Tabiatın insanoğluna sunduğu
sayısız nimetten söz ederken; “Doğa ananın bize verdikleri” diyoruz.
Kullandığımız fosil yakıtlar ve tükettiğimiz pek çok kimyasalın “tabiat ana”ya
verdiği zararlardan bahsediyoruz. Ama “Doğa
ana” ya da “tabiat ana” kavramının İlkçağ Anadolu’sunun Frigya’lı tanrıçası
Kybele ile ilişkili olduğunun kaçımız farkındayız?
Antik Çağ’da Anadolu’nun Frigya
adıyla bilinen bölgesi; batıda Mysia, Lydia ve Karia, doğuda Galatia ve
Lyakonia, kuzeyde Bithynia, güneyde Pisidia ve Lykia ile sınırlanmıştı. Frigya; yalnız Frig Uygarlığı’na beşik
olmakla kalmamış, ev sahipliğini yaptığı Kybele inancını hem o çağdaki
komşularına hem de sonraki dönemlerde Yunanistan ve Roma’ya armağan ederek din
alanında da etkili olmuştu. Lidya’da Kybebe, Mısır’da İsis, Efes’te Artemis, Girit’te
Rhea, Yunanistan’da Demeter ve Roma’da Magna Mater isimleriyle anılan
tanrıçalar Frigya’lı Kybele’nin değişik isimler altındaki yansımasından
ibarettir.
Kybele bir tabiat tanrıçası olarak
doğadaki düzenden sorumludur. Ama öncelikle toprağın bereketini simgeler.
Tarımın koruyucusu olması onu aynı zamanda toplumsal ilerlemenin, uygarlığın ve
kentlerin kurucusu olarak görmeyi de mümkün kılar. Tanrıçanın tasvirlerinde
başındaki diadem (taç) üzerinde yer alan kule figürleri onun bu niteliğine
vurgu yapar.
Frigya’nın ana tanrıçasına
özellikle dağlarda tapınılırdı. Onun adlarından biri olan Dindyme, tanrıçaya
bölgedeki Dindymos dağında ibadet edilmesiyle ilgilidir. İlkçağ Anadolu’sunda
bu isimle anılan üç dağ vardır ki hepsi de Frigya bölgesi civarındadır. Bunlardan
biri; Kybele kültünün merkezi olup Sangarios (Sakarya) ırmağı üzerinde yer alan
Pessinus (Ballıhisar) kenti civarındaki Günyüzü dağıdır. Tanrıçanın ilk tasviri
olan bir göktaşına da ev sahipliği yapan ilk tapınağı da buradaydı.
Yine Dindymos dağı üzerinde yer
alıp kutsal olduğuna inanılan ve Agdus adıyla bilinen bir kayadan da tanrıçanın
bir başka adı olan Agdistis türemiştir. Onun
Pessinus kaynaklı söylencesinde de ismi Agdistis olarak geçer.
Kybele Söylencesi
Efsaneye göre; Tanrı Zeus bir rüya
görüp tohumlarını bir kaya üzerine dökmüş ve bundan çift cinsiyetli
(hermafrodit) bir varlık ortaya çıkmış. Tanrılar, Agdistis isimli bu varlığın
erkeklik organını kesmişler. Uzvunun toprağa düşmesiyle beraber buradan bir
badem ağacı çıkmış. Sangarios ırmağının kızı Nana ağaçtan bir badem koparıp
göğsüne saklamış. Bu meyveden hamile kalmış ve Attis isimli bir erkek çocuk
dünyaya gelmiş. Güzel bir delikanlı olduğu vakit, Agdistis bu gence tutulmuş.
Ama o; Pessinus kralının kızıyla evlenmeye karar vermiş. Düğün günü çıkıp gelen
Agdistis, gencin delirmesine, kendini hadım etmesine ve ölmesine neden olmuş.
Kral da kendini iğdiş etmiş.
Hikâyenin bir diğer şeklinde ise;
Zeus, tanrıça Kybele’nin bir tezahürü olan ve Agdus olarak bilinen taşın
üzerine tohumlarını döker. Agdistis doğar. Tanrı Diyonizos onu sarhoş edince
kendinden geçer ve erkeklik organını keser. Uzvundan da bir badem ağacı çıkar.
Sangarios nehrinin kızı Nana bu ağaçtan kopardığı bir bademi göğsünde saklar ve
gebe kalır. Attis doğar. Delikanlılık çağına geldiğinde hem Kybele hem de
Agdistis ona âşık olur. Frigya kralı Midas ise bu genci kendi kızıyla
evlendirmek ister. Agdistis, delikanlının aklını kaçırmasına neden olur ve o da
bir çam ağacının altında kendini iğdiş eder ve ölür. Kybele onu gömer. Kanıyla
sulanan çam ağacının dibinde ise menekşeler çıkar. Midas’ın kızı da intihar
eder. Tanrıça onu da gömer. Mezarının üzerinde menekşelerle birlikte bir de
badem ağacı büyür. Agdistis Zeus’tan, Attis’in bedeninin bozulmamasını
dileyince, tanrı, yalnızca saçının uzamasına ve bir parmağının oynamaya devam
etmesine izin verir. Agdistis de sevdiğinin bedenini Pessinus’a götürerek gömer
ve anısına bir bayram düzenler. Attis’in bir yaban domuzu tarafından öldürülmüş
olduğu da rivayet edilir ve özellikle Pessinus halkının domuz eti yemekten
kaçınması da bu söylence ile ilişkilendirilir.
Toprağın bereketini -içerdiği
unsurlarla- simgesel bir dille anlatan Kybele-Attis söylencesi ile ilgili
olarak vurgulanması gereken bir husus da; öykünün, Babil mitolojisinde
İştar-Tammuz ve Suriye mitolojisinde de Astarte-Adonis efsaneleriyle benzer
oluşudur.
Kybele Tapısı ve Kybele Bayramları
Frigya’lı tanrıça için düzenlenen
törenlerin yapıldığı Pessinus’taki kült merkezinin başında iki başrahip
bulunurdu. Attis ve Megabyzos olarak adlandırılan ve tanrıçanın hizmetine
girdiklerinde kendilerini hadım eden bu din adamları aynı zamanda tapı
merkezinin yöneticileri durumundaydı.
Tanrıça onuruna düzenlenen
törenler, toprağın uyanıp filizlerin fışkırmaya başladığı bahar mevsiminde
gerçekleştirilir ve beş gün sürerdi. Kutlamaların ilk gününde Attis için yas
tutulurdu. Kutsal kabul edilen bir çam ağacının gövdesi yün kumaş parçalarıyla
sarılır ve sokaklarda dolaştırılırdı. İkinci gün; Gallos olarak anılan Kybele’nin
diğer rahipleri davul, tef ve zil gibi müzik aletlerinin eşliğinde
kendilerinden geçerek dans ederlerdi. Tıpkı söylencede; ellerinde meşalelerle,
kırlarda tanrıçanın peşinde dolaşıp, müzik eşliğinde çılgınca dans eden “Korybant’lar”
gibi. Üçüncü gün ise; kanlı törenlere ayrılmıştı. Ayine katılanlar vücutlarını
keser, kan akıtırlardı. Dördüncü günde neşeli danslarla Attis’in dirilmesi
kutlanır, son gün de dinlenmeyle geçerdi.
Kybele tapısı; Frigya’nın gezgin
rahipleri tarafından tüm Ege’ye ve Akdeniz’e yayılmıştır. Kıta Yunanistan’ın
inanç sisteminde hatırı sayılır öneme sahip olan tanrıçalardan Rhea, Artemis ve
Demeter’in kişiliklerinde ve söylencelerinde Kybele’nin nitelikleri de dile
gelir. En büyük benzerlik ise Demeter’le olandır. O da öncelikle bir toprak
tanrıçasıdır. Buğdayın koruyucusu, ürünün güvencesidir.
Roma’da Magna Mater (Büyük Ana)
olarak bilinen tanrıça, Kybele’nin kendisidir. Kültünün Roma’ya girişi İ.Ö 205-204
senesinde Kartaca ile süren savaş sırasında gerçekleşir. Kentte bir gök taşı
yağmuru olur. Korkan halk, Jüpiter tapınağında muhafaza edilen ve tanrı
Apollon’un rahibesinin kehânetlerini içeren Sibylla kitaplarına başvurur. Buna
göre; Frigya’nın Kybele tapısı kente getirilirse Kartaca ordusu İtalya’dan
sürülecektir. Bir grup elçi Anadolu’ya gider ve kral Attalos’tan tanrıçanın
Pessinus’taki ilk tezahürü olan siyah taşı alır. Taş; Roma şehrinin Palatine
tepesindeki Zafer tapınağına yerleştirilir. Savaşın kazanılmasının ardından da (İ.Ö
202) burada tanrıça için bir tapınak
inşa ettirilir. Magna Mater adını alan tanrıça onuruna her sene 4-9 Nisan
tarihleri arasında Megalensia isimli bayramlar tertiplenir.
İlginç olan nokta; Roma’daki
kutlamaları da Frigya’dan gelen bir Kybele rahibinin yönetmesidir. Yine
Frigya’lı bir rahibe ve hadım rahipler de (Galloi) tören sırasında bir alay
halinde kent içinden geçerlerdi. Yurttaşların kutlamalara katılması yasaktı. Sadece
bir grup önde gelen Roma’lı aristokrat kendi aralarında eğlenerek bayram
neşesine ortak oluyordu.
Frigya’lı tanrıçanın Roma’daki
öyküsü; imparatorluğun erken dönemlerinde farklı bir görünüm alır ve
Kybele-Attis inancı başka bir bayramın doğuşuna vesile olur. Bir grup din
adamının (quindecimviri) yanı sıra tüm kadınların ve erkeklerin de katılabildiği
törenler; yine ilkbaharda 15-27 Mart arasında gerçekleştirilirdi. İlk gün;
“kanofori” olarak anılan kamış taşıyıcı rahipler, kesilmiş ağaç kamışlarını
tanrıçanın tapınağına taşırlardı. Yedi gün sonra “dendrofi” ya da ağaç taşıyıcı
rahipler, ormandan kesilmiş bir çam ağacını getirirdi. Ağacın gövdesi ceset
gibi şeritlerle sarılır ve ortasına bir Attis tasviri bağlanırdı. Ağaç, ölmüş
tanrıyı temsil etmekteydi. 24 Mart “dies sanguinis” ya da kan gününde hadım rahipler
(galloi) ve erginlenme adayları, flüt, zil ve teflerin eşliğinde vahşi bir
dansa başlar, sırtlarını kanatıncaya kadar kamçılar, bıçaklarla kollarında
kesikler açarlardı. Çılgınlığın doruk noktasında bazı adaylar erkeklik
organlarını keser ve onları tanrıçaya sunarlardı. 24 Mart’ı 25 Mart’a bağlayan
geceyi dolduran ölüm ağıtlarının yerini, ertesi sabah tanrının dirildiği
haberiyle gelen ani bir neşe patlaması alırdı. O gün “hilaria” neşe günüydü. Bir
günlük dinlenmenin ardından 27 Mart’ta büyük ayin alayı düzenlenerek nehre
gidilir ve orada Kybele’nin heykeli suya sokulurdu (lavatio). İ.S 2.yüzyıldan
itibaren erginlenme adayları bir boğa veya koçun kanıyla (taurobolium veya
criobolium) arındırılıyordu. Tanrıçaya da kendi erkeklik organları yerine bu hayvanınkini
sunuyorlardı.
Bu kurban törenlerinin imparatorluk
çağında sadece bireysel erginlenme için değil ama hükümdarlığın selâmeti için de
her mevsim düzenlenmiş olması; Frigya’lı ana tanrıçanın Roma’daki saygınlığına
işaret eder.
Ünlü Roma’lı şair, hatip ve düşünür
Apuleius; “Başkalaşımlar” ya da “Asinus Aureus” adlı romanında, Frigyalı’yı kendi
ağzından ne de güzel tanıtmış: “Ben, doğanın anası, bütün öğelerin efendisi,
çağların ilk çocuğu, tanrıların en yücesi, ölülerin kraliçesi, göksel varlıkların
kılavuzu, tanrıların ve tanrıçaların bütün biçimlerini bir tek kendinde
toplayan ben… Bir baş sallayışımla göğün bütün parlak doruklarını, denizin
sağlık estiren rüzgârlarını ve yeraltının hüzün dolu sessizliğini yönetirim.
Benim tanrısallığım biriciktir. Bütün dünya çok çeşitli biçimlerime tapar
benim. Değişik törenlerle ve türlü türlü adlarla. İnsanlığın ilk soyu olan
Frigyalı’lar tanrıların Pessinus’lu anası derler bana. Attika’nın topraktan
türemiş halkı Kekrops’un Minerva’sı diye çağırır. Paphos’lu Venüs der
denizlerin dövdüğü Kyproslu’lar. Yanlarından sadaklarını hiç ayırmayan
Creteli’ler bana Diktynna Diana olarak yakarırlar. Üç dil konuşan
Sicilialı’lar, bana Styx’in Proserpina’sı derler. Eleusis’in eski halkı beni
Attika’lı Ceres olarak bilir. Bazıları Juno derler adıma, bazıları Bellona.
Kimileri Hekate, kimileri Rhamnusia… Eski inançlarına bağlı Mısırlı’lar Tanrıça
İsis olarak çağırırlar…”
“Frigya’lı tanrıça kimdir?”
sorusunu bundan daha güzel yanıtlayacak bir söz var mı ki?
KAYNAKÇA
Apuleius, Başkalaşımlar, Kabalcı Yayınları, çev: Çiğdem Dürüşken, İstanbul,
2006.
Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, II.
cilt, Kabalcı Yayınları, çev: Ali Berktay, İstanbul, 2003.
Erhat, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
Frazer, James G, Altın Dal-Din ve Folklorun Kökenleri,
I.cilt, Payel Yayınları, çev: Mehmet H. Doğan, İstanbul, 2004.
Graves, Robert, New Larousse Encyclopedia of Mythology,
The Hamlyn Publishing, London, 1959.
Seyffert, Oscar, A Dictionary of Classical Antiquities,
George Allen&Unwin Ltd., London, 1957.
Speake, Graham, Dictionary of Ancient History, Penguin
Books, London, 1994.
No comments:
Post a Comment