlerle yapılmış süslemeler de yine çömlekçiler tarafından bu kez boya ve diğer yöntemlerle pişmiş toprak kapların üzerine uygulanmıştır.

M.Ö. IV. yüzyıl seramik sanatı ile Helenistik çağ seramik sanatını birbirinden ayıran en önemli özellikle figürlü vazo yapımcılığının, bazı küçük istisnalar dışında, Helenistik çağda hemen hemen son bulmuş olmasıdır. Helenistik çağ, seramik alanında çeşitlerin en bol bulunduğu devredir. Buna en büyük etken seramik yapımcılığında gelişen teknikler ve Helenistik çağın geniş dünyası içinde birbirleriyle daha sıkı ilişkiler içine giren atölyelerin çoğalması yanında metal ve camdan kaplar üreten atölyelerle çömlekçilerin rekabeti ve birbirlerine etkileri önemli bir yer tutar.

Seramik üretim süreci tarihi dikkate alındığında, kronolojik olarak M.Ö. 30 yılında başlatılan Roma çağının erken safhasındaki seramiğin genel özellikleri ile geç Helenistik dönem seramik sanatının genel özellikleri arasında kesin bir ayrım yapmak zordur. Başka bir deyişle, teknik uygulamalardaki gelişime bağlı olarak üretilen bazı tipik vazo gruplarında görülen yenilikler dışında, Roma erken İmparatorluk dönemi geç Helenistik dönemin bir devamı niteliğindedir. Hemen belirtelim ki, Helenistik çağda toplumların eriştiği zenginlik, iletişimin hızlanması ve bilgi birikimine bağlı olarak artan talepler, seramik üreticileri tarafından hemen algılanmış ve bu talepleri en iyi bir biçimde karşılama alışkanlığı ve becerisi kazanılmıştır. Bu da doğal olarak ortak bir kültürün oluşmasına katkıda bulunmuştur. Hangi Helenistik merkezde yeni bir kap tipi ortaya çıkmışsa, bu tip hemen yayılabildiği gibi, talebi karşılamak üzere, üretim artırılmış, aynı zamanda bunların taklitleri de yerel atölyelerde hemen yapılabilmiştir. İşte Roma çağına girildiğinde de bu birikim daha geniş bir coğrafya için geçerli olmuştur. Roma İtalya’sında geç Helenistik ve Roma erken imparatorluk karakterini yansıtan en önemli üretim kalıpta yapılmış kırmızı astarlı ve çoğu zaman kabartma süslü kaplardır ki bunlar Arretina, Samia, Terra Sigillata gibi adlar altında incelenmiştir. İtalya ve diğer Roma Avrupa’sında yaygın olan bu malzemenin yerel taklitleri yapıldığı gibi, benzer biçimde Roma’nın Doğu Akdeniz bölgesindeki eyaletlerinde de kendine göre ve yukarıda saydığımız gruplarla az çok ilişkili olabilecek üretimler de gerçekleştirilmiştir.

Ancak, M.S. II. Yüzyılın sonlarına doğru Helenistik çağda ulaşılan birikimler, Roma coğrafyasında, merkezden çok uzaklarda, özellikle doğudaki kültürler, zaman içinde Helenistik kültür geleneklerini ve yaşam tarzını sürdüremez duruma geldikçe ve Romalılığın da bu yörelerde fazla etkin olamaması yüzünden, seramik sanatında lüks kap kacak yapımında gözle görülür bir gerileme dikkati çeker. Bu da iki önemli sonuca neden olur: bunlardan ilki, bölgesel atölyelerin gelişmesidir. Bunlar lüks kaplar yerine yarı mutfak, yarı lüks sayılabilecek üretimlere yönelirler; diğeri de bazı atölyelerin lüks kaplarıyla tüm imparatorluk sınırları içindeki alıcılara yanıt verebilecek kadar büyük çaplı üretim yapabilecek duruma gelirler. Ancak dar sınırlar içinde kalsa da, ilk gruba ait atölyelerin üretimleri daha yoğundur. Bu arada lüks ya da lüks olmayan kap üretimine metal kapların biçimlerinin ve zaman zaman da süslerinin etki etmesi Roma çağı için de geçerlidir.

HELENİSTİK DÖNEM ATÖLYELERİ VE TERMİNOLOJİ SORUNU:

Bu başlık altında Helenistik seramik guruplarının yani Batı Yamacı, Hadra, Gnathia Megara gibi adların nasıl yanlış ve günümüzdeki bilimsel gerçekleri yansıtmaması konusunu ele alacağız.

Seramik üretiminin Helenistik çağda çok çeşitli atölyelerde, yapıldığına, bunlardan popülarite kazanan bir kısmının da yaygın olarak başka atölyeler tarafından taklit edildiğine yukarıda dikkat çekmiştik. İşte bu yüzden, kimi zaman hangi üretimin yerli, hangi üretimin ithal olduğu konusu hala açıklıkla belirlenmiş değildir ve bu da atölye sorununu.gündeme getirmiştir. Diğer taraftan, özellikle geçen yüzyıldaki kazılarda bulunan ve bunları yayınlayanlar tarafından da, buluntu yerlerine göre adlandırılan bazı gurupların adlarının da yanlışlığı sonradan gerçekleştirilen araştırmalarla kanıtlanmış, ancak bu yerleşmiş adların değiştirilmesi konusunda fazla bir adım atılmamıştır. Bu konu da burada ele alacağımız sorunlardan bir diğerini oluşturacaktır.

Öncelikle atölyeler konusu üzerinde duralım. Bu güne kadar Anadolu’da ve Hellas’taki Helenistik ve Roma dönemi kentlerinde yapılan kazılardan elde edilen seramiğinin sınıflandırılmasında biçim ve süsleme ön planda olmuş ise de, bunların üretildiği atölyeler konusunda genelde bilinen adlar kullanılmıştır. Örneğin Batı Yamacı vazoları dediğimiz zaman, ilk kez 1910? yılında Atina akropolünün batı yamacındaki kazılarda bulunan basit boyalı vazolara C.Watzinger’in vermiş olduğu ad aklımıza gelmektedir (bak. Aş. Batı Yamacı Vazoları). Bunun gibi, Megara çanakları dendiğinde de ilk kez Megara’da (Hellas’ta ? bölgesinde bir kent) bulunan kabartmalı çanaklar akla gelmektedir. Sonuçta, bu ilk buluntu yerleri de, bu kapların aynı zamanda üretildiği yerler olduğu biçiminde algılanmış, ayrıca bundan sonra başka merkezlerde bulunan benzer malzeme de bu ve benzeri adlarla anılmış ve tanımlanmıştır. Halbuki bugün burada sözünü ettiğimiz her iki gurup ve diğer Helenistik vazo gruplarının asıl üretildikleri yerler hakkında daha geniş bilgilere sahip olduğumuz gibi, bu tiplerin yalnızca bir merkezde değil, benzer biçim ve süs özelliklerini taşımak kaydıyla, çok sayıda merkezde üretilmiş olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan, Helenistik seramiğin hangi belli atölyelerde üretildiği değil, üretildiği atölyenin tarzı ve bunun diğer atölyelerde üretilenlerle olan ilişkileri üzerinde durmak biz daha anlaşılabilir sonuçlara götürmektedir. Diğer taraftan bu alışılmış adların değiştirilmesi ve gerçek adların konması ve bunların daha açık tanımlarının yapılması konusunda henüz fazla bir girişimde bulunulmuş da değildir. Son yıllardaki arkeometri araştırmaları bu konuda bazı yeni sonuçlar ortaya koymuş olsa da (bak. Aşağıda Hadra Vazoları) henüz yukarıda sözünü ettiğimiz değişikliklerin yapıldığına da tanık olmamış oluyoruz.

İşte bu bağlamda, Helenistik vazo guruplarının adlandırılması konusuna gelmek istiyorum. Şimdiye kadar ve özellikle geçen yüzyılda yapılan kazı ve diğer araştırmalarda ele geçen çeşitli vazo guruplarının adlandırılmasında, bunların bulunduğu ilk yerlerin dikkate alındığına, buraların birer atölye olmasının düşünülmesiyle, adlandırmada da bu durumun öne çıktığına yukarıda değinmiştik. Bugün gelinen noktada bu adların yalnızca sembolik bir anlam ifade ettikleri, artık herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Bu bakımdan acaba bu kap gurupları için ne türden adlar vermek gerekir ?

YENİ ÜRETİM TEKNİKLERİ:

Burada, öncelikle boya özellikle, kalıp alma teknikleri ve diğer biçimlendirme, süsleme, astarlama teknikleri konusunu ele alalım.
Helenistik çağda üretimin en hızlı ve seri biçimde yapılmasına öncelik verildiğini, çoğalan atölyelerin birbirleriyle rekabeti açısından önemli olduğuna yukarıda birkaç kez değinmiştik. Durum böyle olunca üretimin bu şekilde gerçekleştirilmesi açısından yeni bir takım düzenlemelere ve üretim tekniklerine gereksinim duyulması kaçınılmazdı. İşte bu gereksinime bağlı olarak örneğin kalıp alma ve vazoları kalıpta yapma tekniği başta olmak üzere bazı yeni teknikler yaratılmıştır. Diğer taraftan süsleme açısından da örneğin daldırma tekniği gibi, bazı yeni teknikler uygulanmaya başlanmıştır. Şimdi bunları sırasıyla ele alalım.
Aşağıda sözde “Megara” kaseleri ve sigillata grupları dolayısıyla bir kez daha değineceğimiz kalıpta üretim tekniğinin yaygın olarak kullanımı yaklaşık M.Ö. 3. yüzyıl ortalarından sonraya rastlar. Bu teknikte, önce seri üretimi yapılacak vazonun bir modeli yapılar. Bunun için kil kullanıldığı gibi, zaman zaman alçı da kullanılmıştır. Kalıp hazırlama sırasında daha çok kabartmalı vazolardan, özellikle de metal kaplardan yararlanılmıştır; bunların dış yüzeylerine sıvanan kalıp kili, kuruduktan ve pişirildikten sonra kullanıma hazı duruma gelmiş olur. Kalıp hazırlamada ayrıca baskı yoluyla bazı figürlerin ve diğer motiflerin tekrarlanarak, kalıbın içine basılması, böylece kabartma motiflerin kalıbın içinde kendi biçimlerinin çukurluklarını oluşturması biçiminde gerçekleştirilmiştir.

KRONOLOJİ VE TARİHLEME SORUNLARI

Helenistik seramiğin bir başka önemli sorunu da gurupların tarihi ve kronolojisidir. Öncelikle belirtmek gerekir ki, seramik kronolojisi ile tarihsel kronoloji arasında bazı önemli farklar vardır. Tarihsel kronolojiye göre, Helenistik çağ, Büyük İskenderin ölümü ile başlar, seramik için ise, bundan biraz öncesi/sonrası (350/300) başlangıç tarihidir. Bu genel başlangıç ve bitiş tarihleri dışında, arkeolojik kazılarda elde edilen tarihsel veriler ve bununla ilgili malzeme de Helenistik seramiğin kronolojisinin oluşturulmasına katkıda bulunabilmektedir. Guruplara göre yapılan bu ve benzeri kronoloji oluşturma çabaları dışında, bazı vazo tiplerinin kullanım süreçleri de kronolojinin oluşturulmasına katkıda bulunur.

Helenistik seramiğin en önemli üretim merkezlerinden biri olan Atina’da oluşturulan kronolojiyi kısaca anlatalım. Corinth, Delos, Olynthus gibi Helen kentlerinin Helenistik dönem. kronolojisi hakkında duralım. Daha sonra Anadolu merkezlerine geçelim.

HELENİSTİK SERAMİGİN SINIFLANDIRILMASI:

Nerede üretilmiş olursa olsun, Helenistik çağ seramiğini sınıflandırmada kullanılan ölçütler daha çok, bunların üzerlerindeki süslere, ya da süssüz, yalın olmasına göre ayrılır. Bu tür sınıflandırmada vazoların biçimleri ve bunlara göre yapılabilecek bir sınıflandırma ikinci planda kalmaktadır. Diğer taraftan bir başka geçerli ayrım da –yine biçimlere bağlı olarak- bunların özellikle mutfakta ve günlük kullanımıyla ilgili özellikleridir. Bu bakımdan, aşağıda bu iki farklı sınıflandırma biçimini de tanıtacağız.
Süslü veya süssüz olmasına göre yapılacak ayrım yanında süslü seramik, boya veya yukarıda ele aldığımız diğer yöntemlere göre yapılmış süslemeler dikkate alınarak da bir sınıflandırma yapılabilir. Buna göre:
Süslü seramik
Boya süslü
Kabartma, baskı veya kazıma süslü olarak iki ana gurupta toplanabilir. Burada şunu hemen belirtmekte yarar vardır: bir vazo yalnızca boya süslü olduğu gibi, hem boya hem de ikinci maddede belirtilen yöntemlerden biri ile süslenmiş olabilir.
Süssüz seramik: Bu guruptaki örneklerin üzerinde hiçbir biçimde süsleme olmamasına karşın, özellikle lüks sayılabilecek servis kaplarının dış yüzü tamamen ya da görünür kısımları siyah, kahverengi veya kırmızı bir astarla kaplanmıştır.



1- Süslü seramik iki ana grupta toplanabilir. Bunlardan ilki, boya ile yapılan süslerdir. İkincisi ise damgalama ya da baskı yoluyla, ya da kabartma motiflerle yapılan süsleme yöntemidir. Boya ile süslü vazolar da kendi arasında bir kaç gruba ayrılabilir. Bunlardan ilk grubu, özellikle Attik ve Güney İtalya vazo atölyelerinde Klasik çağda egemen olan kırmızı figür tekniğinin bir versiyonu olan parlak ya da mat siyah, ancak zaman zaman da kırmızı astar zemin üzerine, başta beyaz ve açık sarı, ya da portakal sarısı renklerle yapılan süslemelerdir. Bunun kırmızı figür tekniğinden ayrılan en önemli yönü, kırmızı figür tekniğinde figürlerin vazo üzerinde rezerv olarak bırakılıp, figürler dışında kalan alanın parlak siyah bir astarla kaplanmasına karşılık, söz konusu kap gruplarında boyaların kabın tümünün siyah astarla kaplanmasından sonra bunun üzerine uygulanmasıdır. Bu sözünü ettiğimiz teknik çerçevesinde Gnathia kaplarını ve Batı yamacı kapları süslenmiştir. Bir başka uygulama da ise, Kızılırmak Havzası Kapları'nda olduğu gibi, birden fazla boya ile, ancak doğrudan kabın astarı kendi üzerine süslerin yapılmasıdır. Hadra vazoları, Batı Yamacı kaplarının bir Ayrıca bazı Lagynoslar da buna benzer bir yöntemle süslenmişlerdir.

Damga ya da baskı yoluyla yapılan süslemeleri geçmişini M.Ö. 5. Yüzyılın ortalarına kadar götürmek mümkündür. Bu süsler daha çok kase, tabak gibi açık kapların iç merkezlerine yapılmışlardır. 4. Yüzyılın sonlarına doğru baskı yöntemiyle yapılan süsler palmet ve rulat süsleriyle sınırlı duruma gelir. Örneğin biçimlerinde oluşan değişiklikler yüzünden kantharosların içerisine M.Ö. 325 ten sonra bu süsler artık yapılmaz olur. Aynı durum cup-kantharoslar için de geçerlidir. Ancak echinus kaselerde ve kenarı dışa taşkın, ya da kenarı yivli tabaklarda ve bazan da kenarı kalınlaştırılmış tabaklarda bu yolla yapılmış süsler bu tarihten sonra da görülür. 4. Yüzyılın son çeyreğinde sayıları değişen ve birbirine yaylarla bağlanmış olan palmetler kullanılmıştır. Bu uygulama dört palmetten oluşan ve bir rulet süs içerisinde yer alan bir düzende azalarak sürer. Birbirine bağlı palmetler tabaklarda, geniş biçimlerine bağlı olarak, kaselerden daha uzun bir süre kullanılır. Bu süs kaselerde M.Ö. 300 tarihlerinden sonra iyice azalır. Tabaklarda ise erken 3 yüzyılda, hatta çok az olsa da 3. Yüzyılın içlerinde görülür. 275 dolaylarında echinus kaselerde baskı süsü tümüyle kalkar. M.Ö 2. yüzyıla ait kenarı dışa taşkın kaselerde baskı süsleri kullanılmıştır. Kenarı yuvarlatılmış tabaklarda ise bunların kullanımı 3. Yüzyılla sınırlıdır.

Baskı süsleri ilk kez Klasik çağ yalın siyah astarlı kaplarda kullanılmıştır ve bu gelenek Helenistik çağda da hem eski biçimlerin devamı olan kaplarda, hem de ilk kez bu dönemde ortaya çıkan kaplarda görülmektedir. Bunlardan M.Ö. 2. Yüzyılın ilk yarısına ait Knidos omuzlu kaselerinin taklitlerinde ve pahlınmış (bevelled) kaselerde rulet süslerinin içinde görülür. M.Ö 2. Yüzyılın ortalarından itibaren sadece rulet süsleri görülür. Rulet süsü çok ender durumlarda baskı süsleriyle birlikte bu ve benzeri yeni biçimlerde sıkça görülmesi M.Ö 2. yüzyılın ortalarına rastlar ki, bunda, küre karınlı, halka kaideli kaselerde, kenarı dışa taşkın, karnı dik yapılmış derin kaselerde ve karnı basamaklı, ya da kenarı yukarı dönük tabaklarda olduğu gibi, İtalya'da üretilen prototiplerin etkisinin olduğuna kuşku yoktur.

Rulet süslerinin yapımında da belli bir değişim söz konusudur. M.Ö. 275 yıllarına kadar olan uygulamalarda daha düzgün rulet süsleri söz konusuyken, daha sonra bunlar kabalaşmaya, basitleşmeye başlar. Daha sonra rulet süslerinin yapımında farklı bir yöntem izlenir. Buna göre süsler daha geniş alanlara, hatta kure karınlı fincanlarda olduğu gibi, kabın hem içine, hem de dışına uygulanır. Bunların ortaya çıkışı M.Ö. 200 ile sınırlandırılabilir. Bu uygulama benzer biçimde, aynı tarihe ait, kenarı iki dilimli tabaklarda da görülür.

HELENİSTİK ÇAĞ SERAMİĞİNİN TARİHLENMESİ VE KRONOLOJİSİ SORUNU:

Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılacağı gibi, Helenistik çağda tüm Akdeniz havzasında büyük ve kalabalık metropollerin oluşması, bunlar arasındaki çeşitli ilişkilerin ve bu arada ticari taşımacılığın gelişmesi, sermaik üretiminin de çoğalmasına ve yayılmasına ve neden olmuştur. Herhangi bir atelyenin ürettiği yeni biçimler çok geçmeden başka atelyeler tarafından taklit edilmiş, ayrıca yerel atelyeler kendilerine özgü yeni üretim teknikleri ve biçimler yaratarak, önemli bir rekabet ortamı yaratmışlardır. Bu ve benzeri nedenlerle, Hellenitik çağ seramiğinin örneğin Klasik çağ figürlü vazo ressamlarının eserleri gibi, dar bir tarih içine yerleştirilmesi olanaklı olmadığı gibi, bazı durumlarda, özellikle taklit biçimleri???? 

GURUPLAR

Hellenistik çağdaki boya ile süslü vazo gruplarının başlıcaları şunlardır:
1- Gnathia Kapları
2- Batı Yamacı Kapları
3- Lagynoslar
5- Kabartma Süslü Kaplar
6- Hadra Hydriaları
7- Kızılırmak Havzası Kapları

Vazo guruplarını ele alırken:
Bu gurubun adının geldiği yer-veya adı nereden gelmiş;
Yayılma alanları ve taklit üretimlerinin olup olmadığı
Görülen formlar
Süslemelerde görülen boyalar ve süsler.
Kronolojisi
Düzeni içerisinde hazırlayalım.

GNATHIA KAPLARI:

19. yüzyılın ortalarında Güney İtalya'da EGNAZIA (Eski Gnathia) da bulunan kaplar nedeniyle bu adı almış ve Gnathia dışında da imal edildiklerinin saptanmasına rağmen, literatürde bu adla kalmıştır. Bu kaplar tip olarak siyah astar üzerine beyaz, sarı, kırmızı boyaların tonları ile yapılan insan figürleri, asma dalları, sarmaşık dalları, veya bol kıvrımlı dallar arasına yerleştirilmiş kadın başları ile süslenmişlerdir. Bu adını saydığımız süsler büyük ebatlı olmayıp daha çok minyatür görünümündedir. Kap biçimleri de bu süslerin yapımına uygun ölçülere sahiptir. Tüm bu süsler genellikle Dionysos ve onun şölenlerini simgeliyor olmalı ki, bunları eserleri ele alırken daha iyi göreceğiz.

Gnathia kapları Apulia'da yaklaşık 100 yıl süreyle üretilmişlerdir. Bu zaman IV. yüzyılın ikinci çeyreği ile III. yüzyılın ikinci çeyreği arasındadır. En önemli ve büyük üretim merkezi, Taranto olmalıdır. Ancak kapların çamur kapsamlarının gösterdiği farklılıklar ve bu kapların buluntu yerlerinin dağılımı bize Gnathia kaplarının yalnızca bir merkezde yapılmayıp özellikle IV. yüzyılda çok değişik bölgelerde, atölyelerde yapıldığını göstermektedir. Güney İtalya’daki bu atölyeler özellikle IV. yüzyılda yoğun bir üretim içindedir. Ancak III. yüzyıla gelindiğinde Canosa dışında bu merkezlerdeki üretim düşer.
Gnathia kapları; hemen hemen tüm Akdeniz havzasında, Yunanistan, Ege Adaları, Kıbrıs, Alexandria, İspanya, Korsika, Yukarı Adriyatik'te bulunmuştur. Aynı zamanda Atina'da üretilen Batı Yamacı kaplarının bazı Gnathia motiflerini kullandığı ve bu şekilde bu kap türünün Gnathia'dan etkilenmiş olabileceğini söyleyebiliriz.

Şimdi Apulia'daki Gnathia stili üzerinde durmaya başlayalım. Apulia-Gnathia stilinin gelişimi üç ana safhada ele alınabilir: Erken Gnathia 370/360-330; Orta Gnathia 340/330-300; Geç Gnathia 300-270.

1- Erken Gnathia: İlk safha bir yandan daha önce gördüğümüz Güney İtalya kırmızı figürlü vazo sanatının etkilerini görmekte, diğer yandan Gnathia ressamlarının yeni arayışlarına tanık olmaktayız. Kırmızı figürle ilgi açık bir alan içerisine yerleştirilmiş tam bir figür yapımıyla kendini göstermektedir. Başta sade olan kap yüzeyine, çok geçmeden sarmaşık, defne, bazı spiralli dal süsleri repertuara girer.

Başlangıçta yalnızca beyaz boya kullanılırken, daha sonra sarı, portakal renginin tonları, kahverengi ve kırmızının tonları ve çok seyrek olarak pembe ve yeşil gibi renklerle hoşa giden bir çok renklilik meydana getirirler. Aynı zamanda kazıma tekniği ile yapılmış bitki motifleri azda olsa görülmektedir.

Bu safhanın en güzel yapımları Konnakis ressamı ve onun grubu-çevresine verilen örneklerdir. Bonn'da Akademisches Kunstmuseum'da bulunan bir

Gnathia kaplarının orta veya ikinci safhasında yani İ.Ö. 340 dolaylarından itibaren üretimde artışlar görülür. Bu artış yalnız süslenen kapların sayısal çokluğu ile değil, aynı zamanda kap biçimlerinde görülen çeşitlilik ile de kendisini gösterir. Ancak bu artış süsleme kalitesinin düşmesi sonucunu da doğurur. Nasıl ki IV. yüzyılın sonlarında kırmızı figürlü vazoların üzerindeki süslerde belirgin bir kalite düşüşü vardır, bunun gibi orta safha Gnathia kaplarında da aynı kalite düşüşü sezilebilir. Bu safhada vazo üzerinde tam figürlerin yapımı oldukça azalmıştır. Bunun yerine bitki süsleri veya iki tarafa açılan kanatlar arasında kadın başları, kuşlar görülür. Asma dalı süsü devam eder, daha bol kıvrımlı filizler görülmeye başlar. Ancak bunların çizimi özensizdir. Asma dalları yerini iri yaprakları ve boyalı dalları olan sarmaşık dalları yapımı başlar. İlk safhanın sonlarında görülmeye başlayan maskelerle süslü vazolar daha bol olarak yapılmaya devam edilir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Dionysos yalnızca şarap tanrısı olarak değil, aynı zamanda tiyatronun da tanrısı ve koruyucusu olarak kutsanır. Diğer süsler arasında uzun pendantlar da görülmektedir.

İkinci safhayı elinde tutan üç ressamdan ilki Lecca 1075 ressamı belki de Gül ressamının öğrencisi olmalıdır. Bu nedenle bir yandan ustasının diğer yandan çağdaşları sanatkârlarla da ilişki içindedir. Sanatkar ancak ustasına göre daha zayıftır ve ustasının kararlı çizgilerinden kendisine eser yoktur. Lecca 1075 ressamı bir kaç pelike, küçük lekythoslar ve şişelerdir. Bu son iki kap grubu kadın başları ile süslenmiştir.

Bonn'da bulunan pelikesi sanatkarın eski geleneğine uyarak boyadığı bir örnektir. Burada kabın bir yüzünde yine üç ayağı tasvir edilmiş olarak görülen bir iskemle üzerinde oturan ve elinde kuğu tutan bir kadın tasvir edilmiştir. Kap üzerindeki motifler için değişik renkler kullanılmıştır. Meander, rozet ve pendantlar sarıdır. Bunların yanında beyaza boyanmış bitki süsleri zıtlık oluştur. Kadın, kuğu ve iskemle çok dikkatlice yapılmış detaylara sahiptir. Kadının elbisesi koyu tonda kırmızı ile boyanmış ve detayları siyah ve beyaz boyalarla belirtilmiştir. Beyaz khitonu ise portakal kırmızısı şeritlere sahiptir. İskemle (Dipteros) tamamen ince tonda sarı ile boyanmıştır ve üzeri titiz bir biçimde süslüdür. İskemlenin üç bacağının tasviri Apulia geleneğidir. Sahne içinde üstte asılı olarak duran kemer süsü de yeni bir motiftir. Bu safhaya ait ressamların repertuarında parçalar bölünmüş yüzeyi olan yuvarlak, top gibi şekiller ve yaprakları üçgen biçimli rozetler bulunmaktadır. Bonn'daki pelikenin diğer yüzünde bir defne dalı bulunmaktadır ki dalların kavuştukları yerde bir rozet bulunmaktadır.

Lecca 1075 ressamı İ.Ö. 340-320 arasında çalışmıştır ve Bonn'daki bu pelikesi 340'dan biraz sonraya tarihlenebilir.

Orta safhanın karekteristik özelliklerini bir Lekanis'te görebiliriz. Süs basittir. Ortada kanatlarını açan bir kuğu ve her iki yana doğru uzanan dallar görülmektedir. Dikkat edilirse buradaki bitkilerin yaprakları yapılmamaya, onun yerine bol kıvrımlı filizler gösterilmeye çalışılıyor. Altta bu süs frizinin sınırlandıran bir bant bulunmaktadır.

Orta safhanın bir başka sanatkarı da Dunedin ressamı ve onun grubudur. Bu ressam ve grubu orta Gnathia'nın büyük bir bölümünü kaplar. Bu gruptaki eserlerin hiç biri artistik değeri açısından en doruk noktaya ulaşamamıştır. Bu grubun önemi Dunedin ressamı ve çevresi tarafından çok sayıda vazonun süslenmesidir. Bu grubun erken safhasına verilebilecek küçük bir basık lekythos üzerinde sanki bitkiler arasından fışkırıyormuş hissini veren bir baş görünmektedir. Üzerindeki boyalar her ne kadar dökülmüşse de saçların altın kahverengisi rengi ve kütlesel görünüşü sezilebilmektedir. Vazonun geri kalan kısımları bol spiralli bitki süsleri ile kaplanmıştır. Bu frizin altında yumurta dizileri üstte ise benekler dizisi görülmektedir. Dikkat edilirse bitki süslerinde ağırlık birazda şematikleştirilmiş bitki frizlerine verilmiştir. Bu süsler genellikle sarı ile yapılmıştır.

Dunedin ressamının grubuna ait bir başka örnek Bonn'da bulunan pelikedir. Pelikenin biçimi tipik Gnathia örneklerine uygundur. Özellikle kaide biçimi daha önce sözünü ettiğimizi gibi kap formu ne olursa olsun Gnathia atölyelerinde orta profile sahiptir. Pelikenin boynu sırası ile yumurta-inci dizisi, noktalarla süslenmiştir. Karında ortada profilden yapılmış bir kadın başı, her iki yanında açılmış kanatlar ve bitki spiralleri görülmektedir. Altta ise yeni yumurta dizisi vardır. Daha öncede söylediğimiz gibi bitkiler veya açılmış kanatlar arasında yer alan kadın başları süsü orta Gnathia için özgündür. Ancak yine daha önce belirtmiştik ki, bu süsler lekythoslar ve şişeler üzerinde görülmektedir. Bu şekilde bu süslerin pelikeler üzerine yapılması hemen hemen yalnız Dunedin grubundadır. Üzerinde boyaları epeyce dökülmüş olan başın en özgün yanı, onun hafifçe yukarıya kalkık olmasıdır. Lecca 1075 ressamı grubu eserlerinde gözler profilden tasvir edildiği halde Dunedin ressamı grubunda gözler dolu ve neredeyse cepheden gösterilmişlerdir. Ağzı göstermek üzere biraz aşağı doğru yapılmış çizgi yeterli görülmüştür. Kanatlar kırmızı ile boyanmış, detayları beyaz boya ile gösterilmiştir.Bu pelike orta Gnathia'nın geç dönemine yani 320 dolaylarına tarihlenebilir.

Orta safha Gnathia skyphoslarına örnek olabilecek kabın üzerindeki süsler Gül ressamının izlerini taşır ve bu bakımdan safhanın başına tarihlenebilir. Fakat hem asma dalları hem de baş daha kaba görünüşlüdür.

Bir Oinochoe karnında ise biraz önceki skyphoslarda gördüğümüz asma dalı çelengini görmekteyiz.

Gnathia vazolarının üçüncü safhası için vazoların karınlarının dikey yivle biçimlendirmeye başlaması bir başlangıç olarak kabul edilmektedir. Vazoların karınları üzerine bu tür yivlerin yapılması madeni kapların etkisiyle İ.Ö. 5.yy.a kadar iner. IV.yüzyıl boyunca bu yivler çeşitli kaplara tatbik edilirler. Bu yivler Gnathia kaplarında da yaklaşık 320'lerde görülmeye başlar. Başlangıçta belki de bir atölyede yapılmaya başlayan gövdesi yivli Gnathia kapları daha sonraları yayılmış ve sevilmiştir. Yivler bazen beyaz ile doldurulmuştur. İkinci safhanın sonlarına doğru vazolar üzerine yapılan süslerde bir azalma görülmektedir. İşte üçüncü safhada özellikle kapalı kapların gövdelerine yayılan yivler yüzünden süslerde gözle görülür bir azalmak olmaktadır. Burada görülen her iki Oinochoe ikinci safhaya ait Oinochoe de gördüğümüz gibi süslerin karın ve boyunda toplanmış olması özelliğini fazlasıyla katmıştır. Vazoların gövdelerindeki boş kısımlar boydan boya yivlerle örtülmüştür. Yapılan süsler yine ikinci safhada kullanılan süslerdir. Yani sarmaşık veya asma yaprakları, pendantlar, kadın başları, hatta tam figürler de bulunur. Bitki süsleri karında bir friz halindedir. Kullanılan kaplarda hemen hemen aynıdır. Ancak, formlarda bazı değişmeler görülmeye başlar. İlk ve ikinci safhada görülmeye başlayan değişik renklerin boyanması özelliği kalkar ve daha çok sarı rengin egemen olduğu bir boyama başlar, ayrıca bu safhada süslemede kazıma tekniği kullanılmamıştır.

Bonn'da bulunan bir askos üzerinde çok stilize edilmiş asma dalları, altta da meander süsleri görülmektedir. Ayrıca askosun çok ince cidarlı olması geç Gnathia kaplarının bir özelliğidir. Burada göstereceğimiz son örnek düğümlü kulpları olan kraterleri görmekteyiz ki bunlar metal kapların taklitleridirler.

Kalyx-krater bu ilk safhaya verilen bir örnektir. Krater 30 cm. yüksekliğinde 31,1 cm. ağız genişliğine sahiptir. Kabın ön yüzünde bir ceylanı yakalamaya çalışan Eros görülmektedir. Erosun gövdesi açık kahverengi ile boyanmış ve vücuduna ait detaylar kırmızımsı kahverengi ile belirlenmiştir. Ayrıca bir resim tekniği olarak vücudunun parlayan-ışığı yansıtan kısımları, örneğin; kol, boyun ve yüzünde beyaz ile boyanmıştır. Saçının boyaları her ne kadar dökülmüş ise de onun sarı beyaz renklerde kıvırcık bir kütle halinde yapıldığı belli olmaktadır. Bize yakın olan kanadı detayları sulandırılmış astar boya ile belirlenmiş, beyaz renktedir; üst kısmı görülen gerideki kanat ise kırmızıdır. Ceylan üzeri sarı noktalarla beneklenmiş beyaz boyalıdır. Yaprakları ve başı üzerinde de sarı kahverengi boyalar görülmektedir. Gnathia kapları içerisinde Kalyx-krater biçimine pek rastlanmamaktadır. Ancak erken safhada kırmızı figür stilinin etkisi ile bu form görülür. Burada kulplar incedir ve iyice yukarıya kalkmaktadır. Kabın kaidesi, aynı zamanda çan biçimli kraterlerde ve pelikelerde de kullanılan tipik formdadır. Kap 360 dolaylarına verilebilir.

IV. yüzyılın ortalarına doğru Gnathia stilinde gelişmeler artar ve sanatkarlar  kendilerini kırmızı figür stilinin etkisinden kurtarmaya başlarlar. Erken safhanın sonlarına doğru oluşan bu yeni anlayışın en büyük temsilcisi Gül ressamıdır. Ressam iki görüş içinde eserlerini süslemektedir. Bunlardan ilkinde daha çok lekythos ve şişeler üzerinde bitkiler arasında ayakta veya oturur halde bir kadın veya ayna ile birlikte bir Eros, kuş, köpek veya buna benzer figürler görülmektedir. Bitki süsleri erken figürlerin yanında bulunan defne dallarının bir gelişimidir. Bunlar şimdi tamamen boyalıdırlar ve akanthus, kıvrılın filiz ve ekseriye çok güzel tasvir edilen bir gül ile süslenmişlerdir. Bu görüşe bir örnek olarak Kassel Müzesinde bulunan bir pelikeyi gösterebiliriz. Kabın boynundaki panelde bir tür giyoş süsü, aralarında rozetler altında dil-yumurta sırası ve pendantlar dizisi bulunmaktadır. Esas sahnede ortada giyimli bir kadın belki de giyimli bir tarzda bir gül üzerinde ayakta durmakta her iki yanda bol kıvrımlı akanthus, filiz, tomurcuk ve gül, rozet süsleri görülmektedir. Sahnenin altı eski geleneğe uygun olarak çaprazla ve meanderli metoplar süslenmiştir.

Ressamın ikinci görüşü; daha çok skyphos ve çan biçimli kraterler gibi açık kaplar üzerinde görülür. Bunlar üzerinde süslemede yeni bir motif olan asma dalı süs repertuarına sokulur. Asma dalı vazoyu detay olarak dolaşan bir çizgiyi kuşatıp ve bazen hevenkler biçiminde aşağıya sarkar. Dallar ve bazende üzüm demetleri kırmızı boyanmış yapraklar ve filizler ise beyazdır.

Bu grup için en güzel bir örnek; yine Bonn'da bulunan bir skyphos'tur. Yüksekliği 30 cm. kadar olan bu kap üzerindeki süsler, çok titiz yapılmışlardır. Bu gül ressamının bir özelliğidir. Vazonun ön yüzünde bir asma dalı yatay olarak üstte uzanmakta ve iki dal aşağıya sarkmaktadır. Bu iki dal arasında bir masa ve üzerinde iki kantharos ve bir yumurta bulunmaktadır. Masanın her iki yanında ise meşale demetleri bulunmaktadır. Bunlar altta bir yumurta dizisi frizi üzerine yerleştirilmişlerdir. Kabın üst frizinde yine yumurta sırası, beyaz ve sarı renklerde yapılmış panel frizi ve altta pendantlardan oluşmaktadır. Bu süsler, sarı, portakal kırmızısı, beyaz ve kahverengi boyaların tonlarıyla yapılmıştır. Kabın diğer yüzünde yine yumurta sırası pendantlar ve sarmaşık hevenkleri görülmektedir. Bunlar arasında da rozetler yer almıştır.

Yine aynı müzede bulunan bir çan krater üzerindeki asmalar gül ressamının etkisini gösterirler. Çizimler titiz ve özenle yapılmışlardır. Kraterin karnı üzerinde kulp yerine aslan başları yerleştirilmiştir ki, bu özellik Gnathia'daki çan biçimli kraterlerde de görülür.

2- BATI YAMACI KAPLARI:

Helenistik dönemdeki boyalı kap gruplarından biri olan "Batı Yamacı Kapları" ilk kez Atina akropolünün batı yamacında, Areopagus'un güneyinde W. Doerpfeld'in kazıları sırasında bulunmuş ve Carl Watzinger müzelerde bulunan benzer vazoları da bu grupta toplayarak yayınlamıştır. Daha sonraları arkeoloji literatürüne bu adla (Westabhang Keramik) girmiştir. Ancak bu grup için farklı terimlerin de kullanıldığı görülmektedir. Örneğin F.F. Jones, Tarsus’ta Gözlü Kulede bulunan bu gruba ait Helenistik seramiği “süslü glazurlu kaplar” (Decorated glazed ware) olarak ele almıştır. Yüzyılımızın başından itibaren yapılan araştırmalar, bu kap grubunun yalnızca Atina'da değil, çeşitli Doğu Akdeniz merkezlerinde da imal edildiğini ve bu grubu tespitte kullanılan "Batı Yamacı Kapları" teriminin yanlışlığını ortaya koymuş ise de, bunları tanımlamada yeni bir ad da önerilmiş değildir.

Batı Yamacı Kaplarını karakterize eden en önemli unsur, kabın astar boyası üzerine beyaz, ya da portakal sarısı renkte, aslında kabın kendisini yapıldığı sulandırılmış çamurla oluşturulan boya ile yapılmış defne ya da sarmaşık çelengi gibi bitki süslerinin, pendantların; ayrıca kazıma tekniği ile kabın astarının çizilerek bu bitki süslerini tamalayan dallarının, ya da çeşitli geometrik süslerdir. Böylece siyah ya da koyu renkteki zemin ile, beyaz renkteki süslerin birbiriyle oluşturduğu zıtlık Batı Yamacı kaplarının en dikkat çekici özelliğidir. Bu uygulama yukarıda da değindiğimiz gibi temel olarak Attik kırmızı figür tekniğinden ve bunun Güney İtalya'da, Gnathia'da üretilen kapların süsleme tekniğinden ortaya çıkmıştır. Bunun gibi, bu boyama tekniğini, Kerç vazolarında görülen, figürlerin detayları için yapılan ek boyamaların tekniği ile de karşılaştırmak olasıdır. Bu arada, üzeri zaman zaman kakma yöntemiyle alçak kabartmalarla süslü metal kapların bu özelliği, Batı Yamacı Kaplarının süslerinin kullanılan boyadan dolayı yine kabartmaymış gibi gözükmesi, bu grubun etkisi için bir dayanak oluşturabilir.  Hangi etkiyle olursa olsun, Batı Yamacı Kapları bu özellikleriyle, Attik boyalı seramiğinin son halkasını oluşturan bir kap grubudur. Ancak hemen hatırlatalım ki, Batı Yamacı Kapları Attika dışında, özellikle Anadolu'da bir kaç merkezde de üretilmiştir.
 
Batı Yamacı Kaplarını, killerinin ve astarlarının rengine göre iki ana gruba ayırabiliriz. Bunlardan ilk gruba giren örneklerde kabın kili açık deve tüyü, gri renkte  olan ve zemini mat siyah renkte bir astarla kaplanmıştır. İkinci grupta ise, bu kez vazonun kilinin çoğu zaman açık kiremit renginde olduğu, zeminin de yine açık veya kiremit kırmızısı bir astarla kaplanarak pürüzsüz bir yüzey elde edilmiştir. Bu ikinci tip kırmızı astarlılara, üzerlerinde görülen benek süslerinden dolayı "Mottled Oliver" adı verilmiştir (açıklama için bak. Rotroff, 43, not. 41). Ancak bu iki grup arasında, zeminleri siyahtan çok renleri koyu kahverengiden kırmızımsı kahverengine kadar değişen tonlarda olan bir grup daha vardır ki (Tarsus), olasılıkla bu vazolar Attik'nın mat siyah astarlı Batı Yamacı Vazolarının yerel taklitleridir ve bunlar -belki de kabın siyahlaştırılması tekniği hakkında yeteri kadar deneyimi olmayan- Attika, hatta Hellas dışındaki Anadolu atelyelerinin ürünleridir.

Buraya kadar olan anlatımdan ve diğer Helenistik boyalı seramik gruplarının tanımından da anlaşılacağı gibi, terim bu vazoların üzeindeki süslemeye dayanılarak ortaya atılmıştır. Bir başka deyişle, yukarıda tanımladığımız düzende, ancak farklı tipteki vazolar üzerine yapılan süsleme, bu kapların grubunu temsil etmektedir. Bu yüzden biz de burada öncelikle süsleme özellikleri üzerine durup, daha sonra biçimler değerlendireceğiz. Ancak hemen ekleyelim ki, yalnızca süslere bakarak vazonun tarihini vermek eksik bir değerlendirmedir. Bu bakımdan, Batı Yamacı tarzında motiflerle süslenmiş kapların biçim gelişimini de kesinlikle dikkate alınmalıdır.

Batı Yamacı Kaplarının biçimleri ve astarları hangi renkte olursa olsun, doğrudan bu astar üzerine ve süslenecek vazonun süsleme olanaklarına göre, beyaz ya da portakal sarısı bir boya ve kazımalarla bitki ve geometrik süsler yerleştirilmiştir. "Batı Yamacı Kapları" nın, özellikle erken örneklerinin süslenmesinde kullanılan boya veya sulandırılmış portakal kırmızı rekteki süse dokunulduğunda, vazonun üzerinde bir kabartma süs etkisi yaratacak kalınlıkta tatbik edilmişlerdir. Bu tür uygulama çömlekçilerin bazı metal kaplar üzerindeki kabartma süsleri taklit etme arzusunda olduklarını gösterir. Ayrıca yukarıda sözünü ettiğimiz kırmızı astarlıların üzerindeki Batı Yamacı Kaplarındaki bitki süslerinin biraz daha bozulmuş ve sadeleşmiş bitki ve geometrik süsleri yanında, benek süsleri, çeşitli kazıma süsler ve yatay yivler, kabartma süsler görülür. Ancak tüm Batı Yamacı Kaplarında, boya ile yapılmış süsler, zaman içinde dökülmüş ya da aşınmış olduğu için, günümüzde kazılarda ele geçen vazoların üzerinde bu süslerin sadece izi kalabilmiş ve bu yüzden de zaman zaman zor seçilir duruma gelmiştir. Bitki süsleri arasında en çok sevilen motif defne çelengidir. Ayrıca sarmaşık, rozet süsleri ile ender bazı vazolar üzerinde Gnathia vazolarını üzerine yapılan bitki süslerinden etkilenerek yapılmış olduğu anlaşılan asma süsü, lotus ya da pendant frizi, Batı Yamacı Kaplarının üzerine yapılan bitki süsleri arasında yer alır. Asma süsü gibi, yine Gnathia vazolarından öykünülerek yapılmış olduğu anlaşılan, yunus balıkları ve tek tük olarak, figürlü sahneler görülür. Çoğunlukla kazıma ile yapılan geometrik süsler arasında kafes süsü, bazen bir bölümü boya ile tamamlanan dama süsü, çaprazlar, dalgalı ve yatay çizgiler gibi süsler görülür. Yatay çizgilerin kazımayla sonradan oluşturulduğu örnekler bulunduğu gibi, kabin biçimlendirilmesi sırasında yapılmış yatay çizgilere de rastlanır; ancak bunların üzerine astar boya çekildiği için, bu boyanın altında kalmışlar ve kaıma çüzgüler gibi, kabın astarıyla bir zıtlık oluşturmamışlardır. Zaman zaman bu yivlerin üzerinin boyandığı örnekler bulunmaktadır.

İlk gruba giren "Batı Yamacı Kapları" nın siyah astarlı olanlarının M.Ö. V ve IV. yüzyıldaki süssüz siyah astarlı kaplarla yakınlığı gözden uzak tutulmamalıdır. S. Rotroff, ikinci gruba giren kırmızı astarlı Batı Yamacı kaplarının ortaya çıkışını Doğu Sigillatalarının, özellikle DSA grubunun ortaya çıkışı ile özdeşleştirmiş ve bunları M.Ö 2. Yüzyılın ortalarından sonraya tarihlemiştir. Biz bu kırmızı astarlı Batı Yamacı Kaplarının da DSA grubu seramiği ile ilişkisini kabul etmekteyiz. DSA grubu kapların ilk üretim yerinin Anadolu, özellikle güney ya da güney doğu Anadolu olduğunu öteden beri savunduğumuz için ve kırmızı astarlı Batı Yamacı kaplarının Anadolu'da Hellas'tan daha fazla yaygın olduğunu da dikkate alarak, hem böyle bir ilişkinin varlığını, hem de bunların da Anadolu atelyelerinde üretilmiş ve buradan yayılmış olduğunu kabul edebiliriz. Ancak bu malzeme üzerinde özellikle kronolojiyi ilgilendiren yeni malzemenin bulunmasının ardından daha iyi bir değerlendirme yapılması gerektiği inancındayım.

Batı Yamacı tarzında süslenen kapların biçim repertuvarı fazla geniş değildir. Aynı zamanda, bir kaç istisna dışında, süslü vazoların benzerleri, süssüz, yani yalın siyah astarlı olarak da bırakılmışlardır. Bu durum, bize süslü kaplarla süssüz kapların aynı atelyelerde yapıldığını gösterdiği gibi, aynı zamanda, bunlarla aynı tarihlerde yapılmış olduğunun da bir kanıtı olmaktadır. İşte bu yüzden de, Batı Yamacı tarzında süslenmiş vazolar için, daha kesin tarihler vermek olanaklı duruma gelmektedir.

"Batı Yamacı Kapları" nın yalnızca Atina'da yapılmayıp, diğer Helenistik merkezlerde de ele geçtiğine yukarıda değinmiştik. Gerçekten de Anadolu'da Bergama, Tarsus, Antiochia'da, Güney Rusya'da, Filistin'de Samaria'da, Mısır'da İskenderiye'de yerli yapım ve ithal örnekler bulunmuştur. Ayrıca Yunanistan'daki bazı Helenistik merkezler ile Adalar ve Kıbrıs'ta da "Batı Yamacı Kapları" örneklerine rastlanılmıştır. "Batı Yamacı Kapları" nın bu kadar yaygın olması, bunların Helenistik dönemde çok sevildiğini ve çeşitli amaçlar için (özellikle mezar hediyesi ve günlük hayatta çeşitli ihtiyaçlar için) kullanıldığını göstermektedir.

Çeşitli kazılardan sağlanan verilere göre "Batı Yamacı Kapları" en geç olarak M.Ö. IV. yüzyılın sonlarında yapılmağa başlanmıştır. Atina Agorası kazılarında ele edilen buluntular, bunların M.Ö. 1. yüzyıla kadar kullanıldığını göstermektedir. Ancak ne Agora'da ne de başka merkezlerde bunların sözü edilen üç yüzyıl içerisinde ne tür bir gelişim gösterdiği ve yapıldığı dönemlerdeki kronolojisi tespit edilebilmiş değildir. Çünkü Helenistik devirde yapılan diğer kap gruplarında da olduğu gibi, "Batı Yamacı Kapları" nın şekil ve süs yönünden gelişimini veya değişimini ortaya koyacak kesin kıstaslar bulunmamaktadır.

S.I. Rotroff'un Atina agorasında ele geçen buluntulara göre yaptığı analizlerden yola çıkarak Batı Yamacı tarzında süslenmiş kaplar şu gruplardan oluşmaktadır:

1- Kantharos:

S.I. Rotroff, Atina agorasında bulunan kantharosları iki alt başlık altında ele almıştır. Bunlardan ilk grubu Klasik kantharoslar oluşturur. Bunlar Klasik çağa ait Attik yalın siyah astarlılar olarak M.Ö 4. Yüzyılın başlarında ve kase-kantharoslardan türemiştir ve sonraki yüzyılda da devam etmiştir. Hellenistik çağ kantharosları aynı zamanda bu dönem kronolojisinin saptanmasında da önemli bir grubu oluşturur. Süsülü ya da süssüz Helenistik kantharoslar kendi içerisinde düz kenarlı, kalın ve dışa uzantı yapan kenarlı olmak üzere iki farklı biçim gösterir. Her iki tipin ağız kenarından itibaren, düz ya da içbükey bir profille aşağı inen karnı, yumuşak veya biraz sert bir dirsek yaptıktan sonra basık küre biçiminde daralır. Kaidesi karnın altında dar bir boyun yaptıktan sonra genişleyerek ve bir kaç profil yaparak ekhinusu andıracak biçimde sonra erer. Kaidenin otuma yüzeyi düzdür. Kantharosların en belirgin özelliği olan dikey kulplar, kenar ile asıl sap arasına konan, yatay ve sivrilen ucu hafifça yukarı kalkmış, üzeri çoğunlukla düz bir bir parçaya sahiptir. Bu parçanın hemen hemen ortasına bağlanan kulbun geri kalan kısmı dışa doğru hafifçe genişleyerek aşağıda bir dönüş yapmış ve altta karın çıkıntısına bağlanmıştır. Süssüz örneklerde olduğu gibi, bazı süslü kantharosların karın alt kısmında dikey dilimler ya da plastik dil süsleri bulunmaktadır. Klasik geleneği sürdüren kantharosların yükseklikleri 9 cm den 15 cm ye kadar değişir.

Klasik kantharos tipi, M.Ö. 3. yüzyılın ortalarında yerini Helenistik kantharoslara bırakır. Bunların en dikkat çeken yanı, Klasik çağ kantharoslara göre gövdenin genişlemesi, karnın alt bölümünü oluşturan kısmın hemen hemen tümüyle ortadan kalkması, daha da önemlisi, kaidenin genişleyerek, alçalmasıdır. Kulplar artık kenara değil, karnın üst kısmına bağlanmış; ayrıca iki parçalı görünümlü olan Klasik kantharosların kulpları yerine, tek parçalı halka kulpları vardır. Ancak kulbun karına bağlanan kısmının dönüş yerine başparmak koyacak, biraz da sembolik olan bir çıkıntı eklenmişir. Biçimle ilgili bu bilgilere ek olarak, kabın cidarının ve üzerine sürülen astarın iyice inceldiğini söylemeliyiz.  Bunlar ölçülerine göre, 9 cm den büyükler ve bu ölçüden küçükler olarak iki farklı tipte üretilmişlerdir.

Söz konusu bu Helenistik kantahroslar biçim olarak Boiotia'da Kabeiron kutsal alanında bulunan ve kimi zaman skyphos olarak da anılan siyah figür bezeli kaplara oldukça yakındır ve bu yüzden, Helenistik kantharos'un bu biçimden türetilmiş olduğu savı öne sürülmektedir.

Helenistik kantharoslar üzerinde yapılan süsler karnın üst bölümüne kulplar arasında kalan geniş yüzeye yerleştirilmişlerdir. Bunlar genellikle her iki kulbun bulunduğu yerden merkeze doğru yatay ya da hafif sarkmış biçimde defne çelenkleri, pendant, sarmaşık çelenklerinden oluşmaktadır. Ayrıca Gnathi vazolarında gördüğümüz gibi, duvara asılmış gibi duran dizi çelenkler, yunus balığı süsleri gibi süsler de görülür.

Atina agorası ve diğer merkezlerdeki verilere göre, Batı yamacı tarzında süslü Klasik çağ geleneğini sürdüren kantharoslar daha çok geç 4. Yüzyıldan 3. Yüzyılın ortalarına kadar yaygındır. Parlak siyah astarlı Attik kantharoslar üzerine yapılan benzer süslemeler M.Ö. 4. Yüzyılın başlarına kadar inmektedir. Hellenistik çağ kantharosları ise M.Ö. 3. Yüzyılın ortalarından bu yüzyılın sonuna kadar yoğun olarak kullanılmışlardır. Atina agorasında M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenen pek az örnek bulunmuştur.

2- Kase Kantharos:

Batı Yamacı tarzında süslenmiş bir başka kap grubunu oluşturam bu içki kaplarının biçimleri olasılıkla M.Ö. 4. Yüzyılın ilk çeyreğine ait kase skyphoslardan (cup-skyphos) türemiş olmalıdır. Bunların da iki tipi yani düz kenarlı ve kalınlaştırılmış kenarlı tipleri bulunmaktadır ve erken olan örnekler kalılaştırılmış kenarlı olanlardır. Karın biçimleri kantharoslara yakın olan bu kapların omuz çıkıntısından yukarıya doğru çıkan ve bazı örneklerde uçları kaba doğru keskin bir biçimde kıvrılmış olan kulplarıyla onlardan ayrılır ve bu görünüşleriyle daha çok Klasik çağdaki kalyx kraterleri andırır.

Kase kantharosların süsleme düzeni ve süsleri de kantharoslarınki ile yakınlık gösterir. Tarihleme açısından da yine M.Ö. 325 ile 250 yılları arasına yerleştirilirler.

3- Kalyx-Kase (Calyx-cup):

Aslında kase kantharosların kaidesiz ve kulpsuz bir benzeri olan kalyx kase olasılıkla Akamenid gümüş kaselerden türetilmiş bir kaptır. Bunların kenarları düz olmayıp, dışa doğru uzantı yapmıştır. Göve, yukarıda da belirttiğimiz gibi,  kase kantharosların gövde biçimleriyyle paralellik gösterir; ancak, gövdenin alt bölümü, Akamenid kaselerinde de olduğu gibi, elle yapılmış dikey dilimlere ayrılmıştır ve bazan bu dilimler arasında yine dikey çizgiler bulunmaktadır.

Kase kantharosların, yalın siyah astarlıları olduğu gibi, üzerine, yukarıdaki diğer kantharoslara benzeyen tarzda Batı Yamacı Kapları süslerin yapıldığı örnekler de bulunmaktadır.

Kase kantharosların en eskilerinden biri Olynthos'ta bulunmuştur; dolayısıyla M.Ö. 4 yüzyılın ortalarına tarihlenir. Ancak Atina agorasında bulunanların tümü 325 tarihinden sonraya aittir. Son örnekler ise M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenir.

4- Kadehler (bowl-kantharos)

Biçim açısından kantharoslarla ilişkisi olan kadehlerin de Klasik ve erken Helenistik dönemlere ait birbirinden bazı özellikleriyle ayrılan iki alt tipi bulunmaktadır. Klasik kadehler de, kantharoslar gibi, yüksek kaidelidir ve kulpları karnın iki yanından yukarıya doğru çıkarak, uçları yine kadehin karnına doğru dönmüştür. Kadehleri kantharoslardan ayıran en önemli özellik ise, karnın yarım küre biçimidir. Örken örneklerde kenar düz bir biçimde yapılmışken, daha sonra kenarın hafifçe dışa doğru büküldüğü görülmektedir. Helenistik çağ kadehler ise, karın ve kaide biçimiyle Klasik kadehlerine yakın ise de, kulp biçimleriyle, yukarıda ele aldığımız Helenistik kantharoslarınkine benzer: yani, dikey, halka biçimlidir ve kulbun üst yüzeyine yine başparmak yeri eklenmiştir.

Kadehlerin üzerindeki Batı yamacı süsleri yukarıda ele aldığımız diğer kaplardan farklı değildir; yalnızca kabın karın biçimindeki değişmelerle, üzerine yapılan süslerin düzenlenmsinde küçük değişiklikler yapılmıştır.

Bu her iki kadeh tipinin tarihlenmesi de yine kantharoslarınki ile özdeştir. Atina agorasında Klasik kantharosların düz kenarlı örnekleri M.Ö. 325 ile erken 3. Yüzyıl arasına yerleştirilmiştir. Kenarı dışa uzantı yapan kadehlerin ise 3. Yüzyılın başlarından bu yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna kadar kullanılmıştır. Bundan da anlaşılacağı gibi, her iki Klasik tip de kısa sürelerle kullanılmış kaplardır. Helenistik kadehler ise, M.Ö.erken 3. Yüzyılda ortaya çıkmış ve yaklaşık olarak çeyrek yüzyıl kadar kullanıldıktan sonra Klasik kadaehlerin ortadan kalkmasıyla birlikte bunların üretimi de son bulmuştur.

Burada tanıttığımız kadeh tipiyle ve Klasik çağ yalın siyah astarlı ve yarım küre karınlı, yüksek ayaklı kulpsuz kaselerle (ya da tabaklar) ilintili değişik bir kadeh bir tipi daha bulunmaktadır. Ancak bunların, özellikle kadehlerinki gibi belirgin kulpları yerine, kenarın altına karşılıklı birer çıkıntı (lug ya da bolster denmiş) biçiminde kulpları bulunmaktadır. Atina agorasında ele geçen  bir kaç örneğin üzerlerindeki Batı yamacı tarzındaki süsler sarmaşık çelenleriyle sınırlı kalmıştır.

Atina agorasında bulunan bir kaç örnek göstermektedir ki, bu form hem yaygın değildir, hem de çok kısa bir süre gündemde kalmıştır. Kabaca bir tarih vermek gerekirse, bunlar en fazla M.Ö erken 3. Yüzyılın ilk yarısına yerleştirilebilirler.  

5- Skyphos

Klasik çağ yalın siyah astarlı vazoların en sevilen kap tipi olan Attik ve Korinth tipi skyphoslar erken Helenistik dönemde de yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak bunların Batı Yamacı razında süslenmiş olanları yalnızca Korinth tipi skyphoslarla sınırlı kalmıştır. Bu bakımdan biz de burada, Batı Yamacı tarzında süslü skyphoslardan yalnızca Korinth tipi olanları burada tanıtacağız.

Korinth tipi skyphosların en olgun örneklerini geç klasik çağda görmekteyiz. Bunlar, yukarıda da belirttiğimiz gibi, erken Helenistik çağda da kısa bir süre daha kullanılırla ve daha sonra ortadan kalkarlar. Erken Helenistik Korinth tipi skyphosların biçimi, Klasik çağ Korinth tipi skyphoslarından pek farklı değildir. Ancak halka tipi kaide biraz değişikliğe uğrayarak, dışa doğru yayvanlaşmış, fazla yüksek olmayan bir ayak biçimini almıştır. Kimi zaman kulpları Klasik skyphoslarınkine benzer biçimde kenarın altına yatay olarak yerleştirilmişken, kimi zaman da kantharoslar ve kadehlerde olduğu gibi, halka biçimli ve gövdeye dik olarak eklenmiştir; ayrıca kulbun üzerine başparmak çıkıntısı eklenmiştir. Korinth tipi skyphosların üzerindeki Batı Yamacı tarzı süsler her iki kulbun arasına yerleştirilmiştir. Motifler sınırlıdır ve görünüşleriyle kakma süslü metal kapları anımsatırlar.

Atina agorasında bulunan Korinth tipi skyphoslar, yukarıda da değindiğimiz gibi, M.Ö 4. Yüzyılın sonlarında yaygındır ve kullanımları yaklaşık olarak M.Ö. 275 yıllarına kadar sürmüştür.

6- Yarım Küre Karınlı Kaseler:

Hellenistik vazolar arasında içki tası olarak kullanılan kaseler ve bununla ilgili diğer vazolar oldukça geniş bir repertuvara sahiptir. Bunlardan yarım küre karınlı kaseler hem değişik biçimleri hem de üzerine yapılan süsleriyle önemli bir kap grubunu oluşturur. Bunlar arasında Atina agorasında bulunan ve alt kısmında kabın zemine oturmasını sağlayan 3 çıkıntının olduğu üç ayaklı kaseler bu biçimin metal kaplarla olan ilişkisini ortaya koymak bakımından önemli örneklerdir. Öncelikle bunların çok ince cidarlı olmaları dikkat çekicidir. Kenarı düz ya da biraz içe dönüktür ve uca doğru incelir. Gövde tam bir yarım küre biçimindedir. Dış yüzde, kenarın altında iki yatay yiv bulunmaktadır. Altta kabın yere oturması için istiridye kabuğunu andıran ve birbirine oldukça yakın olarak yerleştirilmiş olan plastik üç kısa ayak bulunmaktadır. Kabın oldukça parlak siyah astarı üzerinde bu kez kulplar tarafından kesilmemiş, Batı yamacı tarzında ve çok ince bir işçilik gösteren, ancak stilize olmaya yüz tutmuş askıda sarmaşık defne gibi bitki motifi, yunus balıkları, spiraller, pendant, dama süsü gibi bezekler yapılmıştır.

Atina agorasında ele geçen bu tip kaselerin en erken örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılın başlarına tarihlenir. En geç örnekler ise bu yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonlarında yapılmışlardır.

Atina agorasında Batı Yamacı tarzında boyalı kaselerden diğer bir grubu da, iç yüzeyi boyalı kaseler oluşturur. Bunlar oldukça geniş bir gövdeye sahiptir ve Helenistik çağda ilk kez ortaya çıkan bir anlayışla, yalnızca iç yüzeyleri süslenmiştir. Atina agorasında iç yüzeyi boyalı kaselerin iki farklı biçimi ele geçmiştir. Bunlardan ilk tipe giren kaselerin gövdeleri oldukça sığdır ve konik profilidir. Diğer tipin gövdesi ise daha küreseldir ve kenarı hafifçe dışa uzantı yapmıştır. Bazan bunların tondosunda madalyon biçiminde kabartma bir süs de yapılmıştır. Bu bakımdan söz konusu pişmiş toprak kaselerin benzeri metal, özellikle gümüş kaselerle bir ilişkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Gövdeleri daha büyük olan kaselerin iç yüzeyine yapılan süslemeler zaman zaman iki friz biçimindedir; böylece kaseye daha zengin bir görünüm kazandırılmıştır. Süslerin düzeni, bunların yerleştirilme biçimi ve bazı motifler tümüyle gümüş prototiplerini anımsatır. Batı Yamacı tarzındaki süsler arasında yine sarmaşık, defne ve asma yaprakları öne çıkar. Ayrıca üzüm salkımları, yunus balıkları, tymiatherion süsü gibi motifler görülür. Kasenin tondosunaki boya ile yapılmış süsler oldukça basittir. Motifler arasında, yıldız ya da rozet süsü, palmet frizi gibi bitki süsleri dışında, şua süsü noktalar ve kıvrık dal süsleri görülür. Bunlar bazan madalyonda yer alan kabartma süslerin çerçevesi biçiminde de verilmiştir. Madalyonda yer alan kabartma süsler arasında cepheden ya da hafifçe dönmüş baş ya da büst görülür. Bunların kimin başı ya da büstü olduğu kolayca anlaşılacak durumda değildir. Ancak, Pan, Dionysos ya da Dionysos-Ariadne çifti, ya da Nike-Iris gibi bazı mitolojik figürlere ait başlar saptanabilmektedir. Atina agorasında bulunan iki kasenin iç yüzündeki büstlerin Mısır kralı Ptolemaios I Soter'e ait olduğu saptanmıştır. Bu bakımdan, söz konusu kaselerin içine böylesi kişilerin portrelerinin yapılmasının da söz konusu olduğu anlaşılmaktadır ki, bu gelenek kendisini daha çok Roma imparatorluk döneminde gösterir.

İç yüzü süslü kaselerin ilk örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılın ilk yarısına tarihlenir. Ancak, özellikle madalyonda kabartma süslerin bulunduğu bazı kaseler M.Ö. 2., hatta 1. Yüzyılda bile üretilmişlerdir.

7- Amphora:

Helenistik çağda Batı Yamacı tarzında boyanmış en yaygın vazolardan biri de amphoralardır. Bunlar özellikle Anadolu ve İtalya'da yaygın olarak görülmektedirler ve Yunanistan'da Atina dışında bir kaç merkezde de üretilmişlerdir. Bunların bu kadar yaygın üretilmiş olmalarına bağlı olarak, farklı biçimlerinin bulunmuş olması kaçınılmazdır. Bunlar, bikonik gövdesi ve şerit biçimli kulplarıyla tanınan Gnathia tipi, Anadolu ve Karadeniz bölgesinde yaygın olan, kalınlaştırılmış kenarlı, karnı dikey yivlerle süslü ve şerit kulplu amphoralar ve özellikle Attik atelyelerde üretilmiş olan, basit kenarlı ve gövdeli, burma kulplu amphoralardır.

Attik Batı Yamacı amphoraları yana doğru hafifçe yayvan kenarlı, silindir biçimli boyunlu, oldukça basık gövdeli ve bir kaç basamaklı bir profili olan kalıpta yapılmış kaidelidir. Bazan gövdenin alt kısmı, çark yerine, kabartmalı kaseler gibi, kalıpta yapılmış olup, burada yine onlarınkine benzeyen kabartma süsler bulunmaktadır. Burmalı kulplar kenarın altından omuza bağlanırlar. Kulpların omuza bağlandığı yerlerde bazen, metal kapların kulplarının yerleştirilmesi sırasında uygulanan kulp kanatlarının plastik taklitleri bulunmaktadır. Ayrıca yine metal kaplar için uygulanan yatay yivler, Batı Yamacı amphoraların kaidesi ile omuzu arasına da yapılmıştır.

Vazonun içi ve dışı oldukça iyi bir biçimde astarlanmıştır ve Batı Yamacı tarzındaki süsler, vazonun her iki yüzüne yapılmış bir kaç örnek dışında, tek yüzüne ve vazonun boynuna ve omuzu üzerine yerleştirilmiştir. Amphoraların boyununa genellikle sarmaşık, defne çelengi, asma, palmet, rozet, pendant gibi, bitki süsleri; omuza ise, daha çok geometrik süsler, yani, kafes, iç içe kare süsü, dama süsü yapılmıştır.

Atina agorasında Batı Yamacı tarzında süslenmiş olan amphoraların en eski örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılına ortalarına tarihlenmektedir. Ancak benzer amphoraların M.Ö 275 yıllarına kadar inen örnekleri vardır. Bu yüzden Batı Yamacı tarzında süslenmiş amphoraların başlangıcı için, M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci çeyreğini söylemek daha akla yakın bir olasılıktır. En geç amphoralar ise, M.Ö. 2. Yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. 150 yılı aşkın bu kullanım süresi içinde biçimlerde ve süslerde bazı değişiklikler söz konusu olsa da asıl özelliklerinden fazla bir şey yitirmeyen Batı Yamacı tarzında süslü amphoralar M.Ö. I. Yüzyılda tümüyle ortadan kalkarlar.

8- Oinochoe-Chous:

Batı Yamacı tarzında süslenen oinochoeler ender olup, bunlar da genellikle yuvarlak ağızlıdırlar (bunlara yuvarlak ağızlı testiler de denebilir). Biçim bakımıdan amphoralarla yakından ilişkilidir. Kenar hafifçe yayvan ve boyun geniş ve silindir biçimlidir; boyundan karna geçiş serttir. Karın, geniş ve basıktır.. Ayrıa yonca ağızlıların çoğunda karnın yarıya yakın kısmı dikey yivlerle süslenmiştir. Kaide geniş ve alçaktır. Kulp, yukarıda ele aldığımız amphoralar gibi burulumuştur ve kenarın altından omuzun bitim yerine bağlanmıştır. Amphoralar gibi, bunların kulplarının gövdeye bağlanan kısmında plastik kanatlar bulunmaktadır.

Yuvarlak ağızlı oinochoelerin iç ve dış yüzeyleri oldukça kaliteli biçimde astarlanmıştır ve Batı yamacı tarzındaki süsler vazonun boynuna ve omuz ya da karın başlangıcına  yerleştirilmiştir. Amphoralarda olduğu gibi, boyuna yine bitki süsleri yapılmıştır ve yine bunlar kulp tarafından kesildiği için, biraz aşağı doğru sarkan çelenkler gibidir.  Omuzdaki ya da karnın üst kısmındaki süsler ise, yataydır ve kulbun gövdeye bağlandığı yerde başlamıştır.
Oinochoeler de, amphoralar gibi M.Ö. 3. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda ortaya çıkmışlar ve bu yüzyılın son çeyreğine kadar kullanılmışlardır.

Oinochoelerin diğer bir türü olan chous ya da 3. Tip oinochoe'ler M.Ö. 5. Ve 4. Yüzyıllarda bir servis kabı olarak kullanılmışlar ve Helenistik çağda bunların Batı yamacı tarzında süslü az sayıda örnekleri vardır. Bu biçimin en dikkat çekici tarafı, alçak, yayvan halka kaidesi, yonca ağzı, bir ucu ağzın üzerine yapıştırılmış olan üçgen kesitli kulbudur. Chous'lar çeşitli yüklsekliklere sahiptir. Klasik çağda yalın siyah astarlı bir kaç büyük chous (yak. 28 cm) yanında bunların yarısı kadar yüksekliği olanlar da vardır. Bu nedenle, bunların kronolojisi de, değişen ölçülere, yani büyükten küçüğe doğru bir değişimin olduğu varsayılarak oluşturulmuştur.  Helenistik chousların yükseklikleri 10-16 cm arasında değişir. Batı Yamacı tarzındaki süsler bunların  boyunlarına ve oldukça özenli biçimde yapılmışlardır. Yuvarlak ağızlı oinochoelerin boyun süsleri gibi, chousların boyun süsleri de hafifça sarkık bitki süslerinden oluşur. Omuzda süs yoktur. Ancak, bazı chousların boynunun altından başlayan ve kaideye kadar karnın tamamını kaplayan dikey yiv süsleri de bulunmaktadır.

Batı Yamacı tarzında süslü az sayıdaki chousların da en eski örnekleri M.Ö. 4. Yüzyılın son çeyreğine tarihlenir. Atina agorasındaki en geç örnek ise, M.Ö. 120-80 yılları arasına tarihlenir.

9- Lagynos (İnce Boyunlu, Yonca ağızlı Testi):

Atina agorasında Batı Yamacı tarzında boyanmış siyah astarlı vazolar arasında bir kaç örnekle temsil edilen bu testileri lagynoslardan ayıran en önemli özellik yonca ağızlı olmalarıdır. Ayrıca bazı örneklerde, ağzın altına cepheden yapılmış bir sakallı baş kabartması yapıştırılmıştır ve bunların bir şair veya bir filozofa ait olduğu düşünülmektedir.

Bu testiler 20-25 cm yüksekliktedir. Yonca ağızlı, aşağı doğru genişleyen ince boyunlu ve tam küre olmayan karınlıdır. Kaide geniş ve halka biçimlidir. Kulp şerit biçimlidir. Boyundan omuza geçişte ve karnın ortasında yatay yivler vardır.

Bu testilerin üzerindeki Batı Yamacı tarzındaki süsler oinochoe'lerde olduğu gibi, boyna ve omuza yapılmıştır.  Boyunda genellikle bitki süsleri ile yapılmış basit çelenkler ya da pendant süsü bulunmaktadır. Omuzda ise bu süsler yinelendiği gibi, basit nokta süsleri de bulunaktadır.

Atina agorasındaki bu siyah astarlı örnekler yanında, koyu kırmızı, ya da kırmızı kahverengi astar üzerine yine Batı yamacı tarzında süslerin yapıldığı bir grup daha bulunmaktadır. Bunun için Tarsus'ta bulunan örneğe bakalım.

10- Krater:

Atina agorasında Batı Yamacı tarzında süslenmiş kraterlerin sayısı oldukça azdır ve S.Rotroff Atina agorasında bulunmuş olan ancak bir kaç adet krater tanıtmıştır. Bunun anlamı, şarap karmada kullanıldığı bilinen kraterlerin artık bu işlevinin ortadan kalkarak, bu işin başka kaplarla yapıldığıdır. Ancak kraterler özellikle ölçüleri iyice azalmış örnekleriyle diğer Helenistik merkezlerde temsil edilir.

Batı Yamacı tarzında boyanmış olan kraterler arasında çan kraterler aşağı yukarı M.Ö. 4. Yüzyıldaki biçimlerini korumuşlardır. Bunların iki yatay kulpları arasında bilinen batı yamacı süsleri, yani  sarmaşık, asma gibi bitki frizi ve iç içe kare süsleri ya da dama süsü gibi geometrik süsler bulunmaktadır. Kontextlere ve diğer verilere göre bunlar M.Ö. 3. Yüzyıla tarihlenirler.

Diğer bir tip olan konik gövdeli kraterler (bolster = yastık krater) geniş, derin gövdeleri ve kenarın altına yapıştırılmış makara ya da yastık biçimli kulplarıyla dikkati çekerler. Özellikle bu tip kulplardan dolayı bunların metal kaplardan etkilendiklerini söylemek yanlış olmaz. Kenar ya dişa doğru yayvanlaştırılmış, ya da düz olarak yapılmıştır. Gövde koniktir ve altta fazla yüksek olmayam bir halka kaide ile son bulur. Bunların karnı üzerine yapılan Batı Yamacı tarzındaki süsler yine bitki ve geometrik motiflerden oluşmuştur. Bu tip kraterlerin fazla yaygın olmamasının yanında kısa bir süre kullanılmış olduğu görülür. Buna göre M.Ö. 3 yüzyıl ile erken 2. Yüzyıl konik gövdeli kraterler için verilebilecek en uygun tarihtir.

11- Tabak:

İlkçağ seramik biçimleri arasında önemli bir yere sahip olan tabaklar Helenistik çağda da çok yaygın olan bir servis kabıdır. Bunlar sığ, halka kaidelidir ve kenar biçimleri çeşitlidir; bu yüzden söz konusu tabaklar özellikle kenar profillerine göre sınıflandırılırlar. Helenistik çağda Batı Yamacı tarzında boyanmış olanlar yanında, yalın siyah astarlı olan değişik tipte tabaklar bulunmaktadır.

Batı Yamacı tarzında süslü tabaklardan ilk grubunu küçük tabaklar oluşturur (Rotroff Nr.820-828). Bunların ölçüleri 11-13 cm arasındadır. Kenar profilleri yivli, içbükey ya da düz olabilmektedir. Sığ ve halka kaideli olan bu tabakların üzeri tümüyle ve kaliteli bir siyah astarla kaplannmıştır. İç zemininde genellikle dairesel bir yiv bulunmaktadır ve böylece bir anlamda tabağın iç zemini iki bölüme ayrılmıştır. Merkezdeki dairesel alanda özellikle tabaklara özgü bir süs olan yıldız motifi bulunmaktadır. Tabağın iç yüzündeki diğer süsler ise, Batı Yamacı tarzındaki bildik süsler, yani, asma yaprakları ve üzüm salkımları, sarmaşık süsü gibi, bitki süsleri, ile benekler görülmektedir. Bu tip tabakların çoğu M.Ö. 3. Yüzyıla tarihlenir. İçerisi rulet süslü olanlar ise bundan biraz daha geç, yani geç 3. Ve erken 2. Yüzyıllara tarihlenir.

Batı Yamacı tarzında süslü büyük tabaklar ise küçük tabaklara göre daha yaygındır. Bunların çapları 20 cm den az değildir ve çoğunlukla 25-35 cm çapında olan bu tabaklar, bu nedenle kazılar sırasında ender olarak sağlam biçimde ele geçmişlerdir. Bunların kenar profilleri oldukça çeşitlidir. Kalınlaştırılmış kenarın üzeri yivli olanlar dışında basit, düz kenarlı olan tabaklar da bulunmaktadır. İç yüzeyi düz olanlar yanında kabartma olarak bir halkanın olduğu, ya da bir yivin yapıldığı tabaklar vardır. Diğer tabaklarda olduğu gibi, sığ olan bu tabaklar halka biçimli bir kaide üzerine oturur. Bazı tabakların kenarı üzerinde bunları asmak için kullanıldığı anlaşılan iki delik bulunmaktadır. Büyük tabakların iç üzleri tümüyle ince tonda siyah bir astarla kaplanmıştır. Dış yüzü ise, kenarın altındaki belli bir alan dışında, astarlanmamıştır. Süsler yine yine yukarıdaki küçük tabakların içine yapılan bildik motiflerdir. Merkezde yıldız ya da rozet ve diğer yerlerde, birbirinden çizgiler ve beneklerle ayrılmış bir kaç friz halinde sarmaşık, defne, üzüm salkımları, filizler gibi bitki süsleri bulunmaktadır. Atina agorasında ele geçen bu gruba ait tabaklar, Batı Yamacı tarzında boyanmış diğer vazolar gibi, M.Ö. 3. Yüzyıla tarihlenirler. 

Yukarıda tanıttığımız özellikleri içeren Atina agorasında bulunmuş Batı Yamacı tarzında süslü tabaklar fazla yaygın olmayıp ve ikinci yüzyılda yerini başka biçimdeki tabaklara, karnı basamaklı süssüz tabaklara bırakır. Attika dışında, özellikle Anadolu'da ve doğu Akdeniz bölgesinde ele geçen ve yine sade bir biçimde Batı Yamacı tarzında süslenen tabakların bu yörelerdeki bir kaç yerli üretim merkezinden yayıldığı anlaşılmaktadır (bunun için Rotroff'un bana gönderdiği makale ışığında ve Tarsus ve Kelenderis malzemesini dikkate alarak bir ek yazalım).

Diğer Biçimler:

Buraya kadar ele aldığımız Batı Yamacı tarzında süslenmiş bu vazolar dışında, Atina agorasında seyrek de olsa bu tarzda süslü olan unguentarium, kapak, makara biçimli tuzluk, kenarı dışa uzantılı derin kase, tek kulplu tas, guttus, situla, askos gibi vazolar ve kandil ele geçmiştir. Ayrıca başka atelyelerin ürünleri olan Batı Yamacı tarzında süslü kaplardan yine Agora kazıları sırasında ele geçmiştir.

Örnekler:
1- Skyphos-Kantharos (Chaliks)
Manisa Müzesi; Env.No: 628 Kazıma palmet süsü yapılmıştır ve bu bir kemer gibi kabı kuşatmaktadır.

1- Amphora:
Manisa Müzesi; Env.No:  2949: Kazıma sarmaşık çelengi ve beyaz boya ile yapılmış salkım süsü.

1- Amphora:
Manisa Müzesi; Env.No: 2954: Karın alt kısmı yivlendirilmiş, omuz ve boyunda beyaz boya ile yapılmış sarmaşık ve salkım süsleri.

1- Amphora
Manisa Müzesi; Env.No: 2957 Karın alt kısmı yivlendirilmiş, omuzda ve boyunda qkazıma ile yapılmış sarmaşık ve pendant süsleri.

1- Amphora
Manisa Müzesi; Env.No: 4815 
1- Manisa Müzesi: Env.No:

HADRA VAZOLARI

Hellenistik çağ boyalı seramik repertuvarı içinde özel bir yeri olan Hadra vazoları Ptolemaiosların başkenti İskenderiye'de, kentin doğusundaki Hadra mezarlığında ilk kez yoğun olarak bulundukları için bu adı almışlardır. Bu mezarlıkta 1883-84 yıllarında yapılan kazılarda ele geçen ve özellikle Mısır'da konuk olarak bulunduğu sırada ölen yabancı asker, diplomat ve tüccarların küllerinin konduğu boyalı hydrialardır. Hadra mezarlığı dışında bunlardan daha sonra Şatbi, İbrahimiye  mezarlıklarında da çok sayıda ortaya çıkan bu hydrialar yeraltı mezar odalarında loculus adı verilen nişlerin içine, ölen kişilerin mesleklerine göre gruplara ayrılarak yerleştirilmişlerdir ki, böyle bir sınıflandırmanın yapıldığını, bazı vazolar üzerine mürekkep ile yazılmış kitabelerden öğreniyoruz. Bu yazıtlarda yalnızca ölen kişinin kimliği değil, aynı zamanda o sırada yönetimi elinde bulunduran kralın yönetim yılı, ölümün veya gömmenin vukubulduğu ay ve gün de yazılmış olduğu için, Hadra vazoları Hellenistik çağ seramik kronolojisi için de önemli bir eser grubunu oluşturmaktadır.

Öncelikle belirtelim ki, Hadra vazolarının üretim yeri ya da yerleri hakkında hala kesin bir söylem yoktur. Bunların büyük bir bölümünün, İskenderiye mezarlığında bulunması, Hadra hydrialarının üretim yerinin, Mısır olduğunu düşündürmekteydi. Ancak son yıllarda yapılan stilistik incelemelere ve bunu destekleyen kimyasal ve petrografik analizlere dayanarak, Hadra vazolarının özellikle bir grubunun Girit'te, Knossos'ta da imal edilmiş olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır. Ancak hem Girit'teki başka önemli Helenistik, merkezlerde, hem de Girit dışında bu vazoların üretilmiş olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Hatta, bunların üzerlerindeki süslerin belli bir stil birliği gösterenler dikkate alınarak, farklı atelyeler ve ressamlar üzerinde durulmaktadır. Bu bakımdan, Helenistik çağ seramiğinin sorunlu bir çok konusundan birini de Hadra vazolarının oluşturduğunu söylemek durumundayız.

Hadra vazolarının kullanım ve yayılım alanları oldukça kısıtlıdır; şimdiye kadar ele geçen veriler bunların en çok İskenderiye mezarlıklarına konduğunu yinelemek zorundayız. İskenderiye dışında, Girit, Rodos, Kıbrıs, Hellas (Atina, Eretria), Thera, Anadolu (Kelenderis) ve Güney Rusya'daki bazı merkezlerde bulunan az sayıdaki vazonun ise, yine çoğunlukla İskenderiye'de ölen ve yakıldıktan sonra küllerinin konup, geldiği ülkeye geri gönderilen vazolar olarak kabul etmek zorundayız.

Hadra Vazolarının tek kap formu hydriadır. Aslında bir su kabı olan hydria, ilk ortaya çıktığı Protogeometrik çağdan itibaren, biçim özelliklerinde fazla bir değişikliğe uğramadan Roma çağı içlerine kadar kullanılmış bir vazo tipidir. (Hellenistik dönemde de, Hadra hydriaları dışında, yine kül kabı olarak kullanılan fakat farklı stillerde boyanmış hydrialara rastlanmaktadır (Silifke Müzesi)). Vazonun dışa yatay bir biçimde uzanan ağız kenarı, oldukça geniş ancak silindir biçimli bir boynu, üzeri çok hafif dışbükey bir omuz ve genişlikleri değişen oval bir karnı ve yükseklikleri farklı bir kaidesi vardır. Yatay kulplar omuzun hemen altına bağlanmış, dikey kulbun bir ucu, ağız kenarının altına, diğeri ise omuzun üzerine, ancak bitim yerine bağlanmıştır. Şimdiye kadar bulunan vazoların biçimlerindeki bazı ayrıntılar dikkate alınarak, yukarıda tanımladığımız özelliklerini uzun zaman koruyan Haadra hydrialarının, biçimleri iki alt grup altında ele alınabilirler. Birinci gruba ait Hadra hydriaları fazla yüksek olmayıp, karnın iç alanı ile kaide iç alanı birlikte bir hacim oluşturmaktadır. Bu bakımdan, bunların kaidesi ile kap gövdesinin çarkta aynı anda yapıldığı düşünülmektedir. Üzeri yazıtlı vazoların büyük çoğunluğu bu gruba ait hydrialardır. İkinci tip vazoların kaideleri daha yüksektir; ancak kaide iç alanı ile karın iç alanı arasında bir bağlantı yoktur. Ayrıca kaide profillidir. Ölçüler dikkata alındığında ise, vazoların çoğunluğunun, ortalama 0.50 m yüksekliğinde olduğu, ancak bundan çok daha küçük, minyatür hydriaların da yapılmış olduğu görülmektedir. Ayrıca geniş gövdeli örnekler yanında, dar, ince uzun gövdeli hydrialara da rastlanmaktadır. Tüm Hadra hydrialarının killerinin de aynı olduğunu söylemek zordur; ancak, açık deve tüyü renginde ve oldukça iyi kalitede bir kile sahip olan hydriaların bu özellikleri dikkate alınarak, farklı üretim yerleri önerilmektedir.

Hadra vazolarının üzerine yapılan süslemeler için de iki ayrı yöntemden söz etmek olasıdır. Buna göre bir grup hadra hydriasının üzerindeki süsler doğrudan kabın kendi astarı üzerine yapılmışken, diğer bir grubun süsleri vazonun krem beyaz bir boya ile astarlanmasından sonra yapılmış ve süsler için çoğu zaman birden fazla renk kullanılmıştır. Bu ikinci tipe ait vazoların Mısır'da üretilmiş olması daha büyük bir olasılık olarak görülmektedir. Bu iki tipten farklı olarak, Hadra hydrialarının biçim özelliklerini aynen yansıtan, ancak olasılıkla Gnathia kapları ile Batı Yamacı Kaplarının etkisiyle, vazonun zemininin siyah bir astarla kaplanıp, yine bu astar üzerine beyaz boya ile yapılmış süsler içeren örnekleri de saymak gerekir.

Hadra hydrialarının ilk grubuna ait örneklerde mat siyah tonda bir renk kullanılmıştır; ancak zaman zaman fırçanın boyasının azaldığında, zemine ince tonda bir boya tabakası bıraktığı durumlarda, bu renk kırmızı-kahverengiye dönüşmüştür.  Çok renklilerde ise, astarı oluşturan beyaz boya dışında, mor, kırmızı, hatta siyah boyayı görmek mümkündür.

Hadra vazolarının üzerindeki süslerin çoğu özellikle Helenistik çağ ve öncesinde mezar armağanı olarak yapılan kapların üzerindeki süslerin bir devamı niteliğindedir. Herşeyden önce, vazoların boynuna çoğunlukla, dikey kulbun bulunduğu taraftan, cepheye doğru her iki taraftan yatay biçimde gelen defne çelengi süsü yerleştirilmiştir. Bunlar kimi zaman rozet biçimli tomurcuklarıyla, kimi zamanda yalın biçimde yapılmışlardır. Gövdede ise, yine dikey kulbun karşısına gelen alanda ve yatay kulplar arasında, girlandlar, kemer süsleri, sarmaşık ve benzeri bitki süsleri ile, bazı geometrik ve diğer doldurucu süsler yerleştirilmiştir. Çok seyrek olsa da figürlü örneklere de rastlanmaktadır ki, bunların Hadra Vazolarının erken dönemine aitt olduğu kabul edilir. Ancak bazı figürlü vazoların geç olma olasılığı üzerinde de durulmaktadır. Beyaz zeminli ve bunun üzerine birden fazla boya ile süslerin yapıldığı vazolarda ise genellikle kulplar arasına asılmış kemerler tercih edilmektedir.

Hadra vazolarının tarihlenmesine gelince. Öncelikle bunların İskenderiye mezarlarında kullanılmış olduğu dikkate alınırsa, en eski örneklerin kentin kurulduğu M.Ö. 331 yılının hemen sonrasına  tarihlenmesi gerektiği ve kullanımımnın Actium savaşından biraz öncesine, yani hiç olmazsa M.Ö. 50 yılına kadar kullanıldığı söylenebilir. Ancak üzerlerinde yazıt bulunan ve en eskisi Ptolemaios II. Philadelphos'un 15. yönetim yılına (M.Ö. 271), en yenisi nin ise Ptolemaios IV. Philapator'un 13.yönetim yılı (210/209) saptanan, dolayısıyla, tarihleme açısından bir zorluk bulunmayan Hadra vazoları ile üzerinde yazıt bulunmayan vazoların tarihlenmesinde bir ilişki arayan araştırmacılar, bazı yeni öneriler getirmişlerdir. Buna göre öncelikle üzerindeki yazıtta onun kül kabı olarak kullanılmış olduğunu gösteren vazoların tarihlenmesinde, bu yazıtlar irdelenerek, bunların M.Ö. 254 ile M.Ö. 197 yılları arasından olduğu; üzerinde yazıt bulunmayan Hadra vazolarının da, yine bu tarihler arasında, yani M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci yarısı ile, 2. Yüzyılın başları arasına yerleştirmenin daha uygun olacağını; bir başka deyişle, bunların da üzeri yazıtlı vazolarla aynı tarihlerde yapılmış olduklarını savunulmaktadır. (Bu konuda dosyada B.B. Brown’nın Ptolemaic Paintings adlı eserinin 60- 67 sayfalarına bak). Bunlar dışında üzerinde "Pylon bunu oyunlar için yaptı" yazıtı bulunan, dolayısısyla vazoyu Panatheneia Amphoralarına yaklaştırabileceğimiz bir örnek te vardır. Bu nedenle yaklaşık 310 dolaylarında son bulduğumuz Panatheneia tipi amphoraların yeriine bazan bu türden hydriaların ödül vazosu olarak yapılmış olması düşünülebilir.

Örnek:
Brooklynn- Kelenderisli Tychon-Atina (Yazıtlı örnek)
Adana Müzesi: Yazıtsız örnek

Kaynak:
Callaghan, P.J. (1980), The Trefoil Style and Second-Century Hadra Vases, BSA 75, 33-47.
Callaghan, P.J. (1981), The Little Palace Well and Knossian Pottery of the Later Third and Second Centuries B.C., BSA 76, 35-85.
Cook, B.F. (1968-69), A Dated Hadra Vase in the Brooklyn Museum, Brooklyn Museum Annual 10, 114-138.
Enklaar, A.H. (1985), Chronologie et peintres des hydries de Hadra, BABesch 60, 106-151.
Enklaar, A.H. (1986), Les hydries de Hadra II, Formes et ateliers, BABesch 61, 41-65.
Enklaar, A.H. (1990), Ariadne's Thread in the Chronolgy of Hellenistic Pottery: The Hadra Vases, Praktika 1990, 167-171.

LAGYNOSLAR

Helenistik dönemin önemli ve yaygın bir kap grubunu da lagynoslar ya da en çok bulunan merkezlerden biri olan Pitane'den (Çandarlı) Pitane kapları olarak bilinen tek kulplu testiler oluşturur.

Bunlar biçim olarak genellikle dar ve kenarı profili dışa taşkın olan ağızlı, ince, uzun boyunlu, geniş karınlı, yine geniş halka kaidelidir. Vazonun tek kulbu ağız kenarının altından, boynun üst kısmından omuza bağlanmıştır. Bu tanımladığımız biçim aslına Sub-Miken döneminden beri tanıdığımız küre veya oval karınlı Lekythosların biçimi ile yakınlık gösterir ki, bu bakımdan lagynosları geç dönem lekythosları olarak değerlendirmek çok da yanlış olmaz.

Lagynosların killeri çok kaliteli olup, genellikle deve tüyü renginden kiremit kırmızısına kadar değişir. Biçimleri çok çeşitlidir. Küresel gövdeli olanlar yanında, basık gövdeliler daha yaygındır. Bunların basıklıkları dikkate alındığında, a)- karnın alt yarısının üst yarısına göre daha alçak olduğu, b)- basık gövdenin her iki yarısının da eşit yükseklikte olduğu örnekler biçiminde bir ayrım yapmak olasıdır. Lagynoslar, süsleme özellikleri açısından da iki ayrı grup altında ele alınabilir. Bunlardan birinci gruba girenlerin dış yüzleri astarsız veya yalın kırmızı astarlı ve süssüzdür. İkinci gruptakiler ise, mat beyaz bir astarla kaplanmıştır ve ekseriye bu astar üzerinde omuzda bazı bitki motifleri, stilize hayvanlar ve çok seyrek olarak da bu saydığımız motifle birlikte müzik aletleri vb. süsler yapılmıştır. Bu özellikleriyle yukarıda ele aldığımız Hadra Vazoları ile karşılaştırmak olasıdır. Ayrıca Lagynosların bazılarının üzerinde boya ile yazılmış eski yunanca yazılar da bulunmaktadır.

Lagynosların en erken örneklerinin ilk kez M.Ö. III. yüzyılda ortaya çıktığı (Athenian Agora IV,95) Leroux, 101-102) ancak daha çok II. ve I. yüzyıllarda yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Aşağıda ele alacağımız Doğu Sigillataları A grubuna ait biçimler arasında Lagynosların da olduğunu dikkate alırsak, bu tür kapların M.S. I. yüzyıl içlerinde de kullanıldığı anlaşılır.

Lagynosların işlevlerinin de lekythoslar gibi, yağ testileri olarak kullanıldığı söylenebilir. Alexandria'da bulunan bir örneğin üzerindeki "khomos" yazısından dolayı bunların özellikle festivallerde şarap testisi olarak kullanılmış oldukları da anlaşılmaktadır.

Lagynoslar tüm Akdeniz havzasında ve Güney Rusya'da ele geçtiği halde bunların asıl yapıldığı yer veya merkezler henüz tam olarak tespit edilmiş değildir. Ancak batı Anadolu'da, örneğin Pergamon’un da dahil olduğu birkaç merkezde üretilmiş olmaları konusunda önemli ip uçları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli mezarlarda ölü armağanı olarak ele geçmesinden dolayı Kıbrıs'ta da üretildikleri söylenebilir. Ayrıca Argos, Samos, Filistin hatta Kuzey Afrika'da da bunları üretildikleri konusunda bazı öneriler bulunmaktadır. Batıda ise, İtalya’daki Canosa’nın en başta gelen üretim merkezi olduğu konusunda bazı görüşler öne sürülmektedir.

Örnekler: Gaziantep Müzesi:
Silifke Müzesi:

KIZILIRMAK HAVZASI KAPLARI

Daha önce Hellenistik devirde bazı bölgesel atelyelerin kendi yerli üslup özelliklerini de yansıtan, ancak genelde Hellenistik anlayışın ürünü olan boyalı seramik yapımına önem verdiklerine değinmiştik. Bu tür yapımcılığın en önemli örneklerinden biri Kızılırmak Havzası Kaplarıdır.

Kızılırmak Havzası Kapları Hellenistik dönemde Orta Anadolu'da Kızılırmak kavsi ile Yeşilırmak-Kızılırmak arasındaki bölgede yalgın olduğu için bu adı almıştır. Bunların daha önceleri yapıldıkları bölgenin antik coğrafyadaki adları ile (Pontus veya Kapadokya) anıldıkları gibi bu bölgeye hakim olan Galatlara izafe edenler de olmuştur. Ancak taşıdıkları çeşitli özellikler dolayısıyla Kızılırmak Havzası Kapları olarak tanımlanmaları daha bilimsel bir çerçeveye oturtulmuştur.

Kızılırmak Havzası Kaplarının biçim repertuvarlarında Hellenistik dönem eski Yunan seramiğinin bilinen şekilleri hakimdir (Amphora, krater, skyphos, kaseler, çanaklar, tabaklar vb.). Bu kaplar üzerindeki süslerin pek çoğu da yine Hellenistik dönemde revaçta olan sarmaşık, defne çelenkleri gibi bitkiler, bazı geometrik bezemeler ve kuş tasvirleridiri. Ancak bu süsler genellikle beyaz-krem bir zemin, kuşak veya panel üzerine siyah ve kırmızımsı kahverengi boyalarla yapılmışlardır. Bu bezeme üslubu bir yandan beyaz zeminli lagynos ve Hadra Hydriaları ile benzerlik gösterirken, diğer yandan da bölgede Hellenistik çağ öncesi Orta Anadolu'sunda hakim olan Frif-Demir çağ boyalıları geleneğini de sürdürmektedir. Bu bakımdan Kızılırmak Havzası Kapları'nın da fazla geniş bir alana yayılmayıp, daha çok kendi bölgesel ihtiyaçları karşılama çabasının bir ürünü olduğunu söylemeleyiz.

Bu grup içinde ele alınan, ancak tasvir yönünden biraz farklı özellikler gösteren iki örnek Orta Anadolu'daki bu bölgesel sanatı yardımcı olacak niteliktedir. Bunlardan bir amphora üzerinde yine Hellenistik devrin bilinen bitki motifleri yanında kabın karnı üzerinde bir av sahnesi tasviri dikkati çekmektedir. En geç M.Ö. IV. yüzyıl mirası olan bu tasvirde ışık-gölge ve hacim gibi resim unsurlarının verilmeye çalışılmış olması ilginçtir. Benzeri bir kapalı kaba ait bir kaç parça halinde ele geçen diğer örnekte görülen dağ keçisi ve kuş tasvirleri benzeri bir tasvirci anlayışının bölgede Hellenistik dönemde az da olsa devam ettiğini göstermektedir.

Kızılırmak Havzası Kapları'nın buluntu yerlerinin sınırlarını yukarıda belirtmiştik. Bu bölgede yarım düzineyi geçmeyen merkezde yapılan kazılarda Hellenistik devir için kesin bir kronoloji tespit edilmemiştir. Bundan Kızılırmak Havzası Kapları'nın özellikle formları açısından ele alınması ve tarihlemede motiflerin bize fazla yardımcı olamıyacağı sonucu çıkmaktadır. Biz bu boyalıların en geç M.Ö. III. yüzyılın ortalarında üretilmeğe başladığını, M.Ö. II. yüzyılda en yoğun şekilde bölgede hakim olan bir kap grubu olduğunu ve M.Ö. I. yüzyılın sonlarına kadar da azalarak üretimlerinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu tarihten sonra tüm Doğu Akdeniz bölgesinde boyalı seramiğin ortadan kalkışına paralel olarak Kızılırmak Havzası kaplarının da yapımının son bulduğu görülmektedir.

BOYA SÜSSÜZ KAPLAR
Başta da belirttiğimiz gibi, Helenistik çağda vazolar yalnızca boyalarla süslenmemiş, aynı zamanda kabartma, kazıma ve baskı yöntemleriyle de süslenmişlerdir. Bunların her birinin tek tek uygulandığı örnekler yanında, bir kaçının birlikte aynı vazo üzreinde kullanıldığı çalışmalar da görülmektedir. Biz burada boyalı vazolar dışında kalan örnekleri ele alacağız. Bunlar arasında farklı tekniklerle yapılan kabartmalı vazolar en yaygın olan gurubu temsil ettiklerinden öncelikle bu gurup ile başlamak istiyoruz.

KABARTMALI KAPLAR

Hellenistik devrin yaygın tiplerinden biri de kabartmalı kaplardır. Çeşitli biçimlerdeki kaplar üzerine değişik tekniklerle yapılan bu kabartmalar devrinin plastik sanatının etkisini yansıttığı gibi, aynı zamanda benzer özellikler taşıyan kabartmalı madeni ve cam kapların da taklidi niteliğini taşırlar.

Helenistik dönem kabartmalı pişmiş toprak kapların en yaygın türü "Megara" kaseleridir. Daha önceleri Hellas’taki Megara şehrinde yapılmış olduğu zannedilerek bu kentin adıyla anılan kaselerin değişik merkezlerde yaygın biçimde üretildikleri saptanmıştır. Ancak literatürde henüz bu belirleyici adın yerine yeni bir ad konmadığı için günümüzde de kullanılagelmektedir. Genel olarak kabartmalı kaseler olarak da adlandırılabilirler.

Teknik olarak bu kaseler önceden hazırlanmış olan ve iki yarım parçadan oluşan dişi kalıbın içine önce çamurun sıvanması, ardında da çömlekçi çarkında çanak iç yüzeyinin düzgünleştirilmesi ile imal edilmektedirler. Çapları ve yükseklikleri ortalama 15 cm. civarındadır ve bu haliyle derin kaseler olarak dikkati çekerler. Kalıp yalnızca kabartmalı dış yüzey için hazırlanmıştır ve kenarın dış yüzü de yine çömlekçi çarkında şekillendirilmektedir. Kalıplar genellikle eldeki tek tek motiflerin kalıp iç yüzeyine uygun şekilde bastırılarak, bu motiflerle oyulmuş yüzeyin elde edilmesiyle oluşturulmuşlardır. Bir kalıbın kullanılma süresi onun zaman içinde iç yüzeyindeki motiflerin kenarlarının aşınarak bozulması ile doğru orantılıdır. Megara kaseleri genellikle siyah astarlı yapılmış olmalarına rağmen Anadolu'da kırmızı astarlı örnekler daha yoğun olarak ele geçmektedir. Bu kaselerin üzerlerindeki motifler genellikle bitki hayvan ve insan figürlerinden ibaret olup, bunlar münavebeli olarak çanak dış yüzeyine serpiştirilmişlerdir. Bitkilerden en çok akanthus yaprakları, hayvan motifleri içinde koşan tavşan, köpek gibi motifler ve mitolojik bazı figürler yer alır. Belirli bir konu birliği yoktur. Ancak literatürde "Homer Kaseleri" olarak adlandırılan bir grup özellikle Ilyada ve Odysseia destanlarından alınmış konuları bir birlik içinde tasviri ile dikkati çeker. Bunlar form olarak "Megara" kaselerinden farklı değildirler. Konuların anlatımında ekseriya yazıya da başvurulmuştur.

Tipler:
1- Delos Tipi: calyx leaves 2.yy. 2. yarısı; 1.yy. ilk yarısı.
2-Delos tipi- small imbicrated leaves, birbiri üzerine küçük yapraklar.3. yy. ikinci yarısı.
3- Delos Tipi: nodule (yumru), pine-cone kaseleri bunlaın asılları olarak sunulur.
4- Delos, Long Petal bowls: 2.yy. ortası.
5- Makedonya Kalkanı tipi: 2. yy. 2. yarısından sonra.
6- Net pattern (ağ süsü): 2. yy. ortası.

Kabartmalı kaselerin belirli bir stil gelişiminin varlığından sözetmek mümkün ise de bunun kesin tarhlerle yapılabilecek kronolojisini tespit etmek zordur. Bunlar en geç M.Ö. IV. yüzyılın son çeyreğinden itibaren yapılmaya başlanmış ve M.Ö.I.yüzyıl sonlarına kadar kullanımı devam etmiştir.

Hellenistik devirde imal edilen diğer kabartmalı kaplar arasında özellikle madeni benzerlerinin taklidi olan kraterler, skyphoslar, kantharoslar ve oinochoeler başta gelir. Bunlar kapalı ve yarı kapalı kaplar olduğundan yapım teknikleri de çanaklardan farklıdır. Kantharos ve skyphoslar dışında diğer kaplarda kabartmalar eldeki hazır dişi kalıbın içinde şekillendirilen çamurun vazonun dış yüzeyine yapıştırılması ve ardından gerekli düzeltmelerin yapılmasından sonra kabır astarlanarak fırınlanması ile oluşturulur. Kullanılan motifler genellikle bazı mitolojik figürlerdir ve bunlar klasikleşmiş bazı heykellerin birer taklidirler. Bu tür kapların bir kısmı özellikle İskenderiye'de bulunan fayans oionochoeler yeşil sırlıdırlar. Yeşil sırlı bir başka kap grubu da bir çok yönden "Megara" kaselerindeki motiflerin tekrar edildiği kantharos ve skyphoslardır. Yüksek veya alçak kaideli, halka kulplu bu kapların dış yüzleri çok zengin süslerle bezenmiştir. Bunlar benzeri form ve süs özellikleri taşıyan gümüş ve bronz kapların taklididirler ve genellikle yapım merkezelerinin Anadolu'da olduğu kabul edilmektedir.

SİGİLLATALAR

DOĞU SİGİLLATALARI

Hangi grupta olursa olsun, Hellenistik ve erken Roma İmparatorluk çağları seramik arkeolojisinin iki temel sorunu bulunmaktadır: imalat merkezleri ve kronoloji. Bu sorunlar, yaklaşık 100 yıllık bir geçmişi olan bu dönem seramik araştırıcılarını epeyce yormuş, ancak günümüz teknolojisinin de yardımıyla, artık bu sorunlara belli oranlarda doğru ve kabul edilebilir yanıtlar bulunabilmiştir. Özellikle imalat merkezleri sorunu aynı zamanda bunların terminolojisi açısından da önemli olduğu için biz, bu alanda çalışan araştırıcılar tarafından bilinen bu gerçekten yola çıkarak, Doğu Sigillataları konusunu öncelikle Sigillata terminolojisi açısından ele almak, ardından bunların yayılma alanları hakkında bazı yeni bilgiler vermek istiyoruz.

Sigillum, kalıpta yapılmış figürinler için kullanılan bir sözcük olup, Terra Sigillata terimi seramik terminolojisindeki yerini ilk kez özellikle Batı Avrupa'daki bazı merkezlerde ortaya çıkarılan Roma geç Cumhuriyet ve erken İmparatorluk dönemine ait çok kaliteli kil ile kalıpta yapılmış ve parlak kırmızı astarla kaplanmış çeşitli biçimlerdeki luks kaplar için kullanılmıştır. Bunlar önceleri Arretina Kapları, daha sonra da, genel olarak Terra Sigillata olarak adlandırılmıştır. Günümüzde ise, daha çok olası üretim yerlerine bağlı olarak adlandırılmaya başlamış ve örneğin İtalya'da üretilendler, Terra Sigillata İtalica, Fransa'da üretilenler, Terra Sigillata Gallica, İngiltere'de üretilenler Terra Sigillata Britannica gibi adlarla anılmaktadır. Diğer taraftan, aşağıda da değineceğimiz gibi, kalıpta yapılmış kırmızı astarlı seramiğin kaynağının doğu olduğu ve Roma Avrupa'sındaki üretimin, Doğu merkezlerine göre daha geç başladığı konusu çeşitli mineralojik ve arkeolojik analizlerle kanıtlanmış bulunmaktadır. Bir başka deyişle, nasıl ki Grek kırmızı figürlü vazoları önce özellikle Attika'da ve Hellas'taki diğer bazı Helenistik merkezlerde yapılırken, M.Ö. 5. Yüzyıl ortalarından itibaren güney İtalya atelyelerinde de üretim başlamıştır; bunun gibi, Terra Sigillata dediğimiz kalıpta yapılmış kırmızı astarlı seramiğin ilk örnekleri de önce doğuda üretilmiş, buradan, olasılıkla İtalya'ya göç eden çömlekçiler, söz konusu bu üretim tekniğini burada uygulayarak, bu yeni türü o zamanki batı Roma dünyasının tüm merkezlerine tanıtmışlardır. Ardından, Avrupa'nın çeşitli yörelerinde bu tür lüks kaplar üreten yeni atelyeler türemiştir ve yukarıda adlarını saydığımız atelyeler başta olmak üzere Avrupa Sigillataları üretmişlerdir. Doğal olarak, bu üretimin popüler olmasında bu zamanın metal, özellikle gümüş ve altından yapılmış lüks kapları etken olmuştur ki, bu konuya aşağıda değineceğiz.

Kalıpta yapılmış kırmızı astarlı lüks seramiğin ilk önce, yani M.Ö. 2. Yüzyılın ortalarına doğru doğuda, yani Anadolu, Suriye, Filistin'de herhengi bir veya bir kaç atelyede üretim yaptıkları saptandıktan sonra, bu malzemenin de tanınması ve değerlendirilmesi açısından da bazı terimler üretilmiştir. Doğudaki materyal üzerine araştırma yapanlar bu iş için daha önce batıdaki proto tipler için gerçekleşen süreci şimdi doğuda yapılan üretimler için uygulamayı yeğlemişlerdir. Böylece İlk kez Samaria buluntuları vasıtasıyla Kenyon tarafından ortaya atılmış olan Doğu Sigillataları (Eastern Sigillata) terimi ile aslında kalıpta yapılmış bu kırmızı astarlı lüks seramiğin ilk imalat merkezlerinin Doğu Akdeniz bölgesinde olduğu da bir anlamda vurgulanmıştır. Ancak bu ifade Batı Sigillatalarının günümüzde ulaştığı son tanımlar gibi, atelye bazında bir tanım olmayıp, imalat yerleri konusunda henüz bir bilgimizin olmadığı döneme ait bir ifade olmaktan öteye de gitmemektedir. Hatta, Kenyon'un hem biçim, hem de gözle teşhis edilen astar ve kil özelliklerini ön planda tutarak Doğu Sigillatalarını üç farklı tip altında mütalaa etmiş olması, yani, Doğu sigillataları (Eastern Sigillata) A,B,C tipleri olarak her biri için alfabenin ilk üç harfini kullanması ve sınıflandırması da kazı yapılan merkezlerde bulunan eserler çoğaldıkça yetersiz olmuştur. Sonuç olarak, ve aşağıda değineceğimiz nedenlerle, analitik incelemeler sonucu gündeme gelen bazı olası imalat merkezleri yüzünden artık Doğu Sigillataları teriminin kullanılması bize göre fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bunun gibi, son yıllarda Doğu Sigillataları terimi yerine önerilen Doğu Terra Sigillataları (ETS) terimi de, tanıma fazla bir yenilik getirmiş değildir.

Eski literatürde karşımıza çıkan en eski terimler ise, Samos, Pergamon, Çandarlı, gibi buluntu merkezlerine dayandırılarak kullanılan terimlerdir. Literatürde Vasa Samia, Pergamen, Çandarlı diye bilinen bu terimler aslında Yaşlı Plinius'un Naturalis Historia'sında (35. Kitap, Bölüm: 46) Samos, Tralleis, Pergamon, Modena vb. gibi merkezlerde üretildiğini belirttiği kalıpta yapılmış kırmızı astarlı seramiğin üretildiği var sayılan farklı atelyeler için kullanılmaktaydı. Hatta önceleri, Hellenistik ve Roma tabakalarında bulunmuş olmalarına göre de bir ayrıma tabi tutulmuşlardı.

Aslında kalıpta yapılmış, kırmızı astarlı lüks seramiğin Doğu'da bu tiplerden farklı, ancak adı henüz tam olarak konmamış bazı üretim merkezlerinin olduğunu ilk fark edenlerden biri olan John Hayes, örneğin Kıbrıs Sigillatası adıyla yeni bir tipi tanıtmış ardından Doğu Sigillatalarının Nebati ve Kuzey Afrika tipleri ortaya konmuştur. Bunun için şimdi Doğu Sigillataları (ES) D tipinden ve başka farklı tiplerden söz etmek mümkündür.

Burada sıralanan tiplar arasında en eski ve belki de kökenini oluşturan tip Doğu Sigillata A yani DSA veya ETS I olarak bilidiğimiz tiptir ki başlangıcını M.Ö. 2. yüzyıla kadar götürmek olasıdır. Dolayısıyla, bugün biz en azından Doğu Sigillataları ya da Doğu Terra Sigillataları terimini kullanacaksak, üretim yerleri tespit edildikçe, bunları bu merkezlerin adıyla zikretmek zorundayız. Böylece, örneğin,  bizim yıllar önce önerdiğimiz Samosata'nın, bir üretim yeri olması olasılığını göz önüne alarak, buradaki yerel üretim buluntularını artık yalın bir biçimde Doğu Sigillatası demek yerine Samosata Sigillatası demeninin daha anlamlı olacağını önermek isteriz. Bugün bir atelyenin varlığı saptanmış olan Pergamon için Pergamon Sigillatası, Sagalassos için Sagalassos Sigillatası, Perge için Perge Sigillatası gibi terimlere alışmamız gerektiğine inanıyorum. Bu arada analitik incelemeler sonucu kil özellikleri biribirini tutan örneklerin oluşturduğu buluntu yerleri gruplandırılmalıdır. Örneğin Berlin Frei Üniversitaet de yapılan bir analiz sonucuna göre, Samosata'da, Lidar'da Tarsus'ta ve Kelenderis'te bulunan sigillata parçalarının kil bileşimleri bunların aynı atelyenin ürünü olduğunu göstermektedir. Böylece biz Samosata'da yapılan üretimin Akdeniz kıyılarına kadar ulaşmış olduğunu güçlü bir olasılık ifade edebiliriz. Bunun gibi, Perge ürünü olduüu savlanan bazı sigillataların Kıbrıs ve Filistin'de bulunan parçalarla olan ortak özellikler, bu atelyenin ürünlerinin yayılma alanına işaret eder.

Tüm Anadolu üretimlerini ise bir başlık altında ele almanın Bizim bu konuda önereceğimiz terim ise Terra Sigillata Anatolica bir başka deyişle Anadolu Terra Sigillataları terimidir.

Arkeolojide, özellikle yoğun üretimi olan seramik üretimi açısından, her zaman bilinen ve geçerli olan şey, tüm üretimlerin tüketime yönelik olarak planlandığıdır. Dolayısıyla yaklaşık olarak M.Ö. 2. yüzyıl sonlarında başlayan ve M.S. 1. yüzyıl ortalarına kadar sürdüğü kabul edilen kalıpta yapılmış seramiğin ilk grubunun yani, eskiden bilinen adıyla DSA'nın  üretimini körükleyen en büyük olgu, bunların lüks kaplar olarak günlük hayatta da kullanılan malzeme olması, dolayısıyla, çok geniş bir alana yayılmış olmalarıdır. Özellikle Cumhuriyet dönemi sonlarında artan ticari ilişkilerde bir meta olarak Doğu Sigillataları A grubunun payı çok büyüktü ve bunlar büyük partiler halinde satılmışlardı.

Bunların Anadolu'nun batısındaki ülkelere göre yayılımını ve bazı kazılarda elde edilen sonuöları kısaca ifade edelim.

Daha önce Knipoviç'in güney Rusya'da saptadığı örneklerden başka, Suceveanu Histria'da, Gergana Kabakcieva Aşağı Moesia'da DSA parçaları bulmuştur. Daha batıdaki buluntu yerlerinden biri olan Italya'da Pompeii'de bulunan malzeme ilk kez Pucci tarafından yayınlanmıştı bu tarihten sonra Italya'nın çeşitli merkezlerinde DSA grubu parçalara rastlandı. Kuzey Afrika'da Berenike'de özellikle M.Ö. I. yüzyılda yoğun biçimde DSA grubuna rastlanmıştır. Daha batıda, Karthaca'da da yine bu tipin bazı formları ele geçmiştir.

Biz bu konu ile ilgili olarak bir öneride daha bulunmak istiyoruz: Eğer gelecekte Anadolu'unun çeşitli merkezlerinde üretilen Sigillataların hem kendi içindeki dağılımı hem de dış satımı konusunda daha somut bilgilere ulaşılırsa, ki ben bunun gerçekleşeceğine inanıyorum, o zaman yapılacak ilk şeylerden biri de üretim merkezlerinin bir bütün olarak ifade edilmesidir. Dolayısıyla, bunlara Terra Sigillata Anatolica denmesinin günün birinde kaçınılmaz olacağına inanıyorum.

Waage, Jones, Loeschcke et all.        Kenyon et all. Gunneweg et all         Zoroğlu           Tanımlar         

Pergamen Hellenistik Pergamen Erken Roma Pergamen      Eastern Sigillata A ESA        Eastern  Terra Sigillata ETS I          Terra Sigillata Anatolica I TSA I       Açık tonda, bazan kreme çalan soluk kırmızı killi; mikasız veya çok az mikalı; koyu kırmızı astarlı.
Samos (A ve B)          ESB    ETS II TSA II            Kırmızı kahverengi, ya da tarçın rengi killi, mikalı; portakal renginin, ya da sarımsı-kırmızı tonlarda astarlı
Çandarlı (?)  "Pergamenische Sigillata"         ESC    ETS III           TSA III           Açık ya da koyu kırmızı. kahverengi killi, az mikalı; açık ya da koyu kırmızı astarlı
Hayes................................     Nabatean &  Kıbrıs ESD       ----      ----     

KAYNAKLAR:
Tekkök, B. The Hellenistic and Roman Pottery from Troia, The second cent. B.C. to 6th cent. A.D. Univ. of Missouri, PhD. 1996.
Rotroff, S., Hellenistic Pottery, Athenian and imported wheelmade table ware and related material, Athenian Agora, XXIX,Princeton 1997.
W.H. Manning, The Roman Pottery, Report from the Excavations at ??, 1993.
A. Pasinli’nin makalesi Belleten
(Watzinger, Vasenfunda aus Athen)
Levent Zoroğlu,



1 comment: