Korinth ve Attika atölyelerindeM.Ö. 7. yüzyılın ortalarına doğru başlayıp, özellikle 6 yüzyılda Attikatölyelerde gelişen siyah ve kırmızı figürlü vazo boyama sanatı M.Ö. V. yüzyılyüzyılın sonlarına doğru zayıflamaya başlar. M.Ö. 4. yüzyılda, Attika’daki bazıatölyeler, doğuya, özellikle de Karadeniz bölgesine yaptıkları ihracat ile birsüre daha hayatta kalabilme uğraşı verirler ise de, adına “Kerch” vazoları dadenen bu üretim de, kalite yönünden giderek bozulmuş, sürekli yinelenenkompozisyonlar iyice kanıksanmış, yüzyılın sonu gelmeden Attik figürlü vazoboyama sanatı son bulmuştur. Böylece, 6. yüzyıl başlarından itibaren etkin bir üretimesahip olan Attik atölyelerinin sonu gelmiş oldu.
Attik vazocular figürlü vazo
sanatına uzun zamandır bir yenilik getirememişlerdir. İşte bu durumda, hem
üretenlerin yani çömlekçiler ve ressamların, hem de alıcıların, yani
müşterilerin üretim ve tüketim açısından bazı arayışlara girmesi kaçınılmazdı.
Diğer taraftan M.Ö. 5. yüzyılın ortalarında Güney İtalya’da başlayan yerli
üretim, özellikle Attik üretiminin önünü kesmiş, zaman zaman da onun
pazarlarına girmiş olsa da, bölgesel bir üretim olmaktan pek öteye
gidememiştir. Bu yüzden, Attik atölyelerde bir yandan figürlü vazo üretimi
yerine, çeşitli gereksinmeleri karşılamak üzere, daha basit süslü, ve kimi
zaman boyasız, metal görünümlü olan yalın siyah astarlı vazoların üretimine hız
verilmiş, bunlar bir sonraki Helenistik dönemin yaygın üretiminin de kaynağını
oluşturmuştur. Bu arada pişmiş toprak kapların en büyük rakibi olan metal kap
üretiminde de önemli teknik gelişmeler sağlanmış, çömlekçiler de, her zaman
olduğu gibi, bunların taklitlerini yapmayı sürdürmüşlerdir.
M.Ö. 4. yüzyılda, aynı zamanda
Hellas’taki siyasi gelişmeler de, bir yandan figürlü seramik sanatının ortadan
kalmasına diğer yandan da yeni üretimlerin biçimlenmesine neden olan önemli
unsurlardan biridir. M.Ö. 5. yüzyılda Anadolu’daki varlığını iyice perçinleyen
Persler Doğu Akdeniz coğrafyasındaki tüm ekonomik faaliyetleri tam bir denetim
altına almıştı. Her ne kadar 5. yüzyılın sonlarında bir iç savaş yaşasa da,
Persler 4. yüzyıla gene Doğu Akdeniz’in en güçlü devleti olarak girmişlerdi.
Diğer taraftan, M.Ö 4. yüzyıl başlarından itibaren gelişmeye ve çevresindeki
toprakları ele geçirmeye başlayan Makedonyalılar, özellikle kral II.Philip'in
zamanında, Trakya ve Hellas'taki şehirleri teker teker ele geçirmişler ve bunu
yaparken de oldukça şiddetli davranmışlardır. Örneğin M.Ö. 348 da Olynthus
artık oturulamayacak biçimde, Philip tarafından tahrip edilmiştir ve bu tarih
aşağıda ele alacağımız gibi modern araştırmacılar tarafından bir terminus
ante quem olarak kullanılacaktır. Aslında Perslerin doğu Akdeniz’deki
egemenliği yüzünden ekonomik bakımdan çökme noktasına gelen Helen kentlerinin
ekonomisini ve sosyal yaşamını yeniden ayağa kaldıracak bir kurtarıcı
aranmaktaydı ve örneğin Isokrates (M.Ö. 436-388) bunu yapacak kişinin
Makedonyalı Philip olduğunu savunmaktaydı. Ancak Philip’in öldürülmesinden
sonra (M.Ö. 336) arkasından gelen oğlu İskender'in (Alexandros) zamanında kısa
bir süre de olsa Hellas’a bir huzur gelecektir ancak İskender sonrasında ortaya
çıkan ve doğu Akdeniz siyasetine yeni bir yüz kazandıracak olan; İskenderiye,
Antakya, Pergamon ve Pella’nın başkent olduğu 4 yeni Makedon krallığı ile bu
dönem başlayacaktır.
Atina'da valilik yapan
Phaleron'lu Demetrios'un lüksü yasaklamasıyla, Hellas'ta yoğun bir birikimi
olan bir çok sanat kollarında bir duraklama devri yaşanmıştır. Bütün bunlar
yanında daha eski dönemlerde yalnızca Hellas’ın güneyindeki bir kaç merkezin
tekelinde bulunan figürlü seramik yapımcılığı Helenistik dönemde buralarda da
son bulmuş ve yerini, boya ile yapılmış bazı süslerin bulunduğu kaplarla,
üzerlerinde herhangi bir süs olmayan yalın siyah astarlı kaplar üretilmiştir.
Helenistik dönem öncesinde figürlü kap üretimine fazla eğilimi olmayan Anadolu
atölyeleri de yine özellikle Attika atölyelerinin ürettiği kapları taklit
ederlerken, kendi üretimlerini de geliştirmişler ve böylece seramik
üretimciliği yeni kurulan bölgesel krallıkların merkezlerine de taşınmıştır.
Bunun gibi Mısır ve İtalya'daki çeşitli merkezlerde de değişik türde ve
özellikte boyalı ve boyasız seramikler özellikle kendi bölgelerindeki tüketime
yönelik üretimler gerçekleştirilmiştir.
Hellenistik seramiğin oluşmasına
etki eden en önemli faktörlerden biri de bu dönemde metallurji konusunda
gelişen teknik bilgiler sayesinde, çeşitli metallerden yapılan kap kacak
üretiminin hızlı bir biçimde gelişmesi ve metal kapların çok geniş bir bölgeye
yayılması ve kullanılmasıdır. Bu yüzden çömlekçiler de, öteden beri yaptıkları
gibi, kendi geleneksel biçimlerinin yanında, metal kapları da kıyasıya taklit
etmeye başlamışlardır. Bazen bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki, sadece
metal kaplara özgü olabilecek, buna karşılık pişmiş toprak kaplar için abartılı
sayılabilecek form özelliklerini bile taklit edilmiştir ve bu alanda da büyük
başarı sağlamışlardır. Ayrıca bu tür metal kaplar üzerindeki çeşitli
yöntemlerle yapılmış süslemeler de yine çömlekçiler tarafından bu kez boya ve
diğer yöntemlerle pişmiş toprak kapların üzerine uygulanmıştır.
M.Ö. IV. yüzyıl seramik sanatı
ile Helenistik çağ seramik sanatını birbirinden ayıran en önemli özellikle
figürlü vazo yapımcılığının, bazı küçük istisnalar dışında, Helenistik çağda
hemen hemen son bulmuş olmasıdır. Helenistik çağ, seramik alanında çeşitlerin
en bol bulunduğu devredir. Buna en büyük etken seramik yapımcılığında gelişen
teknikler ve Helenistik çağın geniş dünyası içinde birbirleriyle daha sıkı
ilişkiler içine giren atölyelerin çoğalması yanında metal ve camdan kaplar
üreten atölyelerle çömlekçilerin rekabeti ve birbirlerine etkileri önemli bir
yer tutar.
Seramik üretim süreci tarihi
dikkate alındığında, kronolojik olarak M.Ö. 30 yılında başlatılan Roma çağının
erken safhasındaki seramiğin genel özellikleri ile geç Helenistik dönem seramik
sanatının genel özellikleri arasında kesin bir ayrım yapmak zordur. Başka bir
deyişle, teknik uygulamalardaki gelişime bağlı olarak üretilen bazı tipik vazo
gruplarında görülen yenilikler dışında, Roma erken İmparatorluk dönemi geç
Helenistik dönemin bir devamı niteliğindedir. Hemen belirtelim ki, Helenistik
çağda toplumların eriştiği zenginlik, iletişimin hızlanması ve bilgi birikimine
bağlı olarak artan talepler, seramik üreticileri tarafından hemen algılanmış ve
bu talepleri en iyi bir biçimde karşılama alışkanlığı ve becerisi
kazanılmıştır. Bu da doğal olarak ortak bir kültürün oluşmasına katkıda
bulunmuştur. Hangi Helenistik merkezde yeni bir kap tipi ortaya çıkmışsa, bu
tip hemen yayılabildiği gibi, talebi karşılamak üzere, üretim artırılmış, aynı
zamanda bunların taklitleri de yerel atölyelerde hemen yapılabilmiştir. İşte Roma
çağına girildiğinde de bu birikim daha geniş bir coğrafya için geçerli
olmuştur. Roma İtalya’sında geç Helenistik ve Roma erken imparatorluk
karakterini yansıtan en önemli üretim kalıpta yapılmış kırmızı astarlı ve çoğu
zaman kabartma süslü kaplardır ki bunlar Arretina, Samia, Terra Sigillata gibi
adlar altında incelenmiştir. İtalya ve diğer Roma Avrupa’sında yaygın olan bu
malzemenin yerel taklitleri yapıldığı gibi, benzer biçimde Roma’nın Doğu
Akdeniz bölgesindeki eyaletlerinde de kendine göre ve yukarıda saydığımız
gruplarla az çok ilişkili olabilecek üretimler de gerçekleştirilmiştir.
Ancak, M.S. II. Yüzyılın
sonlarına doğru Helenistik çağda ulaşılan birikimler, Roma coğrafyasında,
merkezden çok uzaklarda, özellikle doğudaki kültürler, zaman içinde Helenistik
kültür geleneklerini ve yaşam tarzını sürdüremez duruma geldikçe ve Romalılığın
da bu yörelerde fazla etkin olamaması yüzünden, seramik sanatında lüks kap
kacak yapımında gözle görülür bir gerileme dikkati çeker. Bu da iki önemli
sonuca neden olur: bunlardan ilki, bölgesel atölyelerin gelişmesidir. Bunlar
lüks kaplar yerine yarı mutfak, yarı lüks sayılabilecek üretimlere yönelirler;
diğeri de bazı atölyelerin lüks kaplarıyla tüm imparatorluk sınırları içindeki
alıcılara yanıt verebilecek kadar büyük çaplı üretim yapabilecek duruma
gelirler. Ancak dar sınırlar içinde kalsa da, ilk gruba ait atölyelerin
üretimleri daha yoğundur. Bu arada lüks ya da lüks olmayan kap üretimine metal
kapların biçimlerinin ve zaman zaman da süslerinin etki etmesi Roma çağı için
de geçerlidir.
HELENİSTİK DÖNEM ATÖLYELERİ VE
TERMİNOLOJİ SORUNU:
Bu başlık altında Helenistik
seramik guruplarının yani Batı Yamacı, Hadra, Gnathia Megara gibi adların nasıl
yanlış ve günümüzdeki bilimsel gerçekleri yansıtmaması konusunu ele alacağız.
Seramik üretiminin Helenistik
çağda çok çeşitli atölyelerde, yapıldığına, bunlardan popülarite kazanan bir
kısmının da yaygın olarak başka atölyeler tarafından taklit edildiğine yukarıda
dikkat çekmiştik. İşte bu yüzden, kimi zaman hangi üretimin yerli, hangi
üretimin ithal olduğu konusu hala açıklıkla belirlenmiş değildir ve bu da
atölye sorununu.gündeme getirmiştir. Diğer taraftan, özellikle geçen yüzyıldaki
kazılarda bulunan ve bunları yayınlayanlar tarafından da, buluntu yerlerine
göre adlandırılan bazı gurupların adlarının da yanlışlığı sonradan
gerçekleştirilen araştırmalarla kanıtlanmış, ancak bu yerleşmiş adların
değiştirilmesi konusunda fazla bir adım atılmamıştır. Bu konu da burada ele
alacağımız sorunlardan bir diğerini oluşturacaktır.
Öncelikle atölyeler konusu
üzerinde duralım. Bu güne kadar Anadolu’da ve Hellas’taki Helenistik ve Roma
dönemi kentlerinde yapılan kazılardan elde edilen seramiğinin
sınıflandırılmasında biçim ve süsleme ön planda olmuş ise de, bunların
üretildiği atölyeler konusunda genelde bilinen adlar kullanılmıştır. Örneğin
Batı Yamacı vazoları dediğimiz zaman, ilk kez 1910? yılında Atina akropolünün
batı yamacındaki kazılarda bulunan basit boyalı vazolara C.Watzinger’in vermiş
olduğu ad aklımıza gelmektedir (bak. Aş. Batı Yamacı Vazoları). Bunun gibi,
Megara çanakları dendiğinde de ilk kez Megara’da (Hellas’ta ? bölgesinde bir
kent) bulunan kabartmalı çanaklar akla gelmektedir. Sonuçta, bu ilk buluntu
yerleri de, bu kapların aynı zamanda üretildiği yerler olduğu biçiminde
algılanmış, ayrıca bundan sonra başka merkezlerde bulunan benzer malzeme de bu
ve benzeri adlarla anılmış ve tanımlanmıştır. Halbuki bugün burada sözünü
ettiğimiz her iki gurup ve diğer Helenistik vazo gruplarının asıl üretildikleri
yerler hakkında daha geniş bilgilere sahip olduğumuz gibi, bu tiplerin yalnızca
bir merkezde değil, benzer biçim ve süs özelliklerini taşımak kaydıyla, çok
sayıda merkezde üretilmiş olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan, Helenistik seramiğin
hangi belli atölyelerde üretildiği değil, üretildiği atölyenin tarzı ve bunun
diğer atölyelerde üretilenlerle olan ilişkileri üzerinde durmak biz daha
anlaşılabilir sonuçlara götürmektedir. Diğer taraftan bu alışılmış adların
değiştirilmesi ve gerçek adların konması ve bunların daha açık tanımlarının
yapılması konusunda henüz fazla bir girişimde bulunulmuş da değildir. Son
yıllardaki arkeometri araştırmaları bu konuda bazı yeni sonuçlar ortaya koymuş
olsa da (bak. Aşağıda Hadra Vazoları) henüz yukarıda sözünü ettiğimiz
değişikliklerin yapıldığına da tanık olmamış oluyoruz.
İşte bu bağlamda, Helenistik vazo
guruplarının adlandırılması konusuna gelmek istiyorum. Şimdiye kadar ve
özellikle geçen yüzyılda yapılan kazı ve diğer araştırmalarda ele geçen çeşitli
vazo guruplarının adlandırılmasında, bunların bulunduğu ilk yerlerin dikkate
alındığına, buraların birer atölye olmasının düşünülmesiyle, adlandırmada da bu
durumun öne çıktığına yukarıda değinmiştik. Bugün gelinen noktada bu adların
yalnızca sembolik bir anlam ifade ettikleri, artık herkesçe kabul edilen bir
gerçektir. Bu bakımdan acaba bu kap gurupları için ne türden adlar vermek
gerekir ?
YENİ ÜRETİM TEKNİKLERİ:
Burada, öncelikle boya özellikle,
kalıp alma teknikleri ve diğer biçimlendirme, süsleme, astarlama teknikleri
konusunu ele alalım.
Helenistik çağda üretimin en
hızlı ve seri biçimde yapılmasına öncelik verildiğini, çoğalan atölyelerin
birbirleriyle rekabeti açısından önemli olduğuna yukarıda birkaç kez
değinmiştik. Durum böyle olunca üretimin bu şekilde gerçekleştirilmesi
açısından yeni bir takım düzenlemelere ve üretim tekniklerine gereksinim
duyulması kaçınılmazdı. İşte bu gereksinime bağlı olarak örneğin kalıp alma ve
vazoları kalıpta yapma tekniği başta olmak üzere bazı yeni teknikler
yaratılmıştır. Diğer taraftan süsleme açısından da örneğin daldırma tekniği
gibi, bazı yeni teknikler uygulanmaya başlanmıştır. Şimdi bunları sırasıyla ele
alalım.
Aşağıda sözde “Megara” kaseleri
ve sigillata grupları dolayısıyla bir kez daha değineceğimiz kalıpta üretim
tekniğinin yaygın olarak kullanımı yaklaşık M.Ö. 3. yüzyıl ortalarından sonraya
rastlar. Bu teknikte, önce seri üretimi yapılacak vazonun bir modeli yapılar.
Bunun için kil kullanıldığı gibi, zaman zaman alçı da kullanılmıştır. Kalıp
hazırlama sırasında daha çok kabartmalı vazolardan, özellikle de metal
kaplardan yararlanılmıştır; bunların dış yüzeylerine sıvanan kalıp kili,
kuruduktan ve pişirildikten sonra kullanıma hazı duruma gelmiş olur. Kalıp
hazırlamada ayrıca baskı yoluyla bazı figürlerin ve diğer motiflerin
tekrarlanarak, kalıbın içine basılması, böylece kabartma motiflerin kalıbın
içinde kendi biçimlerinin çukurluklarını oluşturması biçiminde
gerçekleştirilmiştir.
KRONOLOJİ VE TARİHLEME SORUNLARI
Helenistik seramiğin bir başka
önemli sorunu da gurupların tarihi ve kronolojisidir. Öncelikle belirtmek
gerekir ki, seramik kronolojisi ile tarihsel kronoloji arasında bazı önemli
farklar vardır. Tarihsel kronolojiye göre, Helenistik çağ, Büyük İskenderin
ölümü ile başlar, seramik için ise, bundan biraz öncesi/sonrası (350/300)
başlangıç tarihidir. Bu genel başlangıç ve bitiş tarihleri dışında, arkeolojik
kazılarda elde edilen tarihsel veriler ve bununla ilgili malzeme de Helenistik
seramiğin kronolojisinin oluşturulmasına katkıda bulunabilmektedir. Guruplara
göre yapılan bu ve benzeri kronoloji oluşturma çabaları dışında, bazı vazo
tiplerinin kullanım süreçleri de kronolojinin oluşturulmasına katkıda bulunur.
Helenistik seramiğin en önemli
üretim merkezlerinden biri olan Atina’da oluşturulan kronolojiyi kısaca
anlatalım. Corinth, Delos, Olynthus gibi Helen kentlerinin Helenistik dönem.
kronolojisi hakkında duralım. Daha sonra Anadolu merkezlerine geçelim.
HELENİSTİK SERAMİGİN
SINIFLANDIRILMASI:
Nerede üretilmiş olursa olsun,
Helenistik çağ seramiğini sınıflandırmada kullanılan ölçütler daha çok,
bunların üzerlerindeki süslere, ya da süssüz, yalın olmasına göre ayrılır. Bu
tür sınıflandırmada vazoların biçimleri ve bunlara göre yapılabilecek bir
sınıflandırma ikinci planda kalmaktadır. Diğer taraftan bir başka geçerli ayrım
da –yine biçimlere bağlı olarak- bunların özellikle mutfakta ve günlük
kullanımıyla ilgili özellikleridir. Bu bakımdan, aşağıda bu iki farklı
sınıflandırma biçimini de tanıtacağız.
Süslü veya süssüz olmasına göre
yapılacak ayrım yanında süslü seramik, boya veya yukarıda ele aldığımız diğer
yöntemlere göre yapılmış süslemeler dikkate alınarak da bir sınıflandırma
yapılabilir. Buna göre:
Süslü seramik
Boya süslü
Kabartma, baskı veya kazıma süslü
olarak iki ana gurupta toplanabilir. Burada şunu hemen belirtmekte yarar vardır:
bir vazo yalnızca boya süslü olduğu gibi, hem boya hem de ikinci maddede
belirtilen yöntemlerden biri ile süslenmiş olabilir.
Süssüz seramik: Bu guruptaki
örneklerin üzerinde hiçbir biçimde süsleme olmamasına karşın, özellikle lüks
sayılabilecek servis kaplarının dış yüzü tamamen ya da görünür kısımları siyah,
kahverengi veya kırmızı bir astarla kaplanmıştır.
1- Süslü seramik iki ana grupta
toplanabilir. Bunlardan ilki, boya ile yapılan süslerdir. İkincisi ise
damgalama ya da baskı yoluyla, ya da kabartma motiflerle yapılan süsleme
yöntemidir. Boya ile süslü vazolar da kendi arasında bir kaç gruba ayrılabilir.
Bunlardan ilk grubu, özellikle Attik ve Güney İtalya vazo atölyelerinde Klasik
çağda egemen olan kırmızı figür tekniğinin bir versiyonu olan parlak ya da mat
siyah, ancak zaman zaman da kırmızı astar zemin üzerine, başta beyaz ve açık
sarı, ya da portakal sarısı renklerle yapılan süslemelerdir. Bunun kırmızı
figür tekniğinden ayrılan en önemli yönü, kırmızı figür tekniğinde figürlerin
vazo üzerinde rezerv olarak bırakılıp, figürler dışında kalan alanın parlak
siyah bir astarla kaplanmasına karşılık, söz konusu kap gruplarında boyaların
kabın tümünün siyah astarla kaplanmasından sonra bunun üzerine uygulanmasıdır.
Bu sözünü ettiğimiz teknik çerçevesinde Gnathia kaplarını ve Batı yamacı
kapları süslenmiştir. Bir başka uygulama da ise, Kızılırmak Havzası Kapları'nda
olduğu gibi, birden fazla boya ile, ancak doğrudan kabın astarı kendi üzerine
süslerin yapılmasıdır. Hadra vazoları, Batı Yamacı kaplarının bir Ayrıca bazı
Lagynoslar da buna benzer bir yöntemle süslenmişlerdir.
Damga ya da baskı yoluyla yapılan
süslemeleri geçmişini M.Ö. 5. Yüzyılın ortalarına kadar götürmek mümkündür. Bu
süsler daha çok kase, tabak gibi açık kapların iç merkezlerine yapılmışlardır.
4. Yüzyılın sonlarına doğru baskı yöntemiyle yapılan süsler palmet ve rulat
süsleriyle sınırlı duruma gelir. Örneğin biçimlerinde oluşan değişiklikler
yüzünden kantharosların içerisine M.Ö. 325 ten sonra bu süsler artık yapılmaz
olur. Aynı durum cup-kantharoslar için de geçerlidir. Ancak echinus kaselerde
ve kenarı dışa taşkın, ya da kenarı yivli tabaklarda ve bazan da kenarı
kalınlaştırılmış tabaklarda bu yolla yapılmış süsler bu tarihten sonra da
görülür. 4. Yüzyılın son çeyreğinde sayıları değişen ve birbirine yaylarla
bağlanmış olan palmetler kullanılmıştır. Bu uygulama dört palmetten oluşan ve
bir rulet süs içerisinde yer alan bir düzende azalarak sürer. Birbirine bağlı
palmetler tabaklarda, geniş biçimlerine bağlı olarak, kaselerden daha uzun bir
süre kullanılır. Bu süs kaselerde M.Ö. 300 tarihlerinden sonra iyice azalır.
Tabaklarda ise erken 3 yüzyılda, hatta çok az olsa da 3. Yüzyılın içlerinde
görülür. 275 dolaylarında echinus kaselerde baskı süsü tümüyle kalkar. M.Ö 2.
yüzyıla ait kenarı dışa taşkın kaselerde baskı süsleri kullanılmıştır. Kenarı
yuvarlatılmış tabaklarda ise bunların kullanımı 3. Yüzyılla sınırlıdır.
Baskı süsleri ilk kez Klasik çağ
yalın siyah astarlı kaplarda kullanılmıştır ve bu gelenek Helenistik çağda da
hem eski biçimlerin devamı olan kaplarda, hem de ilk kez bu dönemde ortaya
çıkan kaplarda görülmektedir. Bunlardan M.Ö. 2. Yüzyılın ilk yarısına ait
Knidos omuzlu kaselerinin taklitlerinde ve pahlınmış (bevelled) kaselerde rulet
süslerinin içinde görülür. M.Ö 2. Yüzyılın ortalarından itibaren sadece rulet
süsleri görülür. Rulet süsü çok ender durumlarda baskı süsleriyle birlikte bu
ve benzeri yeni biçimlerde sıkça görülmesi M.Ö 2. yüzyılın ortalarına rastlar
ki, bunda, küre karınlı, halka kaideli kaselerde, kenarı dışa taşkın, karnı dik
yapılmış derin kaselerde ve karnı basamaklı, ya da kenarı yukarı dönük
tabaklarda olduğu gibi, İtalya'da üretilen prototiplerin etkisinin olduğuna
kuşku yoktur.
Rulet süslerinin yapımında da
belli bir değişim söz konusudur. M.Ö. 275 yıllarına kadar olan uygulamalarda
daha düzgün rulet süsleri söz konusuyken, daha sonra bunlar kabalaşmaya,
basitleşmeye başlar. Daha sonra rulet süslerinin yapımında farklı bir yöntem
izlenir. Buna göre süsler daha geniş alanlara, hatta kure karınlı fincanlarda
olduğu gibi, kabın hem içine, hem de dışına uygulanır. Bunların ortaya çıkışı
M.Ö. 200 ile sınırlandırılabilir. Bu uygulama benzer biçimde, aynı tarihe ait,
kenarı iki dilimli tabaklarda da görülür.
HELENİSTİK ÇAĞ SERAMİĞİNİN
TARİHLENMESİ VE KRONOLOJİSİ SORUNU:
Yukarıdaki açıklamalarımızdan da
anlaşılacağı gibi, Helenistik çağda tüm Akdeniz havzasında büyük ve kalabalık
metropollerin oluşması, bunlar arasındaki çeşitli ilişkilerin ve bu arada
ticari taşımacılığın gelişmesi, sermaik üretiminin de çoğalmasına ve
yayılmasına ve neden olmuştur. Herhangi bir atelyenin ürettiği yeni biçimler
çok geçmeden başka atelyeler tarafından taklit edilmiş, ayrıca yerel atelyeler
kendilerine özgü yeni üretim teknikleri ve biçimler yaratarak, önemli bir
rekabet ortamı yaratmışlardır. Bu ve benzeri nedenlerle, Hellenitik çağ
seramiğinin örneğin Klasik çağ figürlü vazo ressamlarının eserleri gibi, dar
bir tarih içine yerleştirilmesi olanaklı olmadığı gibi, bazı durumlarda,
özellikle taklit biçimleri????
GURUPLAR
Hellenistik çağdaki boya ile
süslü vazo gruplarının başlıcaları şunlardır:
1- Gnathia Kapları
2- Batı Yamacı Kapları
3- Lagynoslar
5- Kabartma Süslü Kaplar
6- Hadra Hydriaları
7- Kızılırmak Havzası Kapları
Vazo guruplarını ele alırken:
Bu gurubun adının geldiği
yer-veya adı nereden gelmiş;
Yayılma alanları ve taklit
üretimlerinin olup olmadığı
Görülen formlar
Süslemelerde görülen boyalar ve
süsler.
Kronolojisi
Düzeni içerisinde hazırlayalım.
GNATHIA KAPLARI:
19. yüzyılın ortalarında Güney
İtalya'da EGNAZIA (Eski Gnathia) da bulunan kaplar nedeniyle bu adı almış ve
Gnathia dışında da imal edildiklerinin saptanmasına rağmen, literatürde bu adla
kalmıştır. Bu kaplar tip olarak siyah astar üzerine beyaz, sarı, kırmızı
boyaların tonları ile yapılan insan figürleri, asma dalları, sarmaşık dalları,
veya bol kıvrımlı dallar arasına yerleştirilmiş kadın başları ile
süslenmişlerdir. Bu adını saydığımız süsler büyük ebatlı olmayıp daha çok
minyatür görünümündedir. Kap biçimleri de bu süslerin yapımına uygun ölçülere
sahiptir. Tüm bu süsler genellikle Dionysos ve onun şölenlerini simgeliyor
olmalı ki, bunları eserleri ele alırken daha iyi göreceğiz.
Gnathia kapları Apulia'da
yaklaşık 100 yıl süreyle üretilmişlerdir. Bu zaman IV. yüzyılın ikinci çeyreği
ile III. yüzyılın ikinci çeyreği arasındadır. En önemli ve büyük üretim
merkezi, Taranto olmalıdır. Ancak kapların çamur kapsamlarının gösterdiği
farklılıklar ve bu kapların buluntu yerlerinin dağılımı bize Gnathia kaplarının
yalnızca bir merkezde yapılmayıp özellikle IV. yüzyılda çok değişik bölgelerde,
atölyelerde yapıldığını göstermektedir. Güney İtalya’daki bu atölyeler
özellikle IV. yüzyılda yoğun bir üretim içindedir. Ancak III. yüzyıla
gelindiğinde Canosa dışında bu merkezlerdeki üretim düşer.
Gnathia kapları; hemen hemen tüm
Akdeniz havzasında, Yunanistan, Ege Adaları, Kıbrıs, Alexandria, İspanya,
Korsika, Yukarı Adriyatik'te bulunmuştur. Aynı zamanda Atina'da üretilen Batı
Yamacı kaplarının bazı Gnathia motiflerini kullandığı ve bu şekilde bu kap
türünün Gnathia'dan etkilenmiş olabileceğini söyleyebiliriz.
Şimdi Apulia'daki Gnathia stili
üzerinde durmaya başlayalım. Apulia-Gnathia stilinin gelişimi üç ana safhada
ele alınabilir: Erken Gnathia 370/360-330; Orta Gnathia 340/330-300; Geç
Gnathia 300-270.
1- Erken Gnathia: İlk safha bir
yandan daha önce gördüğümüz Güney İtalya kırmızı figürlü vazo sanatının
etkilerini görmekte, diğer yandan Gnathia ressamlarının yeni arayışlarına tanık
olmaktayız. Kırmızı figürle ilgi açık bir alan içerisine yerleştirilmiş tam bir
figür yapımıyla kendini göstermektedir. Başta sade olan kap yüzeyine, çok
geçmeden sarmaşık, defne, bazı spiralli dal süsleri repertuara girer.
Başlangıçta yalnızca beyaz boya
kullanılırken, daha sonra sarı, portakal renginin tonları, kahverengi ve
kırmızının tonları ve çok seyrek olarak pembe ve yeşil gibi renklerle hoşa
giden bir çok renklilik meydana getirirler. Aynı zamanda kazıma tekniği ile
yapılmış bitki motifleri azda olsa görülmektedir.
Bu safhanın en güzel yapımları
Konnakis ressamı ve onun grubu-çevresine verilen örneklerdir. Bonn'da
Akademisches Kunstmuseum'da bulunan bir
Gnathia kaplarının orta veya
ikinci safhasında yani İ.Ö. 340 dolaylarından itibaren üretimde artışlar
görülür. Bu artış yalnız süslenen kapların sayısal çokluğu ile değil, aynı zamanda
kap biçimlerinde görülen çeşitlilik ile de kendisini gösterir. Ancak bu artış
süsleme kalitesinin düşmesi sonucunu da doğurur. Nasıl ki IV. yüzyılın
sonlarında kırmızı figürlü vazoların üzerindeki süslerde belirgin bir kalite
düşüşü vardır, bunun gibi orta safha Gnathia kaplarında da aynı kalite düşüşü
sezilebilir. Bu safhada vazo üzerinde tam figürlerin yapımı oldukça azalmıştır.
Bunun yerine bitki süsleri veya iki tarafa açılan kanatlar arasında kadın
başları, kuşlar görülür. Asma dalı süsü devam eder, daha bol kıvrımlı filizler
görülmeye başlar. Ancak bunların çizimi özensizdir. Asma dalları yerini iri
yaprakları ve boyalı dalları olan sarmaşık dalları yapımı başlar. İlk safhanın
sonlarında görülmeye başlayan maskelerle süslü vazolar daha bol olarak
yapılmaya devam edilir. Daha öncede belirttiğimiz gibi Dionysos yalnızca şarap
tanrısı olarak değil, aynı zamanda tiyatronun da tanrısı ve koruyucusu olarak
kutsanır. Diğer süsler arasında uzun pendantlar da görülmektedir.
İkinci safhayı elinde tutan üç
ressamdan ilki Lecca 1075 ressamı belki de Gül ressamının öğrencisi olmalıdır.
Bu nedenle bir yandan ustasının diğer yandan çağdaşları sanatkârlarla da ilişki
içindedir. Sanatkar ancak ustasına göre daha zayıftır ve ustasının kararlı
çizgilerinden kendisine eser yoktur. Lecca 1075 ressamı bir kaç pelike, küçük
lekythoslar ve şişelerdir. Bu son iki kap grubu kadın başları ile süslenmiştir.
Bonn'da bulunan pelikesi
sanatkarın eski geleneğine uyarak boyadığı bir örnektir. Burada kabın bir
yüzünde yine üç ayağı tasvir edilmiş olarak görülen bir iskemle üzerinde oturan
ve elinde kuğu tutan bir kadın tasvir edilmiştir. Kap üzerindeki motifler için
değişik renkler kullanılmıştır. Meander, rozet ve pendantlar sarıdır. Bunların
yanında beyaza boyanmış bitki süsleri zıtlık oluştur. Kadın, kuğu ve iskemle
çok dikkatlice yapılmış detaylara sahiptir. Kadının elbisesi koyu tonda kırmızı
ile boyanmış ve detayları siyah ve beyaz boyalarla belirtilmiştir. Beyaz
khitonu ise portakal kırmızısı şeritlere sahiptir. İskemle (Dipteros) tamamen
ince tonda sarı ile boyanmıştır ve üzeri titiz bir biçimde süslüdür. İskemlenin
üç bacağının tasviri Apulia geleneğidir. Sahne içinde üstte asılı olarak duran
kemer süsü de yeni bir motiftir. Bu safhaya ait ressamların repertuarında parçalar
bölünmüş yüzeyi olan yuvarlak, top gibi şekiller ve yaprakları üçgen biçimli
rozetler bulunmaktadır. Bonn'daki pelikenin diğer yüzünde bir defne dalı
bulunmaktadır ki dalların kavuştukları yerde bir rozet bulunmaktadır.
Lecca 1075 ressamı İ.Ö. 340-320
arasında çalışmıştır ve Bonn'daki bu pelikesi 340'dan biraz sonraya
tarihlenebilir.
Orta safhanın karekteristik
özelliklerini bir Lekanis'te görebiliriz. Süs basittir. Ortada kanatlarını açan
bir kuğu ve her iki yana doğru uzanan dallar görülmektedir. Dikkat edilirse
buradaki bitkilerin yaprakları yapılmamaya, onun yerine bol kıvrımlı filizler
gösterilmeye çalışılıyor. Altta bu süs frizinin sınırlandıran bir bant
bulunmaktadır.
Orta safhanın bir başka sanatkarı
da Dunedin ressamı ve onun grubudur. Bu ressam ve grubu orta Gnathia'nın büyük
bir bölümünü kaplar. Bu gruptaki eserlerin hiç biri artistik değeri açısından
en doruk noktaya ulaşamamıştır. Bu grubun önemi Dunedin ressamı ve çevresi
tarafından çok sayıda vazonun süslenmesidir. Bu grubun erken safhasına
verilebilecek küçük bir basık lekythos üzerinde sanki bitkiler arasından
fışkırıyormuş hissini veren bir baş görünmektedir. Üzerindeki boyalar her ne
kadar dökülmüşse de saçların altın kahverengisi rengi ve kütlesel görünüşü
sezilebilmektedir. Vazonun geri kalan kısımları bol spiralli bitki süsleri ile
kaplanmıştır. Bu frizin altında yumurta dizileri üstte ise benekler dizisi
görülmektedir. Dikkat edilirse bitki süslerinde ağırlık birazda
şematikleştirilmiş bitki frizlerine verilmiştir. Bu süsler genellikle sarı ile
yapılmıştır.
Dunedin ressamının grubuna ait
bir başka örnek Bonn'da bulunan pelikedir. Pelikenin biçimi tipik Gnathia
örneklerine uygundur. Özellikle kaide biçimi daha önce sözünü ettiğimizi gibi
kap formu ne olursa olsun Gnathia atölyelerinde orta profile sahiptir.
Pelikenin boynu sırası ile yumurta-inci dizisi, noktalarla süslenmiştir.
Karında ortada profilden yapılmış bir kadın başı, her iki yanında açılmış
kanatlar ve bitki spiralleri görülmektedir. Altta ise yeni yumurta dizisi vardır.
Daha öncede söylediğimiz gibi bitkiler veya açılmış kanatlar arasında yer alan
kadın başları süsü orta Gnathia için özgündür. Ancak yine daha önce
belirtmiştik ki, bu süsler lekythoslar ve şişeler üzerinde görülmektedir. Bu
şekilde bu süslerin pelikeler üzerine yapılması hemen hemen yalnız Dunedin
grubundadır. Üzerinde boyaları epeyce dökülmüş olan başın en özgün yanı, onun
hafifçe yukarıya kalkık olmasıdır. Lecca 1075 ressamı grubu eserlerinde gözler
profilden tasvir edildiği halde Dunedin ressamı grubunda gözler dolu ve
neredeyse cepheden gösterilmişlerdir. Ağzı göstermek üzere biraz aşağı doğru
yapılmış çizgi yeterli görülmüştür. Kanatlar kırmızı ile boyanmış, detayları
beyaz boya ile gösterilmiştir.Bu pelike orta Gnathia'nın geç dönemine yani 320
dolaylarına tarihlenebilir.
Orta safha Gnathia skyphoslarına
örnek olabilecek kabın üzerindeki süsler Gül ressamının izlerini taşır ve bu
bakımdan safhanın başına tarihlenebilir. Fakat hem asma dalları hem de baş daha
kaba görünüşlüdür.
Bir Oinochoe karnında ise biraz
önceki skyphoslarda gördüğümüz asma dalı çelengini görmekteyiz.
Gnathia vazolarının üçüncü
safhası için vazoların karınlarının dikey yivle biçimlendirmeye başlaması bir
başlangıç olarak kabul edilmektedir. Vazoların karınları üzerine bu tür yivlerin
yapılması madeni kapların etkisiyle İ.Ö. 5.yy.a kadar iner. IV.yüzyıl boyunca
bu yivler çeşitli kaplara tatbik edilirler. Bu yivler Gnathia kaplarında da
yaklaşık 320'lerde görülmeye başlar. Başlangıçta belki de bir atölyede
yapılmaya başlayan gövdesi yivli Gnathia kapları daha sonraları yayılmış ve
sevilmiştir. Yivler bazen beyaz ile doldurulmuştur. İkinci safhanın sonlarına
doğru vazolar üzerine yapılan süslerde bir azalma görülmektedir. İşte üçüncü
safhada özellikle kapalı kapların gövdelerine yayılan yivler yüzünden süslerde
gözle görülür bir azalmak olmaktadır. Burada görülen her iki Oinochoe ikinci
safhaya ait Oinochoe de gördüğümüz gibi süslerin karın ve boyunda toplanmış
olması özelliğini fazlasıyla katmıştır. Vazoların gövdelerindeki boş kısımlar
boydan boya yivlerle örtülmüştür. Yapılan süsler yine ikinci safhada kullanılan
süslerdir. Yani sarmaşık veya asma yaprakları, pendantlar, kadın başları, hatta
tam figürler de bulunur. Bitki süsleri karında bir friz halindedir. Kullanılan
kaplarda hemen hemen aynıdır. Ancak, formlarda bazı değişmeler görülmeye
başlar. İlk ve ikinci safhada görülmeye başlayan değişik renklerin boyanması
özelliği kalkar ve daha çok sarı rengin egemen olduğu bir boyama başlar, ayrıca
bu safhada süslemede kazıma tekniği kullanılmamıştır.
Bonn'da bulunan bir askos
üzerinde çok stilize edilmiş asma dalları, altta da meander süsleri
görülmektedir. Ayrıca askosun çok ince cidarlı olması geç Gnathia kaplarının
bir özelliğidir. Burada göstereceğimiz son örnek düğümlü kulpları olan
kraterleri görmekteyiz ki bunlar metal kapların taklitleridirler.
Kalyx-krater bu ilk safhaya
verilen bir örnektir. Krater 30 cm. yüksekliğinde 31,1 cm. ağız genişliğine
sahiptir. Kabın ön yüzünde bir ceylanı yakalamaya çalışan Eros görülmektedir.
Erosun gövdesi açık kahverengi ile boyanmış ve vücuduna ait detaylar kırmızımsı
kahverengi ile belirlenmiştir. Ayrıca bir resim tekniği olarak vücudunun
parlayan-ışığı yansıtan kısımları, örneğin; kol, boyun ve yüzünde beyaz ile
boyanmıştır. Saçının boyaları her ne kadar dökülmüş ise de onun sarı beyaz
renklerde kıvırcık bir kütle halinde yapıldığı belli olmaktadır. Bize yakın
olan kanadı detayları sulandırılmış astar boya ile belirlenmiş, beyaz
renktedir; üst kısmı görülen gerideki kanat ise kırmızıdır. Ceylan üzeri sarı
noktalarla beneklenmiş beyaz boyalıdır. Yaprakları ve başı üzerinde de sarı
kahverengi boyalar görülmektedir. Gnathia kapları içerisinde Kalyx-krater
biçimine pek rastlanmamaktadır. Ancak erken safhada kırmızı figür stilinin
etkisi ile bu form görülür. Burada kulplar incedir ve iyice yukarıya
kalkmaktadır. Kabın kaidesi, aynı zamanda çan biçimli kraterlerde ve
pelikelerde de kullanılan tipik formdadır. Kap 360 dolaylarına verilebilir.
IV. yüzyılın ortalarına doğru
Gnathia stilinde gelişmeler artar ve sanatkarlar kendilerini kırmızı figür stilinin etkisinden
kurtarmaya başlarlar. Erken safhanın sonlarına doğru oluşan bu yeni anlayışın
en büyük temsilcisi Gül ressamıdır. Ressam iki görüş içinde eserlerini süslemektedir.
Bunlardan ilkinde daha çok lekythos ve şişeler üzerinde bitkiler arasında
ayakta veya oturur halde bir kadın veya ayna ile birlikte bir Eros, kuş, köpek
veya buna benzer figürler görülmektedir. Bitki süsleri erken figürlerin yanında
bulunan defne dallarının bir gelişimidir. Bunlar şimdi tamamen boyalıdırlar ve
akanthus, kıvrılın filiz ve ekseriye çok güzel tasvir edilen bir gül ile
süslenmişlerdir. Bu görüşe bir örnek olarak Kassel Müzesinde bulunan bir
pelikeyi gösterebiliriz. Kabın boynundaki panelde bir tür giyoş süsü, aralarında
rozetler altında dil-yumurta sırası ve pendantlar dizisi bulunmaktadır. Esas
sahnede ortada giyimli bir kadın belki de giyimli bir tarzda bir gül üzerinde
ayakta durmakta her iki yanda bol kıvrımlı akanthus, filiz, tomurcuk ve gül,
rozet süsleri görülmektedir. Sahnenin altı eski geleneğe uygun olarak çaprazla
ve meanderli metoplar süslenmiştir.
Ressamın ikinci görüşü; daha çok
skyphos ve çan biçimli kraterler gibi açık kaplar üzerinde görülür. Bunlar
üzerinde süslemede yeni bir motif olan asma dalı süs repertuarına sokulur. Asma
dalı vazoyu detay olarak dolaşan bir çizgiyi kuşatıp ve bazen hevenkler
biçiminde aşağıya sarkar. Dallar ve bazende üzüm demetleri kırmızı boyanmış
yapraklar ve filizler ise beyazdır.
Bu grup için en güzel bir örnek;
yine Bonn'da bulunan bir skyphos'tur. Yüksekliği 30 cm. kadar olan bu kap
üzerindeki süsler, çok titiz yapılmışlardır. Bu gül ressamının bir özelliğidir.
Vazonun ön yüzünde bir asma dalı yatay olarak üstte uzanmakta ve iki dal
aşağıya sarkmaktadır. Bu iki dal arasında bir masa ve üzerinde iki kantharos ve
bir yumurta bulunmaktadır. Masanın her iki yanında ise meşale demetleri
bulunmaktadır. Bunlar altta bir yumurta dizisi frizi üzerine
yerleştirilmişlerdir. Kabın üst frizinde yine yumurta sırası, beyaz ve sarı
renklerde yapılmış panel frizi ve altta pendantlardan oluşmaktadır. Bu süsler,
sarı, portakal kırmızısı, beyaz ve kahverengi boyaların tonlarıyla yapılmıştır.
Kabın diğer yüzünde yine yumurta sırası pendantlar ve sarmaşık hevenkleri
görülmektedir. Bunlar arasında da rozetler yer almıştır.
Yine aynı müzede bulunan bir çan
krater üzerindeki asmalar gül ressamının etkisini gösterirler. Çizimler titiz
ve özenle yapılmışlardır. Kraterin karnı üzerinde kulp yerine aslan başları
yerleştirilmiştir ki, bu özellik Gnathia'daki çan biçimli kraterlerde de
görülür.
2- BATI YAMACI KAPLARI:
Helenistik dönemdeki boyalı kap
gruplarından biri olan "Batı Yamacı Kapları" ilk kez Atina
akropolünün batı yamacında, Areopagus'un güneyinde W. Doerpfeld'in kazıları
sırasında bulunmuş ve Carl Watzinger müzelerde bulunan benzer vazoları da bu
grupta toplayarak yayınlamıştır. Daha sonraları arkeoloji literatürüne bu adla
(Westabhang Keramik) girmiştir. Ancak bu grup için farklı terimlerin de
kullanıldığı görülmektedir. Örneğin F.F. Jones, Tarsus’ta Gözlü Kulede bulunan
bu gruba ait Helenistik seramiği “süslü glazurlu kaplar” (Decorated glazed
ware) olarak ele almıştır. Yüzyılımızın başından itibaren yapılan araştırmalar,
bu kap grubunun yalnızca Atina'da değil, çeşitli Doğu Akdeniz merkezlerinde da
imal edildiğini ve bu grubu tespitte kullanılan "Batı Yamacı Kapları"
teriminin yanlışlığını ortaya koymuş ise de, bunları tanımlamada yeni bir ad da
önerilmiş değildir.
Batı Yamacı Kaplarını karakterize
eden en önemli unsur, kabın astar boyası üzerine beyaz, ya da portakal sarısı
renkte, aslında kabın kendisini yapıldığı sulandırılmış çamurla oluşturulan
boya ile yapılmış defne ya da sarmaşık çelengi gibi bitki süslerinin,
pendantların; ayrıca kazıma tekniği ile kabın astarının çizilerek bu bitki
süslerini tamalayan dallarının, ya da çeşitli geometrik süslerdir. Böylece
siyah ya da koyu renkteki zemin ile, beyaz renkteki süslerin birbiriyle
oluşturduğu zıtlık Batı Yamacı kaplarının en dikkat çekici özelliğidir. Bu
uygulama yukarıda da değindiğimiz gibi temel olarak Attik kırmızı figür
tekniğinden ve bunun Güney İtalya'da, Gnathia'da üretilen kapların süsleme
tekniğinden ortaya çıkmıştır. Bunun gibi, bu boyama tekniğini, Kerç vazolarında
görülen, figürlerin detayları için yapılan ek boyamaların tekniği ile de
karşılaştırmak olasıdır. Bu arada, üzeri zaman zaman kakma yöntemiyle alçak
kabartmalarla süslü metal kapların bu özelliği, Batı Yamacı Kaplarının
süslerinin kullanılan boyadan dolayı yine kabartmaymış gibi gözükmesi, bu
grubun etkisi için bir dayanak oluşturabilir.
Hangi etkiyle olursa olsun, Batı Yamacı Kapları bu özellikleriyle, Attik
boyalı seramiğinin son halkasını oluşturan bir kap grubudur. Ancak hemen
hatırlatalım ki, Batı Yamacı Kapları Attika dışında, özellikle Anadolu'da bir
kaç merkezde de üretilmiştir.
Batı Yamacı Kaplarını, killerinin
ve astarlarının rengine göre iki ana gruba ayırabiliriz. Bunlardan ilk gruba
giren örneklerde kabın kili açık deve tüyü, gri renkte olan ve zemini mat siyah renkte bir astarla
kaplanmıştır. İkinci grupta ise, bu kez vazonun kilinin çoğu zaman açık kiremit
renginde olduğu, zeminin de yine açık veya kiremit kırmızısı bir astarla
kaplanarak pürüzsüz bir yüzey elde edilmiştir. Bu ikinci tip kırmızı
astarlılara, üzerlerinde görülen benek süslerinden dolayı "Mottled
Oliver" adı verilmiştir (açıklama için bak. Rotroff, 43, not. 41). Ancak
bu iki grup arasında, zeminleri siyahtan çok renleri koyu kahverengiden
kırmızımsı kahverengine kadar değişen tonlarda olan bir grup daha vardır ki
(Tarsus), olasılıkla bu vazolar Attik'nın mat siyah astarlı Batı Yamacı
Vazolarının yerel taklitleridir ve bunlar -belki de kabın siyahlaştırılması
tekniği hakkında yeteri kadar deneyimi olmayan- Attika, hatta Hellas dışındaki
Anadolu atelyelerinin ürünleridir.
Buraya kadar olan anlatımdan ve
diğer Helenistik boyalı seramik gruplarının tanımından da anlaşılacağı gibi,
terim bu vazoların üzeindeki süslemeye dayanılarak ortaya atılmıştır. Bir başka
deyişle, yukarıda tanımladığımız düzende, ancak farklı tipteki vazolar üzerine
yapılan süsleme, bu kapların grubunu temsil etmektedir. Bu yüzden biz de burada
öncelikle süsleme özellikleri üzerine durup, daha sonra biçimler
değerlendireceğiz. Ancak hemen ekleyelim ki, yalnızca süslere bakarak vazonun
tarihini vermek eksik bir değerlendirmedir. Bu bakımdan, Batı Yamacı tarzında
motiflerle süslenmiş kapların biçim gelişimini de kesinlikle dikkate
alınmalıdır.
Batı Yamacı Kaplarının biçimleri
ve astarları hangi renkte olursa olsun, doğrudan bu astar üzerine ve süslenecek
vazonun süsleme olanaklarına göre, beyaz ya da portakal sarısı bir boya ve
kazımalarla bitki ve geometrik süsler yerleştirilmiştir. "Batı Yamacı
Kapları" nın, özellikle erken örneklerinin süslenmesinde kullanılan boya
veya sulandırılmış portakal kırmızı rekteki süse dokunulduğunda, vazonun
üzerinde bir kabartma süs etkisi yaratacak kalınlıkta tatbik edilmişlerdir. Bu
tür uygulama çömlekçilerin bazı metal kaplar üzerindeki kabartma süsleri taklit
etme arzusunda olduklarını gösterir. Ayrıca yukarıda sözünü ettiğimiz kırmızı astarlıların
üzerindeki Batı Yamacı Kaplarındaki bitki süslerinin biraz daha bozulmuş ve
sadeleşmiş bitki ve geometrik süsleri yanında, benek süsleri, çeşitli kazıma
süsler ve yatay yivler, kabartma süsler görülür. Ancak tüm Batı Yamacı
Kaplarında, boya ile yapılmış süsler, zaman içinde dökülmüş ya da aşınmış
olduğu için, günümüzde kazılarda ele geçen vazoların üzerinde bu süslerin
sadece izi kalabilmiş ve bu yüzden de zaman zaman zor seçilir duruma gelmiştir.
Bitki süsleri arasında en çok sevilen motif defne çelengidir. Ayrıca sarmaşık,
rozet süsleri ile ender bazı vazolar üzerinde Gnathia vazolarını üzerine
yapılan bitki süslerinden etkilenerek yapılmış olduğu anlaşılan asma süsü,
lotus ya da pendant frizi, Batı Yamacı Kaplarının üzerine yapılan bitki süsleri
arasında yer alır. Asma süsü gibi, yine Gnathia vazolarından öykünülerek
yapılmış olduğu anlaşılan, yunus balıkları ve tek tük olarak, figürlü sahneler
görülür. Çoğunlukla kazıma ile yapılan geometrik süsler arasında kafes süsü,
bazen bir bölümü boya ile tamamlanan dama süsü, çaprazlar, dalgalı ve yatay
çizgiler gibi süsler görülür. Yatay çizgilerin kazımayla sonradan oluşturulduğu
örnekler bulunduğu gibi, kabin biçimlendirilmesi sırasında yapılmış yatay
çizgilere de rastlanır; ancak bunların üzerine astar boya çekildiği için, bu
boyanın altında kalmışlar ve kaıma çüzgüler gibi, kabın astarıyla bir zıtlık
oluşturmamışlardır. Zaman zaman bu yivlerin üzerinin boyandığı örnekler
bulunmaktadır.
İlk gruba giren "Batı Yamacı
Kapları" nın siyah astarlı olanlarının M.Ö. V ve IV. yüzyıldaki süssüz
siyah astarlı kaplarla yakınlığı gözden uzak tutulmamalıdır. S. Rotroff, ikinci
gruba giren kırmızı astarlı Batı Yamacı kaplarının ortaya çıkışını Doğu
Sigillatalarının, özellikle DSA grubunun ortaya çıkışı ile özdeşleştirmiş ve
bunları M.Ö 2. Yüzyılın ortalarından sonraya tarihlemiştir. Biz bu kırmızı
astarlı Batı Yamacı Kaplarının da DSA grubu seramiği ile ilişkisini kabul
etmekteyiz. DSA grubu kapların ilk üretim yerinin Anadolu, özellikle güney ya
da güney doğu Anadolu olduğunu öteden beri savunduğumuz için ve kırmızı astarlı
Batı Yamacı kaplarının Anadolu'da Hellas'tan daha fazla yaygın olduğunu da
dikkate alarak, hem böyle bir ilişkinin varlığını, hem de bunların da Anadolu
atelyelerinde üretilmiş ve buradan yayılmış olduğunu kabul edebiliriz. Ancak bu
malzeme üzerinde özellikle kronolojiyi ilgilendiren yeni malzemenin
bulunmasının ardından daha iyi bir değerlendirme yapılması gerektiği
inancındayım.
Batı Yamacı tarzında süslenen
kapların biçim repertuvarı fazla geniş değildir. Aynı zamanda, bir kaç istisna
dışında, süslü vazoların benzerleri, süssüz, yani yalın siyah astarlı olarak da
bırakılmışlardır. Bu durum, bize süslü kaplarla süssüz kapların aynı
atelyelerde yapıldığını gösterdiği gibi, aynı zamanda, bunlarla aynı tarihlerde
yapılmış olduğunun da bir kanıtı olmaktadır. İşte bu yüzden de, Batı Yamacı
tarzında süslenmiş vazolar için, daha kesin tarihler vermek olanaklı duruma
gelmektedir.
"Batı Yamacı Kapları"
nın yalnızca Atina'da yapılmayıp, diğer Helenistik merkezlerde de ele geçtiğine
yukarıda değinmiştik. Gerçekten de Anadolu'da Bergama, Tarsus, Antiochia'da,
Güney Rusya'da, Filistin'de Samaria'da, Mısır'da İskenderiye'de yerli yapım ve
ithal örnekler bulunmuştur. Ayrıca Yunanistan'daki bazı Helenistik merkezler
ile Adalar ve Kıbrıs'ta da "Batı Yamacı Kapları" örneklerine
rastlanılmıştır. "Batı Yamacı Kapları" nın bu kadar yaygın olması,
bunların Helenistik dönemde çok sevildiğini ve çeşitli amaçlar için (özellikle
mezar hediyesi ve günlük hayatta çeşitli ihtiyaçlar için) kullanıldığını
göstermektedir.
Çeşitli kazılardan sağlanan
verilere göre "Batı Yamacı Kapları" en geç olarak M.Ö. IV. yüzyılın
sonlarında yapılmağa başlanmıştır. Atina Agorası kazılarında ele edilen
buluntular, bunların M.Ö. 1. yüzyıla kadar kullanıldığını göstermektedir. Ancak
ne Agora'da ne de başka merkezlerde bunların sözü edilen üç yüzyıl içerisinde
ne tür bir gelişim gösterdiği ve yapıldığı dönemlerdeki kronolojisi tespit
edilebilmiş değildir. Çünkü Helenistik devirde yapılan diğer kap gruplarında da
olduğu gibi, "Batı Yamacı Kapları" nın şekil ve süs yönünden
gelişimini veya değişimini ortaya koyacak kesin kıstaslar bulunmamaktadır.
S.I. Rotroff'un Atina agorasında
ele geçen buluntulara göre yaptığı analizlerden yola çıkarak Batı Yamacı
tarzında süslenmiş kaplar şu gruplardan oluşmaktadır:
1- Kantharos:
S.I. Rotroff, Atina agorasında
bulunan kantharosları iki alt başlık altında ele almıştır. Bunlardan ilk grubu
Klasik kantharoslar oluşturur. Bunlar Klasik çağa ait Attik yalın siyah astarlılar
olarak M.Ö 4. Yüzyılın başlarında ve kase-kantharoslardan türemiştir ve sonraki
yüzyılda da devam etmiştir. Hellenistik çağ kantharosları aynı zamanda bu dönem
kronolojisinin saptanmasında da önemli bir grubu oluşturur. Süsülü ya da süssüz
Helenistik kantharoslar kendi içerisinde düz kenarlı, kalın ve dışa uzantı
yapan kenarlı olmak üzere iki farklı biçim gösterir. Her iki tipin ağız
kenarından itibaren, düz ya da içbükey bir profille aşağı inen karnı, yumuşak
veya biraz sert bir dirsek yaptıktan sonra basık küre biçiminde daralır.
Kaidesi karnın altında dar bir boyun yaptıktan sonra genişleyerek ve bir kaç
profil yaparak ekhinusu andıracak biçimde sonra erer. Kaidenin otuma yüzeyi
düzdür. Kantharosların en belirgin özelliği olan dikey kulplar, kenar ile asıl
sap arasına konan, yatay ve sivrilen ucu hafifça yukarı kalkmış, üzeri
çoğunlukla düz bir bir parçaya sahiptir. Bu parçanın hemen hemen ortasına
bağlanan kulbun geri kalan kısmı dışa doğru hafifçe genişleyerek aşağıda bir
dönüş yapmış ve altta karın çıkıntısına bağlanmıştır. Süssüz örneklerde olduğu
gibi, bazı süslü kantharosların karın alt kısmında dikey dilimler ya da plastik
dil süsleri bulunmaktadır. Klasik geleneği sürdüren kantharosların
yükseklikleri 9 cm den 15 cm ye kadar değişir.
Klasik kantharos tipi, M.Ö. 3.
yüzyılın ortalarında yerini Helenistik kantharoslara bırakır. Bunların en
dikkat çeken yanı, Klasik çağ kantharoslara göre gövdenin genişlemesi, karnın
alt bölümünü oluşturan kısmın hemen hemen tümüyle ortadan kalkması, daha da önemlisi,
kaidenin genişleyerek, alçalmasıdır. Kulplar artık kenara değil, karnın üst
kısmına bağlanmış; ayrıca iki parçalı görünümlü olan Klasik kantharosların
kulpları yerine, tek parçalı halka kulpları vardır. Ancak kulbun karına
bağlanan kısmının dönüş yerine başparmak koyacak, biraz da sembolik olan bir
çıkıntı eklenmişir. Biçimle ilgili bu bilgilere ek olarak, kabın cidarının ve
üzerine sürülen astarın iyice inceldiğini söylemeliyiz. Bunlar ölçülerine göre, 9 cm den büyükler ve
bu ölçüden küçükler olarak iki farklı tipte üretilmişlerdir.
Söz konusu bu Helenistik
kantahroslar biçim olarak Boiotia'da Kabeiron kutsal alanında bulunan ve kimi
zaman skyphos olarak da anılan siyah figür bezeli kaplara oldukça yakındır ve
bu yüzden, Helenistik kantharos'un bu biçimden türetilmiş olduğu savı öne
sürülmektedir.
Helenistik kantharoslar üzerinde
yapılan süsler karnın üst bölümüne kulplar arasında kalan geniş yüzeye
yerleştirilmişlerdir. Bunlar genellikle her iki kulbun bulunduğu yerden merkeze
doğru yatay ya da hafif sarkmış biçimde defne çelenkleri, pendant, sarmaşık
çelenklerinden oluşmaktadır. Ayrıca Gnathi vazolarında gördüğümüz gibi, duvara
asılmış gibi duran dizi çelenkler, yunus balığı süsleri gibi süsler de görülür.
Atina agorası ve diğer
merkezlerdeki verilere göre, Batı yamacı tarzında süslü Klasik çağ geleneğini
sürdüren kantharoslar daha çok geç 4. Yüzyıldan 3. Yüzyılın ortalarına kadar
yaygındır. Parlak siyah astarlı Attik kantharoslar üzerine yapılan benzer
süslemeler M.Ö. 4. Yüzyılın başlarına kadar inmektedir. Hellenistik çağ
kantharosları ise M.Ö. 3. Yüzyılın ortalarından bu yüzyılın sonuna kadar yoğun
olarak kullanılmışlardır. Atina agorasında M.Ö. 2. Yüzyıla tarihlenen pek az
örnek bulunmuştur.
2- Kase Kantharos:
Batı Yamacı tarzında süslenmiş
bir başka kap grubunu oluşturam bu içki kaplarının biçimleri olasılıkla M.Ö. 4.
Yüzyılın ilk çeyreğine ait kase skyphoslardan (cup-skyphos) türemiş olmalıdır.
Bunların da iki tipi yani düz kenarlı ve kalınlaştırılmış kenarlı tipleri
bulunmaktadır ve erken olan örnekler kalılaştırılmış kenarlı olanlardır. Karın
biçimleri kantharoslara yakın olan bu kapların omuz çıkıntısından yukarıya
doğru çıkan ve bazı örneklerde uçları kaba doğru keskin bir biçimde kıvrılmış
olan kulplarıyla onlardan ayrılır ve bu görünüşleriyle daha çok Klasik çağdaki
kalyx kraterleri andırır.
Kase kantharosların süsleme
düzeni ve süsleri de kantharoslarınki ile yakınlık gösterir. Tarihleme
açısından da yine M.Ö. 325 ile 250 yılları arasına yerleştirilirler.
3- Kalyx-Kase (Calyx-cup):
Aslında kase kantharosların
kaidesiz ve kulpsuz bir benzeri olan kalyx kase olasılıkla Akamenid gümüş
kaselerden türetilmiş bir kaptır. Bunların kenarları düz olmayıp, dışa doğru
uzantı yapmıştır. Göve, yukarıda da belirttiğimiz gibi, kase kantharosların gövde biçimleriyyle
paralellik gösterir; ancak, gövdenin alt bölümü, Akamenid kaselerinde de olduğu
gibi, elle yapılmış dikey dilimlere ayrılmıştır ve bazan bu dilimler arasında
yine dikey çizgiler bulunmaktadır.
Kase kantharosların, yalın siyah
astarlıları olduğu gibi, üzerine, yukarıdaki diğer kantharoslara benzeyen
tarzda Batı Yamacı Kapları süslerin yapıldığı örnekler de bulunmaktadır.
Kase kantharosların en
eskilerinden biri Olynthos'ta bulunmuştur; dolayısıyla M.Ö. 4 yüzyılın
ortalarına tarihlenir. Ancak Atina agorasında bulunanların tümü 325 tarihinden
sonraya aittir. Son örnekler ise M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci çeyreğine tarihlenir.
4- Kadehler (bowl-kantharos)
Biçim açısından kantharoslarla
ilişkisi olan kadehlerin de Klasik ve erken Helenistik dönemlere ait
birbirinden bazı özellikleriyle ayrılan iki alt tipi bulunmaktadır. Klasik
kadehler de, kantharoslar gibi, yüksek kaidelidir ve kulpları karnın iki
yanından yukarıya doğru çıkarak, uçları yine kadehin karnına doğru dönmüştür.
Kadehleri kantharoslardan ayıran en önemli özellik ise, karnın yarım küre
biçimidir. Örken örneklerde kenar düz bir biçimde yapılmışken, daha sonra
kenarın hafifçe dışa doğru büküldüğü görülmektedir. Helenistik çağ kadehler
ise, karın ve kaide biçimiyle Klasik kadehlerine yakın ise de, kulp
biçimleriyle, yukarıda ele aldığımız Helenistik kantharoslarınkine benzer:
yani, dikey, halka biçimlidir ve kulbun üst yüzeyine yine başparmak yeri
eklenmiştir.
Kadehlerin üzerindeki Batı yamacı
süsleri yukarıda ele aldığımız diğer kaplardan farklı değildir; yalnızca kabın
karın biçimindeki değişmelerle, üzerine yapılan süslerin düzenlenmsinde küçük
değişiklikler yapılmıştır.
Bu her iki kadeh tipinin
tarihlenmesi de yine kantharoslarınki ile özdeştir. Atina agorasında Klasik
kantharosların düz kenarlı örnekleri M.Ö. 325 ile erken 3. Yüzyıl arasına
yerleştirilmiştir. Kenarı dışa uzantı yapan kadehlerin ise 3. Yüzyılın
başlarından bu yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna kadar kullanılmıştır. Bundan da anlaşılacağı
gibi, her iki Klasik tip de kısa sürelerle kullanılmış kaplardır. Helenistik
kadehler ise, M.Ö.erken 3. Yüzyılda ortaya çıkmış ve yaklaşık olarak çeyrek
yüzyıl kadar kullanıldıktan sonra Klasik kadaehlerin ortadan kalkmasıyla
birlikte bunların üretimi de son bulmuştur.
Burada tanıttığımız kadeh tipiyle
ve Klasik çağ yalın siyah astarlı ve yarım küre karınlı, yüksek ayaklı kulpsuz
kaselerle (ya da tabaklar) ilintili değişik bir kadeh bir tipi daha
bulunmaktadır. Ancak bunların, özellikle kadehlerinki gibi belirgin kulpları
yerine, kenarın altına karşılıklı birer çıkıntı (lug ya da bolster denmiş)
biçiminde kulpları bulunmaktadır. Atina agorasında ele geçen bir kaç örneğin üzerlerindeki Batı yamacı
tarzındaki süsler sarmaşık çelenleriyle sınırlı kalmıştır.
Atina agorasında bulunan bir kaç
örnek göstermektedir ki, bu form hem yaygın değildir, hem de çok kısa bir süre
gündemde kalmıştır. Kabaca bir tarih vermek gerekirse, bunlar en fazla M.Ö
erken 3. Yüzyılın ilk yarısına yerleştirilebilirler.
5- Skyphos
Klasik çağ yalın siyah astarlı
vazoların en sevilen kap tipi olan Attik ve Korinth tipi skyphoslar erken
Helenistik dönemde de yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak bunların Batı Yamacı
razında süslenmiş olanları yalnızca Korinth tipi skyphoslarla sınırlı
kalmıştır. Bu bakımdan biz de burada, Batı Yamacı tarzında süslü skyphoslardan
yalnızca Korinth tipi olanları burada tanıtacağız.
Korinth tipi skyphosların en
olgun örneklerini geç klasik çağda görmekteyiz. Bunlar, yukarıda da
belirttiğimiz gibi, erken Helenistik çağda da kısa bir süre daha kullanılırla
ve daha sonra ortadan kalkarlar. Erken Helenistik Korinth tipi skyphosların
biçimi, Klasik çağ Korinth tipi skyphoslarından pek farklı değildir. Ancak
halka tipi kaide biraz değişikliğe uğrayarak, dışa doğru yayvanlaşmış, fazla
yüksek olmayan bir ayak biçimini almıştır. Kimi zaman kulpları Klasik
skyphoslarınkine benzer biçimde kenarın altına yatay olarak yerleştirilmişken,
kimi zaman da kantharoslar ve kadehlerde olduğu gibi, halka biçimli ve gövdeye
dik olarak eklenmiştir; ayrıca kulbun üzerine başparmak çıkıntısı eklenmiştir.
Korinth tipi skyphosların üzerindeki Batı Yamacı tarzı süsler her iki kulbun
arasına yerleştirilmiştir. Motifler sınırlıdır ve görünüşleriyle kakma süslü
metal kapları anımsatırlar.
Atina agorasında bulunan Korinth
tipi skyphoslar, yukarıda da değindiğimiz gibi, M.Ö 4. Yüzyılın sonlarında
yaygındır ve kullanımları yaklaşık olarak M.Ö. 275 yıllarına kadar sürmüştür.
6- Yarım Küre Karınlı Kaseler:
Hellenistik vazolar arasında içki
tası olarak kullanılan kaseler ve bununla ilgili diğer vazolar oldukça geniş
bir repertuvara sahiptir. Bunlardan yarım küre karınlı kaseler hem değişik
biçimleri hem de üzerine yapılan süsleriyle önemli bir kap grubunu oluşturur.
Bunlar arasında Atina agorasında bulunan ve alt kısmında kabın zemine
oturmasını sağlayan 3 çıkıntının olduğu üç ayaklı kaseler bu biçimin metal
kaplarla olan ilişkisini ortaya koymak bakımından önemli örneklerdir. Öncelikle
bunların çok ince cidarlı olmaları dikkat çekicidir. Kenarı düz ya da biraz içe
dönüktür ve uca doğru incelir. Gövde tam bir yarım küre biçimindedir. Dış
yüzde, kenarın altında iki yatay yiv bulunmaktadır. Altta kabın yere oturması
için istiridye kabuğunu andıran ve birbirine oldukça yakın olarak yerleştirilmiş
olan plastik üç kısa ayak bulunmaktadır. Kabın oldukça parlak siyah astarı
üzerinde bu kez kulplar tarafından kesilmemiş, Batı yamacı tarzında ve çok ince
bir işçilik gösteren, ancak stilize olmaya yüz tutmuş askıda sarmaşık defne
gibi bitki motifi, yunus balıkları, spiraller, pendant, dama süsü gibi bezekler
yapılmıştır.
Atina agorasında ele geçen bu tip
kaselerin en erken örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılın başlarına tarihlenir. En geç
örnekler ise bu yüzyılın üçüncü çeyreğinin sonlarında yapılmışlardır.
Atina agorasında Batı Yamacı
tarzında boyalı kaselerden diğer bir grubu da, iç yüzeyi boyalı kaseler
oluşturur. Bunlar oldukça geniş bir gövdeye sahiptir ve Helenistik çağda ilk
kez ortaya çıkan bir anlayışla, yalnızca iç yüzeyleri süslenmiştir. Atina agorasında
iç yüzeyi boyalı kaselerin iki farklı biçimi ele geçmiştir. Bunlardan ilk tipe
giren kaselerin gövdeleri oldukça sığdır ve konik profilidir. Diğer tipin
gövdesi ise daha küreseldir ve kenarı hafifçe dışa uzantı yapmıştır. Bazan
bunların tondosunda madalyon biçiminde kabartma bir süs de yapılmıştır. Bu
bakımdan söz konusu pişmiş toprak kaselerin benzeri metal, özellikle gümüş
kaselerle bir ilişkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Gövdeleri daha büyük olan
kaselerin iç yüzeyine yapılan süslemeler zaman zaman iki friz biçimindedir;
böylece kaseye daha zengin bir görünüm kazandırılmıştır. Süslerin düzeni,
bunların yerleştirilme biçimi ve bazı motifler tümüyle gümüş prototiplerini
anımsatır. Batı Yamacı tarzındaki süsler arasında yine sarmaşık, defne ve asma
yaprakları öne çıkar. Ayrıca üzüm salkımları, yunus balıkları, tymiatherion
süsü gibi motifler görülür. Kasenin tondosunaki boya ile yapılmış süsler
oldukça basittir. Motifler arasında, yıldız ya da rozet süsü, palmet frizi gibi
bitki süsleri dışında, şua süsü noktalar ve kıvrık dal süsleri görülür. Bunlar
bazan madalyonda yer alan kabartma süslerin çerçevesi biçiminde de verilmiştir.
Madalyonda yer alan kabartma süsler arasında cepheden ya da hafifçe dönmüş baş
ya da büst görülür. Bunların kimin başı ya da büstü olduğu kolayca anlaşılacak
durumda değildir. Ancak, Pan, Dionysos ya da Dionysos-Ariadne çifti, ya da
Nike-Iris gibi bazı mitolojik figürlere ait başlar saptanabilmektedir. Atina
agorasında bulunan iki kasenin iç yüzündeki büstlerin Mısır kralı Ptolemaios I
Soter'e ait olduğu saptanmıştır. Bu bakımdan, söz konusu kaselerin içine
böylesi kişilerin portrelerinin yapılmasının da söz konusu olduğu
anlaşılmaktadır ki, bu gelenek kendisini daha çok Roma imparatorluk döneminde
gösterir.
İç yüzü süslü kaselerin ilk
örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılın ilk yarısına tarihlenir. Ancak, özellikle madalyonda
kabartma süslerin bulunduğu bazı kaseler M.Ö. 2., hatta 1. Yüzyılda bile
üretilmişlerdir.
7- Amphora:
Helenistik çağda Batı Yamacı
tarzında boyanmış en yaygın vazolardan biri de amphoralardır. Bunlar özellikle
Anadolu ve İtalya'da yaygın olarak görülmektedirler ve Yunanistan'da Atina
dışında bir kaç merkezde de üretilmişlerdir. Bunların bu kadar yaygın üretilmiş
olmalarına bağlı olarak, farklı biçimlerinin bulunmuş olması kaçınılmazdır.
Bunlar, bikonik gövdesi ve şerit biçimli kulplarıyla tanınan Gnathia tipi,
Anadolu ve Karadeniz bölgesinde yaygın olan, kalınlaştırılmış kenarlı, karnı
dikey yivlerle süslü ve şerit kulplu amphoralar ve özellikle Attik atelyelerde üretilmiş
olan, basit kenarlı ve gövdeli, burma kulplu amphoralardır.
Attik Batı Yamacı amphoraları
yana doğru hafifçe yayvan kenarlı, silindir biçimli boyunlu, oldukça basık
gövdeli ve bir kaç basamaklı bir profili olan kalıpta yapılmış kaidelidir.
Bazan gövdenin alt kısmı, çark yerine, kabartmalı kaseler gibi, kalıpta
yapılmış olup, burada yine onlarınkine benzeyen kabartma süsler bulunmaktadır.
Burmalı kulplar kenarın altından omuza bağlanırlar. Kulpların omuza bağlandığı
yerlerde bazen, metal kapların kulplarının yerleştirilmesi sırasında uygulanan
kulp kanatlarının plastik taklitleri bulunmaktadır. Ayrıca yine metal kaplar
için uygulanan yatay yivler, Batı Yamacı amphoraların kaidesi ile omuzu arasına
da yapılmıştır.
Vazonun içi ve dışı oldukça iyi
bir biçimde astarlanmıştır ve Batı Yamacı tarzındaki süsler, vazonun her iki
yüzüne yapılmış bir kaç örnek dışında, tek yüzüne ve vazonun boynuna ve omuzu
üzerine yerleştirilmiştir. Amphoraların boyununa genellikle sarmaşık, defne
çelengi, asma, palmet, rozet, pendant gibi, bitki süsleri; omuza ise, daha çok
geometrik süsler, yani, kafes, iç içe kare süsü, dama süsü yapılmıştır.
Atina agorasında Batı Yamacı
tarzında süslenmiş olan amphoraların en eski örnekleri M.Ö. 3. Yüzyılına
ortalarına tarihlenmektedir. Ancak benzer amphoraların M.Ö 275 yıllarına kadar
inen örnekleri vardır. Bu yüzden Batı Yamacı tarzında süslenmiş amphoraların
başlangıcı için, M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci çeyreğini söylemek daha akla yakın bir
olasılıktır. En geç amphoralar ise, M.Ö. 2. Yüzyılın sonlarına
tarihlenmektedir. 150 yılı aşkın bu kullanım süresi içinde biçimlerde ve
süslerde bazı değişiklikler söz konusu olsa da asıl özelliklerinden fazla bir
şey yitirmeyen Batı Yamacı tarzında süslü amphoralar M.Ö. I. Yüzyılda tümüyle
ortadan kalkarlar.
8- Oinochoe-Chous:
Batı Yamacı tarzında süslenen
oinochoeler ender olup, bunlar da genellikle yuvarlak ağızlıdırlar (bunlara
yuvarlak ağızlı testiler de denebilir). Biçim bakımıdan amphoralarla yakından
ilişkilidir. Kenar hafifçe yayvan ve boyun geniş ve silindir biçimlidir;
boyundan karna geçiş serttir. Karın, geniş ve basıktır.. Ayrıa yonca
ağızlıların çoğunda karnın yarıya yakın kısmı dikey yivlerle süslenmiştir.
Kaide geniş ve alçaktır. Kulp, yukarıda ele aldığımız amphoralar gibi
burulumuştur ve kenarın altından omuzun bitim yerine bağlanmıştır. Amphoralar
gibi, bunların kulplarının gövdeye bağlanan kısmında plastik kanatlar
bulunmaktadır.
Yuvarlak ağızlı oinochoelerin iç
ve dış yüzeyleri oldukça kaliteli biçimde astarlanmıştır ve Batı yamacı tarzındaki
süsler vazonun boynuna ve omuz ya da karın başlangıcına yerleştirilmiştir. Amphoralarda olduğu gibi,
boyuna yine bitki süsleri yapılmıştır ve yine bunlar kulp tarafından kesildiği
için, biraz aşağı doğru sarkan çelenkler gibidir. Omuzdaki ya da karnın üst kısmındaki süsler
ise, yataydır ve kulbun gövdeye bağlandığı yerde başlamıştır.
Oinochoeler de, amphoralar gibi
M.Ö. 3. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda ortaya çıkmışlar ve bu yüzyılın son
çeyreğine kadar kullanılmışlardır.
Oinochoelerin diğer bir türü olan
chous ya da 3. Tip oinochoe'ler M.Ö. 5. Ve 4. Yüzyıllarda bir servis kabı
olarak kullanılmışlar ve Helenistik çağda bunların Batı yamacı tarzında süslü
az sayıda örnekleri vardır. Bu biçimin en dikkat çekici tarafı, alçak, yayvan
halka kaidesi, yonca ağzı, bir ucu ağzın üzerine yapıştırılmış olan üçgen
kesitli kulbudur. Chous'lar çeşitli yüklsekliklere sahiptir. Klasik çağda yalın
siyah astarlı bir kaç büyük chous (yak. 28 cm) yanında bunların yarısı kadar
yüksekliği olanlar da vardır. Bu nedenle, bunların kronolojisi de, değişen
ölçülere, yani büyükten küçüğe doğru bir değişimin olduğu varsayılarak
oluşturulmuştur. Helenistik chousların
yükseklikleri 10-16 cm arasında değişir. Batı Yamacı tarzındaki süsler
bunların boyunlarına ve oldukça özenli
biçimde yapılmışlardır. Yuvarlak ağızlı oinochoelerin boyun süsleri gibi,
chousların boyun süsleri de hafifça sarkık bitki süslerinden oluşur. Omuzda süs
yoktur. Ancak, bazı chousların boynunun altından başlayan ve kaideye kadar
karnın tamamını kaplayan dikey yiv süsleri de bulunmaktadır.
Batı Yamacı tarzında süslü az
sayıdaki chousların da en eski örnekleri M.Ö. 4. Yüzyılın son çeyreğine
tarihlenir. Atina agorasındaki en geç örnek ise, M.Ö. 120-80 yılları arasına
tarihlenir.
9- Lagynos (İnce Boyunlu, Yonca
ağızlı Testi):
Atina agorasında Batı Yamacı
tarzında boyanmış siyah astarlı vazolar arasında bir kaç örnekle temsil edilen
bu testileri lagynoslardan ayıran en önemli özellik yonca ağızlı olmalarıdır.
Ayrıca bazı örneklerde, ağzın altına cepheden yapılmış bir sakallı baş
kabartması yapıştırılmıştır ve bunların bir şair veya bir filozofa ait olduğu
düşünülmektedir.
Bu testiler 20-25 cm
yüksekliktedir. Yonca ağızlı, aşağı doğru genişleyen ince boyunlu ve tam küre
olmayan karınlıdır. Kaide geniş ve halka biçimlidir. Kulp şerit biçimlidir.
Boyundan omuza geçişte ve karnın ortasında yatay yivler vardır.
Bu testilerin üzerindeki Batı
Yamacı tarzındaki süsler oinochoe'lerde olduğu gibi, boyna ve omuza
yapılmıştır. Boyunda genellikle bitki
süsleri ile yapılmış basit çelenkler ya da pendant süsü bulunmaktadır. Omuzda
ise bu süsler yinelendiği gibi, basit nokta süsleri de bulunaktadır.
Atina agorasındaki bu siyah
astarlı örnekler yanında, koyu kırmızı, ya da kırmızı kahverengi astar üzerine
yine Batı yamacı tarzında süslerin yapıldığı bir grup daha bulunmaktadır. Bunun
için Tarsus'ta bulunan örneğe bakalım.
10- Krater:
Atina agorasında Batı Yamacı
tarzında süslenmiş kraterlerin sayısı oldukça azdır ve S.Rotroff Atina
agorasında bulunmuş olan ancak bir kaç adet krater tanıtmıştır. Bunun anlamı,
şarap karmada kullanıldığı bilinen kraterlerin artık bu işlevinin ortadan
kalkarak, bu işin başka kaplarla yapıldığıdır. Ancak kraterler özellikle
ölçüleri iyice azalmış örnekleriyle diğer Helenistik merkezlerde temsil edilir.
Batı Yamacı tarzında boyanmış
olan kraterler arasında çan kraterler aşağı yukarı M.Ö. 4. Yüzyıldaki
biçimlerini korumuşlardır. Bunların iki yatay kulpları arasında bilinen batı
yamacı süsleri, yani sarmaşık, asma gibi
bitki frizi ve iç içe kare süsleri ya da dama süsü gibi geometrik süsler
bulunmaktadır. Kontextlere ve diğer verilere göre bunlar M.Ö. 3. Yüzyıla
tarihlenirler.
Diğer bir tip olan konik gövdeli
kraterler (bolster = yastık krater) geniş, derin gövdeleri ve kenarın altına
yapıştırılmış makara ya da yastık biçimli kulplarıyla dikkati çekerler.
Özellikle bu tip kulplardan dolayı bunların metal kaplardan etkilendiklerini
söylemek yanlış olmaz. Kenar ya dişa doğru yayvanlaştırılmış, ya da düz olarak
yapılmıştır. Gövde koniktir ve altta fazla yüksek olmayam bir halka kaide ile
son bulur. Bunların karnı üzerine yapılan Batı Yamacı tarzındaki süsler yine
bitki ve geometrik motiflerden oluşmuştur. Bu tip kraterlerin fazla yaygın
olmamasının yanında kısa bir süre kullanılmış olduğu görülür. Buna göre M.Ö. 3
yüzyıl ile erken 2. Yüzyıl konik gövdeli kraterler için verilebilecek en uygun
tarihtir.
11- Tabak:
İlkçağ seramik biçimleri arasında
önemli bir yere sahip olan tabaklar Helenistik çağda da çok yaygın olan bir
servis kabıdır. Bunlar sığ, halka kaidelidir ve kenar biçimleri çeşitlidir; bu
yüzden söz konusu tabaklar özellikle kenar profillerine göre
sınıflandırılırlar. Helenistik çağda Batı Yamacı tarzında boyanmış olanlar
yanında, yalın siyah astarlı olan değişik tipte tabaklar bulunmaktadır.
Batı Yamacı tarzında süslü
tabaklardan ilk grubunu küçük tabaklar oluşturur (Rotroff Nr.820-828). Bunların
ölçüleri 11-13 cm arasındadır. Kenar profilleri yivli, içbükey ya da düz
olabilmektedir. Sığ ve halka kaideli olan bu tabakların üzeri tümüyle ve
kaliteli bir siyah astarla kaplannmıştır. İç zemininde genellikle dairesel bir
yiv bulunmaktadır ve böylece bir anlamda tabağın iç zemini iki bölüme
ayrılmıştır. Merkezdeki dairesel alanda özellikle tabaklara özgü bir süs olan
yıldız motifi bulunmaktadır. Tabağın iç yüzündeki diğer süsler ise, Batı Yamacı
tarzındaki bildik süsler, yani, asma yaprakları ve üzüm salkımları, sarmaşık
süsü gibi, bitki süsleri, ile benekler görülmektedir. Bu tip tabakların çoğu
M.Ö. 3. Yüzyıla tarihlenir. İçerisi rulet süslü olanlar ise bundan biraz daha
geç, yani geç 3. Ve erken 2. Yüzyıllara tarihlenir.
Batı Yamacı tarzında süslü büyük
tabaklar ise küçük tabaklara göre daha yaygındır. Bunların çapları 20 cm den az
değildir ve çoğunlukla 25-35 cm çapında olan bu tabaklar, bu nedenle kazılar
sırasında ender olarak sağlam biçimde ele geçmişlerdir. Bunların kenar
profilleri oldukça çeşitlidir. Kalınlaştırılmış kenarın üzeri yivli olanlar
dışında basit, düz kenarlı olan tabaklar da bulunmaktadır. İç yüzeyi düz
olanlar yanında kabartma olarak bir halkanın olduğu, ya da bir yivin yapıldığı
tabaklar vardır. Diğer tabaklarda olduğu gibi, sığ olan bu tabaklar halka
biçimli bir kaide üzerine oturur. Bazı tabakların kenarı üzerinde bunları asmak
için kullanıldığı anlaşılan iki delik bulunmaktadır. Büyük tabakların iç üzleri
tümüyle ince tonda siyah bir astarla kaplanmıştır. Dış yüzü ise, kenarın
altındaki belli bir alan dışında, astarlanmamıştır. Süsler yine yine yukarıdaki
küçük tabakların içine yapılan bildik motiflerdir. Merkezde yıldız ya da rozet
ve diğer yerlerde, birbirinden çizgiler ve beneklerle ayrılmış bir kaç friz
halinde sarmaşık, defne, üzüm salkımları, filizler gibi bitki süsleri
bulunmaktadır. Atina agorasında ele geçen bu gruba ait tabaklar, Batı Yamacı
tarzında boyanmış diğer vazolar gibi, M.Ö. 3. Yüzyıla tarihlenirler.
Yukarıda tanıttığımız özellikleri
içeren Atina agorasında bulunmuş Batı Yamacı tarzında süslü tabaklar fazla
yaygın olmayıp ve ikinci yüzyılda yerini başka biçimdeki tabaklara, karnı
basamaklı süssüz tabaklara bırakır. Attika dışında, özellikle Anadolu'da ve
doğu Akdeniz bölgesinde ele geçen ve yine sade bir biçimde Batı Yamacı tarzında
süslenen tabakların bu yörelerdeki bir kaç yerli üretim merkezinden yayıldığı
anlaşılmaktadır (bunun için Rotroff'un bana gönderdiği makale ışığında ve
Tarsus ve Kelenderis malzemesini dikkate alarak bir ek yazalım).
Diğer Biçimler:
Buraya kadar ele aldığımız Batı
Yamacı tarzında süslenmiş bu vazolar dışında, Atina agorasında seyrek de olsa
bu tarzda süslü olan unguentarium, kapak, makara biçimli tuzluk, kenarı dışa
uzantılı derin kase, tek kulplu tas, guttus, situla, askos gibi vazolar ve
kandil ele geçmiştir. Ayrıca başka atelyelerin ürünleri olan Batı Yamacı
tarzında süslü kaplardan yine Agora kazıları sırasında ele geçmiştir.
Örnekler:
1- Skyphos-Kantharos (Chaliks)
Manisa Müzesi; Env.No: 628 Kazıma
palmet süsü yapılmıştır ve bu bir kemer gibi kabı kuşatmaktadır.
1- Amphora:
Manisa Müzesi; Env.No: 2949: Kazıma sarmaşık çelengi ve beyaz boya
ile yapılmış salkım süsü.
1- Amphora:
Manisa Müzesi; Env.No: 2954:
Karın alt kısmı yivlendirilmiş, omuz ve boyunda beyaz boya ile yapılmış
sarmaşık ve salkım süsleri.
1- Amphora
Manisa Müzesi; Env.No: 2957 Karın
alt kısmı yivlendirilmiş, omuzda ve boyunda qkazıma ile yapılmış sarmaşık ve
pendant süsleri.
1- Amphora
Manisa Müzesi; Env.No: 4815
1- Manisa Müzesi: Env.No:
HADRA VAZOLARI
Hellenistik çağ boyalı seramik
repertuvarı içinde özel bir yeri olan Hadra vazoları Ptolemaiosların başkenti
İskenderiye'de, kentin doğusundaki Hadra mezarlığında ilk kez yoğun olarak
bulundukları için bu adı almışlardır. Bu mezarlıkta 1883-84 yıllarında yapılan
kazılarda ele geçen ve özellikle Mısır'da konuk olarak bulunduğu sırada ölen
yabancı asker, diplomat ve tüccarların küllerinin konduğu boyalı hydrialardır.
Hadra mezarlığı dışında bunlardan daha sonra Şatbi, İbrahimiye mezarlıklarında da çok sayıda ortaya çıkan bu
hydrialar yeraltı mezar odalarında loculus adı verilen nişlerin içine, ölen
kişilerin mesleklerine göre gruplara ayrılarak yerleştirilmişlerdir ki, böyle
bir sınıflandırmanın yapıldığını, bazı vazolar üzerine mürekkep ile yazılmış
kitabelerden öğreniyoruz. Bu yazıtlarda yalnızca ölen kişinin kimliği değil,
aynı zamanda o sırada yönetimi elinde bulunduran kralın yönetim yılı, ölümün
veya gömmenin vukubulduğu ay ve gün de yazılmış olduğu için, Hadra vazoları
Hellenistik çağ seramik kronolojisi için de önemli bir eser grubunu
oluşturmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, Hadra
vazolarının üretim yeri ya da yerleri hakkında hala kesin bir söylem yoktur.
Bunların büyük bir bölümünün, İskenderiye mezarlığında bulunması, Hadra
hydrialarının üretim yerinin, Mısır olduğunu düşündürmekteydi. Ancak son
yıllarda yapılan stilistik incelemelere ve bunu destekleyen kimyasal ve
petrografik analizlere dayanarak, Hadra vazolarının özellikle bir grubunun
Girit'te, Knossos'ta da imal edilmiş olduğu kanıtlanmaya çalışılmıştır. Ancak
hem Girit'teki başka önemli Helenistik, merkezlerde, hem de Girit dışında bu
vazoların üretilmiş olduğunu savunanlar da bulunmaktadır. Hatta, bunların
üzerlerindeki süslerin belli bir stil birliği gösterenler dikkate alınarak,
farklı atelyeler ve ressamlar üzerinde durulmaktadır. Bu bakımdan, Helenistik
çağ seramiğinin sorunlu bir çok konusundan birini de Hadra vazolarının oluşturduğunu
söylemek durumundayız.
Hadra vazolarının kullanım ve
yayılım alanları oldukça kısıtlıdır; şimdiye kadar ele geçen veriler bunların
en çok İskenderiye mezarlıklarına konduğunu yinelemek zorundayız. İskenderiye
dışında, Girit, Rodos, Kıbrıs, Hellas (Atina, Eretria), Thera, Anadolu
(Kelenderis) ve Güney Rusya'daki bazı merkezlerde bulunan az sayıdaki vazonun
ise, yine çoğunlukla İskenderiye'de ölen ve yakıldıktan sonra küllerinin konup,
geldiği ülkeye geri gönderilen vazolar olarak kabul etmek zorundayız.
Hadra Vazolarının tek kap formu
hydriadır. Aslında bir su kabı olan hydria, ilk ortaya çıktığı Protogeometrik
çağdan itibaren, biçim özelliklerinde fazla bir değişikliğe uğramadan Roma çağı
içlerine kadar kullanılmış bir vazo tipidir. (Hellenistik dönemde de, Hadra
hydriaları dışında, yine kül kabı olarak kullanılan fakat farklı stillerde
boyanmış hydrialara rastlanmaktadır (Silifke Müzesi)). Vazonun dışa yatay bir
biçimde uzanan ağız kenarı, oldukça geniş ancak silindir biçimli bir boynu,
üzeri çok hafif dışbükey bir omuz ve genişlikleri değişen oval bir karnı ve
yükseklikleri farklı bir kaidesi vardır. Yatay kulplar omuzun hemen altına
bağlanmış, dikey kulbun bir ucu, ağız kenarının altına, diğeri ise omuzun
üzerine, ancak bitim yerine bağlanmıştır. Şimdiye kadar bulunan vazoların
biçimlerindeki bazı ayrıntılar dikkate alınarak, yukarıda tanımladığımız
özelliklerini uzun zaman koruyan Haadra hydrialarının, biçimleri iki alt grup
altında ele alınabilirler. Birinci gruba ait Hadra hydriaları fazla yüksek
olmayıp, karnın iç alanı ile kaide iç alanı birlikte bir hacim oluşturmaktadır.
Bu bakımdan, bunların kaidesi ile kap gövdesinin çarkta aynı anda yapıldığı
düşünülmektedir. Üzeri yazıtlı vazoların büyük çoğunluğu bu gruba ait
hydrialardır. İkinci tip vazoların kaideleri daha yüksektir; ancak kaide iç
alanı ile karın iç alanı arasında bir bağlantı yoktur. Ayrıca kaide
profillidir. Ölçüler dikkata alındığında ise, vazoların çoğunluğunun, ortalama
0.50 m yüksekliğinde olduğu, ancak bundan çok daha küçük, minyatür hydriaların
da yapılmış olduğu görülmektedir. Ayrıca geniş gövdeli örnekler yanında, dar,
ince uzun gövdeli hydrialara da rastlanmaktadır. Tüm Hadra hydrialarının
killerinin de aynı olduğunu söylemek zordur; ancak, açık deve tüyü renginde ve
oldukça iyi kalitede bir kile sahip olan hydriaların bu özellikleri dikkate
alınarak, farklı üretim yerleri önerilmektedir.
Hadra vazolarının üzerine yapılan
süslemeler için de iki ayrı yöntemden söz etmek olasıdır. Buna göre bir grup
hadra hydriasının üzerindeki süsler doğrudan kabın kendi astarı üzerine
yapılmışken, diğer bir grubun süsleri vazonun krem beyaz bir boya ile
astarlanmasından sonra yapılmış ve süsler için çoğu zaman birden fazla renk
kullanılmıştır. Bu ikinci tipe ait vazoların Mısır'da üretilmiş olması daha
büyük bir olasılık olarak görülmektedir. Bu iki tipten farklı olarak, Hadra
hydrialarının biçim özelliklerini aynen yansıtan, ancak olasılıkla Gnathia
kapları ile Batı Yamacı Kaplarının etkisiyle, vazonun zemininin siyah bir
astarla kaplanıp, yine bu astar üzerine beyaz boya ile yapılmış süsler içeren
örnekleri de saymak gerekir.
Hadra hydrialarının ilk grubuna
ait örneklerde mat siyah tonda bir renk kullanılmıştır; ancak zaman zaman
fırçanın boyasının azaldığında, zemine ince tonda bir boya tabakası bıraktığı
durumlarda, bu renk kırmızı-kahverengiye dönüşmüştür. Çok renklilerde ise, astarı oluşturan beyaz
boya dışında, mor, kırmızı, hatta siyah boyayı görmek mümkündür.
Hadra vazolarının üzerindeki
süslerin çoğu özellikle Helenistik çağ ve öncesinde mezar armağanı olarak
yapılan kapların üzerindeki süslerin bir devamı niteliğindedir. Herşeyden önce,
vazoların boynuna çoğunlukla, dikey kulbun bulunduğu taraftan, cepheye doğru
her iki taraftan yatay biçimde gelen defne çelengi süsü yerleştirilmiştir.
Bunlar kimi zaman rozet biçimli tomurcuklarıyla, kimi zamanda yalın biçimde
yapılmışlardır. Gövdede ise, yine dikey kulbun karşısına gelen alanda ve yatay
kulplar arasında, girlandlar, kemer süsleri, sarmaşık ve benzeri bitki süsleri
ile, bazı geometrik ve diğer doldurucu süsler yerleştirilmiştir. Çok seyrek
olsa da figürlü örneklere de rastlanmaktadır ki, bunların Hadra Vazolarının
erken dönemine aitt olduğu kabul edilir. Ancak bazı figürlü vazoların geç olma
olasılığı üzerinde de durulmaktadır. Beyaz zeminli ve bunun üzerine birden
fazla boya ile süslerin yapıldığı vazolarda ise genellikle kulplar arasına
asılmış kemerler tercih edilmektedir.
Hadra vazolarının tarihlenmesine
gelince. Öncelikle bunların İskenderiye mezarlarında kullanılmış olduğu dikkate
alınırsa, en eski örneklerin kentin kurulduğu M.Ö. 331 yılının hemen
sonrasına tarihlenmesi gerektiği ve
kullanımımnın Actium savaşından biraz öncesine, yani hiç olmazsa M.Ö. 50 yılına
kadar kullanıldığı söylenebilir. Ancak üzerlerinde yazıt bulunan ve en eskisi
Ptolemaios II. Philadelphos'un 15. yönetim yılına (M.Ö. 271), en yenisi nin ise
Ptolemaios IV. Philapator'un 13.yönetim yılı (210/209) saptanan, dolayısıyla,
tarihleme açısından bir zorluk bulunmayan Hadra vazoları ile üzerinde yazıt
bulunmayan vazoların tarihlenmesinde bir ilişki arayan araştırmacılar, bazı
yeni öneriler getirmişlerdir. Buna göre öncelikle üzerindeki yazıtta onun kül
kabı olarak kullanılmış olduğunu gösteren vazoların tarihlenmesinde, bu
yazıtlar irdelenerek, bunların M.Ö. 254 ile M.Ö. 197 yılları arasından olduğu;
üzerinde yazıt bulunmayan Hadra vazolarının da, yine bu tarihler arasında, yani
M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci yarısı ile, 2. Yüzyılın başları arasına yerleştirmenin
daha uygun olacağını; bir başka deyişle, bunların da üzeri yazıtlı vazolarla
aynı tarihlerde yapılmış olduklarını savunulmaktadır. (Bu konuda dosyada B.B.
Brown’nın Ptolemaic Paintings adlı eserinin 60- 67 sayfalarına bak). Bunlar
dışında üzerinde "Pylon bunu oyunlar için yaptı" yazıtı bulunan,
dolayısısyla vazoyu Panatheneia Amphoralarına yaklaştırabileceğimiz bir örnek
te vardır. Bu nedenle yaklaşık 310 dolaylarında son bulduğumuz Panatheneia tipi
amphoraların yeriine bazan bu türden hydriaların ödül vazosu olarak yapılmış
olması düşünülebilir.
Örnek:
Brooklynn- Kelenderisli
Tychon-Atina (Yazıtlı örnek)
Adana Müzesi: Yazıtsız örnek
Kaynak:
Callaghan, P.J. (1980), The
Trefoil Style and Second-Century Hadra Vases, BSA 75, 33-47.
Callaghan, P.J. (1981), The
Little Palace Well and Knossian Pottery of the Later Third and Second Centuries
B.C., BSA 76, 35-85.
Cook, B.F. (1968-69), A Dated
Hadra Vase in the Brooklyn Museum, Brooklyn Museum Annual 10, 114-138.
Enklaar, A.H. (1985), Chronologie
et peintres des hydries de Hadra, BABesch 60, 106-151.
Enklaar, A.H. (1986), Les hydries
de Hadra II, Formes et ateliers, BABesch 61, 41-65.
Enklaar, A.H. (1990), Ariadne's
Thread in the Chronolgy of Hellenistic Pottery: The Hadra Vases, Praktika 1990,
167-171.
LAGYNOSLAR
Helenistik dönemin önemli ve
yaygın bir kap grubunu da lagynoslar ya da en çok bulunan merkezlerden biri
olan Pitane'den (Çandarlı) Pitane kapları olarak bilinen tek kulplu testiler
oluşturur.
Bunlar biçim olarak genellikle
dar ve kenarı profili dışa taşkın olan ağızlı, ince, uzun boyunlu, geniş
karınlı, yine geniş halka kaidelidir. Vazonun tek kulbu ağız kenarının
altından, boynun üst kısmından omuza bağlanmıştır. Bu tanımladığımız biçim
aslına Sub-Miken döneminden beri tanıdığımız küre veya oval karınlı
Lekythosların biçimi ile yakınlık gösterir ki, bu bakımdan lagynosları geç
dönem lekythosları olarak değerlendirmek çok da yanlış olmaz.
Lagynosların killeri çok kaliteli
olup, genellikle deve tüyü renginden kiremit kırmızısına kadar değişir.
Biçimleri çok çeşitlidir. Küresel gövdeli olanlar yanında, basık gövdeliler
daha yaygındır. Bunların basıklıkları dikkate alındığında, a)- karnın alt
yarısının üst yarısına göre daha alçak olduğu, b)- basık gövdenin her iki
yarısının da eşit yükseklikte olduğu örnekler biçiminde bir ayrım yapmak
olasıdır. Lagynoslar, süsleme özellikleri açısından da iki ayrı grup altında
ele alınabilir. Bunlardan birinci gruba girenlerin dış yüzleri astarsız veya
yalın kırmızı astarlı ve süssüzdür. İkinci gruptakiler ise, mat beyaz bir
astarla kaplanmıştır ve ekseriye bu astar üzerinde omuzda bazı bitki motifleri,
stilize hayvanlar ve çok seyrek olarak da bu saydığımız motifle birlikte müzik
aletleri vb. süsler yapılmıştır. Bu özellikleriyle yukarıda ele aldığımız Hadra
Vazoları ile karşılaştırmak olasıdır. Ayrıca Lagynosların bazılarının üzerinde
boya ile yazılmış eski yunanca yazılar da bulunmaktadır.
Lagynosların en erken
örneklerinin ilk kez M.Ö. III. yüzyılda ortaya çıktığı (Athenian Agora IV,95)
Leroux, 101-102) ancak daha çok II. ve I. yüzyıllarda yaygın olduğu
anlaşılmaktadır. Aşağıda ele alacağımız Doğu Sigillataları A grubuna ait
biçimler arasında Lagynosların da olduğunu dikkate alırsak, bu tür kapların
M.S. I. yüzyıl içlerinde de kullanıldığı anlaşılır.
Lagynosların işlevlerinin de
lekythoslar gibi, yağ testileri olarak kullanıldığı söylenebilir. Alexandria'da
bulunan bir örneğin üzerindeki "khomos" yazısından dolayı bunların
özellikle festivallerde şarap testisi olarak kullanılmış oldukları da
anlaşılmaktadır.
Lagynoslar tüm Akdeniz havzasında
ve Güney Rusya'da ele geçtiği halde bunların asıl yapıldığı yer veya merkezler
henüz tam olarak tespit edilmiş değildir. Ancak batı Anadolu'da, örneğin
Pergamon’un da dahil olduğu birkaç merkezde üretilmiş olmaları konusunda önemli
ip uçları bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli mezarlarda ölü armağanı olarak ele
geçmesinden dolayı Kıbrıs'ta da üretildikleri söylenebilir. Ayrıca Argos,
Samos, Filistin hatta Kuzey Afrika'da da bunları üretildikleri konusunda bazı
öneriler bulunmaktadır. Batıda ise, İtalya’daki Canosa’nın en başta gelen
üretim merkezi olduğu konusunda bazı görüşler öne sürülmektedir.
Örnekler: Gaziantep Müzesi:
Silifke Müzesi:
KIZILIRMAK HAVZASI KAPLARI
Daha önce Hellenistik devirde
bazı bölgesel atelyelerin kendi yerli üslup özelliklerini de yansıtan, ancak
genelde Hellenistik anlayışın ürünü olan boyalı seramik yapımına önem
verdiklerine değinmiştik. Bu tür yapımcılığın en önemli örneklerinden biri
Kızılırmak Havzası Kaplarıdır.
Kızılırmak Havzası Kapları
Hellenistik dönemde Orta Anadolu'da Kızılırmak kavsi ile Yeşilırmak-Kızılırmak
arasındaki bölgede yalgın olduğu için bu adı almıştır. Bunların daha önceleri
yapıldıkları bölgenin antik coğrafyadaki adları ile (Pontus veya Kapadokya)
anıldıkları gibi bu bölgeye hakim olan Galatlara izafe edenler de olmuştur.
Ancak taşıdıkları çeşitli özellikler dolayısıyla Kızılırmak Havzası Kapları
olarak tanımlanmaları daha bilimsel bir çerçeveye oturtulmuştur.
Kızılırmak Havzası Kaplarının
biçim repertuvarlarında Hellenistik dönem eski Yunan seramiğinin bilinen
şekilleri hakimdir (Amphora, krater, skyphos, kaseler, çanaklar, tabaklar vb.).
Bu kaplar üzerindeki süslerin pek çoğu da yine Hellenistik dönemde revaçta olan
sarmaşık, defne çelenkleri gibi bitkiler, bazı geometrik bezemeler ve kuş
tasvirleridiri. Ancak bu süsler genellikle beyaz-krem bir zemin, kuşak veya
panel üzerine siyah ve kırmızımsı kahverengi boyalarla yapılmışlardır. Bu
bezeme üslubu bir yandan beyaz zeminli lagynos ve Hadra Hydriaları ile
benzerlik gösterirken, diğer yandan da bölgede Hellenistik çağ öncesi Orta
Anadolu'sunda hakim olan Frif-Demir çağ boyalıları geleneğini de
sürdürmektedir. Bu bakımdan Kızılırmak Havzası Kapları'nın da fazla geniş bir
alana yayılmayıp, daha çok kendi bölgesel ihtiyaçları karşılama çabasının bir
ürünü olduğunu söylemeleyiz.
Bu grup içinde ele alınan, ancak
tasvir yönünden biraz farklı özellikler gösteren iki örnek Orta Anadolu'daki bu
bölgesel sanatı yardımcı olacak niteliktedir. Bunlardan bir amphora üzerinde
yine Hellenistik devrin bilinen bitki motifleri yanında kabın karnı üzerinde
bir av sahnesi tasviri dikkati çekmektedir. En geç M.Ö. IV. yüzyıl mirası olan
bu tasvirde ışık-gölge ve hacim gibi resim unsurlarının verilmeye çalışılmış
olması ilginçtir. Benzeri bir kapalı kaba ait bir kaç parça halinde ele geçen
diğer örnekte görülen dağ keçisi ve kuş tasvirleri benzeri bir tasvirci
anlayışının bölgede Hellenistik dönemde az da olsa devam ettiğini
göstermektedir.
Kızılırmak Havzası Kapları'nın
buluntu yerlerinin sınırlarını yukarıda belirtmiştik. Bu bölgede yarım düzineyi
geçmeyen merkezde yapılan kazılarda Hellenistik devir için kesin bir kronoloji
tespit edilmemiştir. Bundan Kızılırmak Havzası Kapları'nın özellikle formları
açısından ele alınması ve tarihlemede motiflerin bize fazla yardımcı
olamıyacağı sonucu çıkmaktadır. Biz bu boyalıların en geç M.Ö. III. yüzyılın
ortalarında üretilmeğe başladığını, M.Ö. II. yüzyılda en yoğun şekilde bölgede
hakim olan bir kap grubu olduğunu ve M.Ö. I. yüzyılın sonlarına kadar da
azalarak üretimlerinin devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu tarihten sonra tüm Doğu
Akdeniz bölgesinde boyalı seramiğin ortadan kalkışına paralel olarak Kızılırmak
Havzası kaplarının da yapımının son bulduğu görülmektedir.
BOYA SÜSSÜZ KAPLAR
Başta da belirttiğimiz gibi,
Helenistik çağda vazolar yalnızca boyalarla süslenmemiş, aynı zamanda kabartma,
kazıma ve baskı yöntemleriyle de süslenmişlerdir. Bunların her birinin tek tek
uygulandığı örnekler yanında, bir kaçının birlikte aynı vazo üzreinde
kullanıldığı çalışmalar da görülmektedir. Biz burada boyalı vazolar dışında
kalan örnekleri ele alacağız. Bunlar arasında farklı tekniklerle yapılan
kabartmalı vazolar en yaygın olan gurubu temsil ettiklerinden öncelikle bu
gurup ile başlamak istiyoruz.
KABARTMALI KAPLAR
Hellenistik devrin yaygın
tiplerinden biri de kabartmalı kaplardır. Çeşitli biçimlerdeki kaplar üzerine
değişik tekniklerle yapılan bu kabartmalar devrinin plastik sanatının etkisini
yansıttığı gibi, aynı zamanda benzer özellikler taşıyan kabartmalı madeni ve
cam kapların da taklidi niteliğini taşırlar.
Helenistik dönem kabartmalı
pişmiş toprak kapların en yaygın türü "Megara" kaseleridir. Daha
önceleri Hellas’taki Megara şehrinde yapılmış olduğu zannedilerek bu kentin
adıyla anılan kaselerin değişik merkezlerde yaygın biçimde üretildikleri
saptanmıştır. Ancak literatürde henüz bu belirleyici adın yerine yeni bir ad
konmadığı için günümüzde de kullanılagelmektedir. Genel olarak kabartmalı
kaseler olarak da adlandırılabilirler.
Teknik olarak bu kaseler önceden
hazırlanmış olan ve iki yarım parçadan oluşan dişi kalıbın içine önce çamurun
sıvanması, ardında da çömlekçi çarkında çanak iç yüzeyinin düzgünleştirilmesi
ile imal edilmektedirler. Çapları ve yükseklikleri ortalama 15 cm. civarındadır
ve bu haliyle derin kaseler olarak dikkati çekerler. Kalıp yalnızca kabartmalı
dış yüzey için hazırlanmıştır ve kenarın dış yüzü de yine çömlekçi çarkında
şekillendirilmektedir. Kalıplar genellikle eldeki tek tek motiflerin kalıp iç
yüzeyine uygun şekilde bastırılarak, bu motiflerle oyulmuş yüzeyin elde
edilmesiyle oluşturulmuşlardır. Bir kalıbın kullanılma süresi onun zaman içinde
iç yüzeyindeki motiflerin kenarlarının aşınarak bozulması ile doğru
orantılıdır. Megara kaseleri genellikle siyah astarlı yapılmış olmalarına
rağmen Anadolu'da kırmızı astarlı örnekler daha yoğun olarak ele geçmektedir.
Bu kaselerin üzerlerindeki motifler genellikle bitki hayvan ve insan
figürlerinden ibaret olup, bunlar münavebeli olarak çanak dış yüzeyine
serpiştirilmişlerdir. Bitkilerden en çok akanthus yaprakları, hayvan motifleri
içinde koşan tavşan, köpek gibi motifler ve mitolojik bazı figürler yer alır.
Belirli bir konu birliği yoktur. Ancak literatürde "Homer Kaseleri"
olarak adlandırılan bir grup özellikle Ilyada ve Odysseia destanlarından
alınmış konuları bir birlik içinde tasviri ile dikkati çeker. Bunlar form
olarak "Megara" kaselerinden farklı değildirler. Konuların
anlatımında ekseriya yazıya da başvurulmuştur.
Tipler:
1- Delos Tipi: calyx leaves 2.yy.
2. yarısı; 1.yy. ilk yarısı.
2-Delos tipi- small imbicrated
leaves, birbiri üzerine küçük yapraklar.3. yy. ikinci yarısı.
3- Delos Tipi: nodule (yumru),
pine-cone kaseleri bunlaın asılları olarak sunulur.
4- Delos, Long Petal bowls: 2.yy.
ortası.
5- Makedonya Kalkanı tipi: 2. yy.
2. yarısından sonra.
6- Net pattern (ağ süsü): 2. yy.
ortası.
Kabartmalı kaselerin belirli bir
stil gelişiminin varlığından sözetmek mümkün ise de bunun kesin tarhlerle
yapılabilecek kronolojisini tespit etmek zordur. Bunlar en geç M.Ö. IV.
yüzyılın son çeyreğinden itibaren yapılmaya başlanmış ve M.Ö.I.yüzyıl sonlarına
kadar kullanımı devam etmiştir.
Hellenistik devirde imal edilen
diğer kabartmalı kaplar arasında özellikle madeni benzerlerinin taklidi olan
kraterler, skyphoslar, kantharoslar ve oinochoeler başta gelir. Bunlar kapalı
ve yarı kapalı kaplar olduğundan yapım teknikleri de çanaklardan farklıdır.
Kantharos ve skyphoslar dışında diğer kaplarda kabartmalar eldeki hazır dişi
kalıbın içinde şekillendirilen çamurun vazonun dış yüzeyine yapıştırılması ve
ardından gerekli düzeltmelerin yapılmasından sonra kabır astarlanarak
fırınlanması ile oluşturulur. Kullanılan motifler genellikle bazı mitolojik
figürlerdir ve bunlar klasikleşmiş bazı heykellerin birer taklidirler. Bu tür
kapların bir kısmı özellikle İskenderiye'de bulunan fayans oionochoeler yeşil
sırlıdırlar. Yeşil sırlı bir başka kap grubu da bir çok yönden
"Megara" kaselerindeki motiflerin tekrar edildiği kantharos ve
skyphoslardır. Yüksek veya alçak kaideli, halka kulplu bu kapların dış yüzleri
çok zengin süslerle bezenmiştir. Bunlar benzeri form ve süs özellikleri taşıyan
gümüş ve bronz kapların taklididirler ve genellikle yapım merkezelerinin
Anadolu'da olduğu kabul edilmektedir.
SİGİLLATALAR
DOĞU SİGİLLATALARI
Hangi grupta olursa olsun,
Hellenistik ve erken Roma İmparatorluk çağları seramik arkeolojisinin iki temel
sorunu bulunmaktadır: imalat merkezleri ve kronoloji. Bu sorunlar, yaklaşık 100
yıllık bir geçmişi olan bu dönem seramik araştırıcılarını epeyce yormuş, ancak
günümüz teknolojisinin de yardımıyla, artık bu sorunlara belli oranlarda doğru
ve kabul edilebilir yanıtlar bulunabilmiştir. Özellikle imalat merkezleri
sorunu aynı zamanda bunların terminolojisi açısından da önemli olduğu için biz,
bu alanda çalışan araştırıcılar tarafından bilinen bu gerçekten yola çıkarak,
Doğu Sigillataları konusunu öncelikle Sigillata terminolojisi açısından ele
almak, ardından bunların yayılma alanları hakkında bazı yeni bilgiler vermek
istiyoruz.
Sigillum, kalıpta yapılmış
figürinler için kullanılan bir sözcük olup, Terra Sigillata terimi seramik
terminolojisindeki yerini ilk kez özellikle Batı Avrupa'daki bazı merkezlerde
ortaya çıkarılan Roma geç Cumhuriyet ve erken İmparatorluk dönemine ait çok
kaliteli kil ile kalıpta yapılmış ve parlak kırmızı astarla kaplanmış çeşitli
biçimlerdeki luks kaplar için kullanılmıştır. Bunlar önceleri Arretina Kapları,
daha sonra da, genel olarak Terra Sigillata olarak adlandırılmıştır. Günümüzde
ise, daha çok olası üretim yerlerine bağlı olarak adlandırılmaya başlamış ve
örneğin İtalya'da üretilendler, Terra Sigillata İtalica, Fransa'da üretilenler,
Terra Sigillata Gallica, İngiltere'de üretilenler Terra Sigillata Britannica
gibi adlarla anılmaktadır. Diğer taraftan, aşağıda da değineceğimiz gibi,
kalıpta yapılmış kırmızı astarlı seramiğin kaynağının doğu olduğu ve Roma
Avrupa'sındaki üretimin, Doğu merkezlerine göre daha geç başladığı konusu
çeşitli mineralojik ve arkeolojik analizlerle kanıtlanmış bulunmaktadır. Bir
başka deyişle, nasıl ki Grek kırmızı figürlü vazoları önce özellikle Attika'da
ve Hellas'taki diğer bazı Helenistik merkezlerde yapılırken, M.Ö. 5. Yüzyıl
ortalarından itibaren güney İtalya atelyelerinde de üretim başlamıştır; bunun
gibi, Terra Sigillata dediğimiz kalıpta yapılmış kırmızı astarlı seramiğin ilk
örnekleri de önce doğuda üretilmiş, buradan, olasılıkla İtalya'ya göç eden
çömlekçiler, söz konusu bu üretim tekniğini burada uygulayarak, bu yeni türü o
zamanki batı Roma dünyasının tüm merkezlerine tanıtmışlardır. Ardından,
Avrupa'nın çeşitli yörelerinde bu tür lüks kaplar üreten yeni atelyeler
türemiştir ve yukarıda adlarını saydığımız atelyeler başta olmak üzere Avrupa
Sigillataları üretmişlerdir. Doğal olarak, bu üretimin popüler olmasında bu
zamanın metal, özellikle gümüş ve altından yapılmış lüks kapları etken olmuştur
ki, bu konuya aşağıda değineceğiz.
Kalıpta yapılmış kırmızı astarlı
lüks seramiğin ilk önce, yani M.Ö. 2. Yüzyılın ortalarına doğru doğuda, yani
Anadolu, Suriye, Filistin'de herhengi bir veya bir kaç atelyede üretim
yaptıkları saptandıktan sonra, bu malzemenin de tanınması ve değerlendirilmesi
açısından da bazı terimler üretilmiştir. Doğudaki materyal üzerine araştırma
yapanlar bu iş için daha önce batıdaki proto tipler için gerçekleşen süreci
şimdi doğuda yapılan üretimler için uygulamayı yeğlemişlerdir. Böylece İlk kez
Samaria buluntuları vasıtasıyla Kenyon tarafından ortaya atılmış olan Doğu
Sigillataları (Eastern Sigillata) terimi ile aslında kalıpta yapılmış bu
kırmızı astarlı lüks seramiğin ilk imalat merkezlerinin Doğu Akdeniz bölgesinde
olduğu da bir anlamda vurgulanmıştır. Ancak bu ifade Batı Sigillatalarının
günümüzde ulaştığı son tanımlar gibi, atelye bazında bir tanım olmayıp, imalat
yerleri konusunda henüz bir bilgimizin olmadığı döneme ait bir ifade olmaktan
öteye de gitmemektedir. Hatta, Kenyon'un hem biçim, hem de gözle teşhis edilen
astar ve kil özelliklerini ön planda tutarak Doğu Sigillatalarını üç farklı tip
altında mütalaa etmiş olması, yani, Doğu sigillataları (Eastern Sigillata)
A,B,C tipleri olarak her biri için alfabenin ilk üç harfini kullanması ve
sınıflandırması da kazı yapılan merkezlerde bulunan eserler çoğaldıkça yetersiz
olmuştur. Sonuç olarak, ve aşağıda değineceğimiz nedenlerle, analitik
incelemeler sonucu gündeme gelen bazı olası imalat merkezleri yüzünden artık
Doğu Sigillataları teriminin kullanılması bize göre fazla bir anlam ifade
etmemektedir. Bunun gibi, son yıllarda Doğu Sigillataları terimi yerine
önerilen Doğu Terra Sigillataları (ETS) terimi de, tanıma fazla bir yenilik
getirmiş değildir.
Eski literatürde karşımıza çıkan
en eski terimler ise, Samos, Pergamon, Çandarlı, gibi buluntu merkezlerine
dayandırılarak kullanılan terimlerdir. Literatürde Vasa Samia, Pergamen,
Çandarlı diye bilinen bu terimler aslında Yaşlı Plinius'un Naturalis
Historia'sında (35. Kitap, Bölüm: 46) Samos, Tralleis, Pergamon, Modena vb.
gibi merkezlerde üretildiğini belirttiği kalıpta yapılmış kırmızı astarlı
seramiğin üretildiği var sayılan farklı atelyeler için kullanılmaktaydı. Hatta
önceleri, Hellenistik ve Roma tabakalarında bulunmuş olmalarına göre de bir
ayrıma tabi tutulmuşlardı.
Aslında kalıpta yapılmış, kırmızı
astarlı lüks seramiğin Doğu'da bu tiplerden farklı, ancak adı henüz tam olarak
konmamış bazı üretim merkezlerinin olduğunu ilk fark edenlerden biri olan John
Hayes, örneğin Kıbrıs Sigillatası adıyla yeni bir tipi tanıtmış ardından Doğu
Sigillatalarının Nebati ve Kuzey Afrika tipleri ortaya konmuştur. Bunun için
şimdi Doğu Sigillataları (ES) D tipinden ve başka farklı tiplerden söz etmek
mümkündür.
Burada sıralanan tiplar arasında
en eski ve belki de kökenini oluşturan tip Doğu Sigillata A yani DSA veya ETS I
olarak bilidiğimiz tiptir ki başlangıcını M.Ö. 2. yüzyıla kadar götürmek
olasıdır. Dolayısıyla, bugün biz en azından Doğu Sigillataları ya da Doğu Terra
Sigillataları terimini kullanacaksak, üretim yerleri tespit edildikçe, bunları
bu merkezlerin adıyla zikretmek zorundayız. Böylece, örneğin, bizim yıllar önce önerdiğimiz Samosata'nın,
bir üretim yeri olması olasılığını göz önüne alarak, buradaki yerel üretim
buluntularını artık yalın bir biçimde Doğu Sigillatası demek yerine Samosata
Sigillatası demeninin daha anlamlı olacağını önermek isteriz. Bugün bir
atelyenin varlığı saptanmış olan Pergamon için Pergamon Sigillatası, Sagalassos
için Sagalassos Sigillatası, Perge için Perge Sigillatası gibi terimlere
alışmamız gerektiğine inanıyorum. Bu arada analitik incelemeler sonucu kil
özellikleri biribirini tutan örneklerin oluşturduğu buluntu yerleri
gruplandırılmalıdır. Örneğin Berlin Frei Üniversitaet de yapılan bir analiz
sonucuna göre, Samosata'da, Lidar'da Tarsus'ta ve Kelenderis'te bulunan
sigillata parçalarının kil bileşimleri bunların aynı atelyenin ürünü olduğunu
göstermektedir. Böylece biz Samosata'da yapılan üretimin Akdeniz kıyılarına
kadar ulaşmış olduğunu güçlü bir olasılık ifade edebiliriz. Bunun gibi, Perge
ürünü olduüu savlanan bazı sigillataların Kıbrıs ve Filistin'de bulunan
parçalarla olan ortak özellikler, bu atelyenin ürünlerinin yayılma alanına
işaret eder.
Tüm Anadolu üretimlerini ise bir
başlık altında ele almanın Bizim bu konuda önereceğimiz terim ise Terra
Sigillata Anatolica bir başka deyişle Anadolu Terra Sigillataları terimidir.
Arkeolojide, özellikle yoğun
üretimi olan seramik üretimi açısından, her zaman bilinen ve geçerli olan şey,
tüm üretimlerin tüketime yönelik olarak planlandığıdır. Dolayısıyla yaklaşık
olarak M.Ö. 2. yüzyıl sonlarında başlayan ve M.S. 1. yüzyıl ortalarına kadar
sürdüğü kabul edilen kalıpta yapılmış seramiğin ilk grubunun yani, eskiden
bilinen adıyla DSA'nın üretimini
körükleyen en büyük olgu, bunların lüks kaplar olarak günlük hayatta da
kullanılan malzeme olması, dolayısıyla, çok geniş bir alana yayılmış
olmalarıdır. Özellikle Cumhuriyet dönemi sonlarında artan ticari ilişkilerde
bir meta olarak Doğu Sigillataları A grubunun payı çok büyüktü ve bunlar büyük
partiler halinde satılmışlardı.
Bunların Anadolu'nun batısındaki
ülkelere göre yayılımını ve bazı kazılarda elde edilen sonuöları kısaca ifade
edelim.
Daha önce Knipoviç'in güney
Rusya'da saptadığı örneklerden başka, Suceveanu Histria'da, Gergana Kabakcieva
Aşağı Moesia'da DSA parçaları bulmuştur. Daha batıdaki buluntu yerlerinden biri
olan Italya'da Pompeii'de bulunan malzeme ilk kez Pucci tarafından
yayınlanmıştı bu tarihten sonra Italya'nın çeşitli merkezlerinde DSA grubu
parçalara rastlandı. Kuzey Afrika'da Berenike'de özellikle M.Ö. I. yüzyılda
yoğun biçimde DSA grubuna rastlanmıştır. Daha batıda, Karthaca'da da yine bu
tipin bazı formları ele geçmiştir.
Biz bu konu ile ilgili olarak bir
öneride daha bulunmak istiyoruz: Eğer gelecekte Anadolu'unun çeşitli
merkezlerinde üretilen Sigillataların hem kendi içindeki dağılımı hem de dış
satımı konusunda daha somut bilgilere ulaşılırsa, ki ben bunun gerçekleşeceğine
inanıyorum, o zaman yapılacak ilk şeylerden biri de üretim merkezlerinin bir
bütün olarak ifade edilmesidir. Dolayısıyla, bunlara Terra Sigillata Anatolica
denmesinin günün birinde kaçınılmaz olacağına inanıyorum.
Waage, Jones, Loeschcke et all. Kenyon et all. Gunneweg et all Zoroğlu Tanımlar
Pergamen Hellenistik Pergamen
Erken Roma Pergamen Eastern Sigillata
A ESA Eastern Terra Sigillata ETS I Terra Sigillata Anatolica I TSA I Açık tonda, bazan kreme çalan soluk kırmızı killi; mikasız veya
çok az mikalı; koyu kırmızı astarlı.
Samos (A ve B) ESB ETS
II TSA II Kırmızı
kahverengi, ya da tarçın rengi killi, mikalı; portakal renginin, ya da
sarımsı-kırmızı tonlarda astarlı
Çandarlı (?) "Pergamenische Sigillata" ESC ETS
III TSA III Açık ya da koyu kırmızı. kahverengi
killi, az mikalı; açık ya da koyu kırmızı astarlı
Hayes................................ Nabatean & Kıbrıs ESD
---- ----
KAYNAKLAR:
Tekkök, B. The Hellenistic and
Roman Pottery from Troia, The second cent. B.C. to 6th cent. A.D. Univ. of
Missouri, PhD. 1996.
Rotroff, S., Hellenistic Pottery,
Athenian and imported wheelmade table ware and related material, Athenian
Agora, XXIX,Princeton 1997.
W.H. Manning, The Roman Pottery,
Report from the Excavations at ??, 1993.
A. Pasinli’nin makalesi Belleten
(Watzinger, Vasenfunda aus Athen)
Levent Zoroğlu,
Çok faydalı oldu teşekkürler.
ReplyDelete