Restorasyon
uygulamalarına geçmeden önce yapılan araştırmalar ve belgeleme çalışmaları
(yapının tarihi, estetik ve teknik yönden incelenmesi, rölövesinin hazırlanması
ve bozulmalarının saptanması) binanın ayrıntılı olarak tanınmasını sağlar.
Ön
araştırmalar sonunda elde edilen bilgiler hasar nedenlerini ortadan kaldıracak
veya etkilerini azaltacak koruma tekniklerinin seçilerek uygulanmasına temel
oluşturur. Onarımlarda geleneksel tekniklerin yanı sıra, çağdaş teknolojiden de
yararlanılmaktadır.
Günümüzde anıtların
korunmasındaki temel yaklaşım sürekli bakımlarının sağlanmasıdır. Birçok ülkede
tarihi yapılar yıllık ve beş yıllık programlar çerçevesinde incelenir ve
saptanan hasarlara göre gerekli bakım ve onarımları yapılır;böylece yüksek
maliyetli müdahalelere gerek kalmadan korunmaları sağlanır. Birdenbire ortaya
çıkan yangın, deprem, toprak kayması gibi felaketler ise büyük ölçekli
müdahaleler yapılmasını gerektirebilir.
Anıtların
onarımları için genel olarak 1. Sağlamlaştırma, 2. Bütünleme, 3. Yenileme, 4.
Yeniden yapma (Rekonstrüksiyon), 5. Temizleme, 6. Taşıma, tekniklerinden
yararlanılır. çoğu kez bir anıtın restorasyonu için yukarıda sıralanan
tekniklerden birkaçı bir arada uygulanır. Örneğin yeniden kullanılması
kararlaştırılan bir Osmanlı kervansarayının gelişigüzel eklerden arındırılması,
tehlikeli durumda olan taşıyıcılarının sağlamlaştırılması, bir bölümü yıkılmış
olan tonozlarının yeniden yapılması ve içinin çağdaş kullanıma uygun olarak
donanımı gerekli olabilir. Depremde kubbesi çatlayan , son cemaat yeri ve
minaresi yıkılan bir caminin, hem strüktürel açıdan sağlamlaştırılması, hem de
yıkılan son cemaat yeri ve minare gibi öğelerinin yeniden yapımı ile tekrar
mimari bütünlüğüne kavuşturulması söz konusu olabilir.
Bilimsel restorasyonda
olabildiğince az müdahaleyle, anıtın tarihi belge ve estetik değerinin
korunması amaçlanır. Onarım sırasında yapılan müdahalelerin derecesi,
sağlamlaştırmadan yeniden yapıma doğru artar. Koruma açısından en uygunu,
sağlamlaştırmayla yetinmektir. Ancak anıttaki hasar derecesi arttıkça,
müdahalenin kapsamı genişler; tarihi yapıya ekler getiren, dokusunu değiştiren
tekniklerin (örneğin: bütünleme, yenileme) uygulanması zorunlu olabilir.
SAĞLAMLAŞTIRMA
Sağlamlaştırma
çalışmaları, anıtın malzemesinin, taşıyıcı sisteminin ve üzerinde bulunduğu
zeminin sağlamlaştırılması olmak üzere üç düzeyde ele alınabilir.
a. Anıtın yapıldığı malzemelerin sağlamlaştırılması
Anadolu'nun i.ö.
7000'e kadar giden yerleşik tarihi içinde binalar yörenin olanaklarına ve
geleneklere bağlı olarak kerpiç, tuğla, ağaç, taş gibi doğal kökenli
malzemelerle yapılmışlardır. Malzemeler doğal etkilerle, zamanla bozulup harap
olur. Açıkta kalan kerpiç yağmur karşısında eriyip dağılır, tuğla aşınır,
çatlayıp ayrışır, ağaçtan yapılan kiriş ve dikmeler, çatılar çürür. Soylu ve
dayanıklı olarak kabul edilen taşlar da düzgün yüzeylerini yitirir, oyuk ve
çatlaklarla dolu, kötü bir görünüm sergilerler. Koruma uzmanları özel kimyasal
birleşimler kullanarak malzemelerin dokusunu sağlamlaştırır; bozulma sürecini
bir ölçüde yavaşlatıp, özgün yapıyı daha uzun süre yaşatmaya çalışırlar.
Kerpiç malzemenin sağlamlaştırılması
Arkeolojik
kazılarda ortaya çıkarılan ve açıkta, doğanın insafına bırakılan kerpiç
buluntular: kent surları, konutlar, temel izleri yağışlarla yumuşayıp erimekte,
güneşte çatlamakta, rüzgarIa aşınıp toz olmaktadır. Kayıpları önlemek için
çeşitli yöntemler denenmiştir. Eski koruma uygulamalarında, kerpiç mimari
kalıntılar zift sürülerek, yada üstleri çimentolu harçla sıvanarak korunmaya
çalışılmıştır. Renk ve doku açısından kerpiç malzemeyle uyumlu olmayan bu
müdahaleler artık terk edilmiştir. Kerpiç kalıntılar ve hala içinde yaşanmakta
olan köy evleri, binlerce yıldır Anadolu'da uygulandığı gibi, sürekli bakım
yöntemiyle, çamur harcı ile sıvanarak korunabilir. Yenilenebilir olan bu sıva,
kerpiç yapıyı hava koşullarına karşı korur, eriyerek yok olmasını engeller.
Ancak kerpiç üzerine yapılmış bir kabartma ya da boyalı bezemenin korunması
daha gelişmiş yöntemlerle çalışan uzmanların çabalarını gerektirir. Malzemenin
dağılmaması için çatlamış, ayrılmak üzere olan sıva tabakaları miller ve/veya
mikro enjeksiyon yardımıyla ana taşıyıcıya tutturulur; hava koşullarından
etkilenecek konumda bulunan kalıntılar müzeye taşınır, ya da yerinde korunması
için üzerine çatı yapılır.
Ahşap
mimari öğelerin korunması
Geleneksel Türk
evini ve anıtsal mimarlığımızın yoğun bezemeli öğelerinin ana malzemesini
oluşturan ahşap nem etkisiyle zamanla çürümekte; kurt yenikleri ile dayanımı
azalmaktadır. Kapı, pencere kapağı, minber gibi mobilya niteliğinde işlenmiş
mimari öğelerin, furuş, balkon korkuluğu, tavan bezemesi gibi ayrıntıların
böceklerinin öldürülmesi ve dokularının sağlamlaştırılması için kimyasal
maddelerle işlem görmeleri söz konusudur. Pahalı ve zahmetli olan bu tür
konservasyon çalışmaları önemli kültür varlıklarımızın ahşap minber, kapı,
pencere kapağı, rahle ve benzeri ahşap öğelerinin onarımlarında
uygulanmaktadır. Çoğu kez yörede bulunan yumuşak ağaçlarIa yapılan geleneksel konutlarımızda
ise ahşap iskeletin eskimiş olan öğeleri yenilenmekte; onarımlarda emprenye
edilmiş ahşap kullanılarak, yeni öğelerin yaşamlarının daha uzun süreli olması
güvence altına alınmaktadır.
Taş
öğelerin sağlamlaştırılması
Günümüzde taşların
sağlamlaştırılması, atmosfer etkilerinden korunması için sürekli araştırmalar
yapılmakta, bu konuda bilimsel çabalar sürmektedir. Bozulma sürecini geriye
döndürmek olası değildir ancak çok önemli özel ayrıntıların (rölyefler,
yazıtlar, figürlü plastik) dayanımlarını arttırmak, özgün ayrıntıları daha uzun
süre yaşatabilmek için sağlamlaştırma uygulamalarına gidilmektedir. Taşa
püskürtülerek, fırça ile sürülerek veya vakumla uygulanan taş
sağlamlaştırıcıların uzmanlar tarafından seçilmesi ve onların önerileri doğrultusunda,
denetim altında uygulanması gerekir. Sağlamlaştırma yöntemi taşın türüne ve
bozulma durumuna göre belirlenir. Kimya sanayiinin geliştirdiği ve ''harikalar
yaratıyor'' diyerek piyasaya sunduğu malzemelerin dayanımları, eskime süreçleri
bilinmeden kullanılmaları sakıncalıdır.
b.
Taşıyıcı sistemin sağlamlaştırılması
Depremler, zemin
hareketleri, anıtların taşıyıcı sistemlerinde hasara neden olmaktadır. Tarih
boyunca mimarlar anıtların duvar ve örtülerinde oluşan düşeyden ayrılma,
çatlama gibi hasarları payandalarla desteklemiş, gergiler yerleştirmiş, ya da
aksak olan bölümleri yıkıp yeniden yaparak binanın ayakta durmasını, işlevini
sürdürmesini sağlamışlardır. Eski restorasyonlarda uygulanan strüktürel
sağlamlaştırma tekniklerine günümüzde çağdaş teknolojinin sağladığı enjeksiyon,
ön germe, ankraj, temel genişletme ve sağlam zemine inen kazıklı temellerle
destekleme gibi teknikler eklenmiştir.
Kesit
genişletme, mantolama
Düşeyden ayrılan
yapılarda taşıyıcı sistemin güvenliği kabaca ''üçte bir'' kuralına göre
değerlendirilir. Eğer bir yapının ağırlık merkezinden sarkıtılan çekül, onun
zemine oturduğu alanın ortadaki üçte biri içinde kalıyorsa, yapının güvenli
olduğu kabul edilir. Ağırlık merkezinden sarkıtılan çekül, duvarın zemindeki
izinin dışına düşüyorsa, ciddi bir yıkılma tehlikesi vardır. Kesit genişletme
işlemlerinde yapının veya duvarın tabanına ek kütle yapılarak ağırlık
merkezinin güvenlik sınırları içinde kalması sağlanır.
Günümüzde kargir ve
ahşap tarihi strüktürler üzerinde deneyim sahibi mühendisler restore edilecek
anıtı inceler, hasarları saptar ve depreme, ya da düşey yüklere karşı yetersiz
buldukları öğelerin (temel, duvar, sütun, ayak, kemer) sağlamlaştırılması için
öneriler geliştirirler. Anıtın genel görünümünü bozan, değiştiren müdahaleler
tercih edilmediğinden, bu tür sakıncalar yaratacak sağlamlaştırma önerilerinden
olabildiğince kaçınılır. Anıtın iç bünyesinde gizlenebilen, görünmeyen
sağlamlaştırma teknikleri yeğlenir.
Destekleme
- payandalama
Zemindeki
aksaklıklar, deprem, kemer, tonoz, kubbe gibi eğrisel öğelerden duvarlara gelen
itkiler onların düşeyden ayrılmasına, çatlamasına neden olabilir. Eski mimar ve
ustalar hasar görmüş kargir yapıları özellikle köşelere, kemer mesnet
hizalarına masif, ya da uçan payandalar yerleştirerek sağlamlaştırmışlardır.
Deprem kuşağı üzerinde yer alan yurdumuzda, yer sarsıntıları da ciddi hasarlar
yaratmıştır. Birçok önemli anıtta deprem sonrası onarımlara ait izler
gözlenmektedir.
Osmanlı dönemi
onarımlarında masif payandalar çoğunluktadır. Kuzey Anadolu fay hattı üzerinde
yer alan tarihi kentlerimizde bulunan tarihi yapılarda deprem sonrası
onarımlara ait izleri gözlemek mümkündür.
Payandalama
günümüzde de uygulanan bir sağlamlaştırma yöntemidir. Ancak görsel nedenlerle,
eskiden yapıldığı gibi anıtın genel görünüşünü bozan, ağır kütleli payandalar
yapmaktan kaçınılmaktadır. Çoğu kez geçici payandalar uygulanmakta; taşıyıcı
sistem sağlamlaştırıldıktan sonra payandalar kaldırılmaktadır. İngiltere’de
York Katedrali'nin onarımı sırasında doğu ve batı cephelerine yerleştirilen
çelik makas türündeki payandalar onarım sonrasında kaldırılmışlardır.
Payandaların duvar yüzeyine tek noktadan uygulanan destekler biçiminde
tasarlanması tehlikelidir; yan itkilerle zorlandığında payanda duvarı delerek
hasar verebilir. Bu nedenle yastıklama yapılması, desteklerin geniş bir yüzey
üzerine uygulanması tercih edilir. Payandaların cephelerin özel ayrıntılarının
bulunduğu bölümlerine yerleştirilmemesine, bundan kaçınılamıyorsa, cephe
bezemelerinin zedelenmesini engelleyecek önlemlerin alınmasına özen
gösterilmelidir.
C. Çemberleme, bağlantı çubukları- gergi
uygulanması
Çatlamış, dağılma
tehlikesi gösteren düşey taşıyıcıların çevrelerinin metal çemberlerle sarılarak
sıkıştırılması çok eski çağlardan bu yana uygulanan bir sağlamlaştırma
tekniğidir. Bu tekniğin uygulandığı örnekler İstanbul’da sıkça gözlenir;
camilerin son cemaat yerlerinde, ya da iç mekanlarında deprem, yangın gibi
nedenlerle çatlayan sütunlar, çemberlerle sarılarak pekiştirilmişlerdir.
Metal gergiler ya
da çubuklar kullanılarak duvarlar birbirine bağlanır, ya da düşeyden ayrılmış
bir duvar gerideki sağlam bölüme tutturularak, yerinde korunmaya çalışılır. 19.
yüzyılda İstanbul’da yapılan kargir duvarlı, ahşap veya volta döşemeli
binalarda karşılıklı duvarları birbirine bağlayan gergilerin uçları kılıçlarIa
sıkıştırılmıştır. Su deposu, hazne gibi binalar da yanal itkiler nedeniyle
açılma tehlikesine karşı duvarları sağlamlaştırmak için gelişmiş gergi
sistemleri ya da kuşaklama uygulanmıştır.
Osmanlı Klasik
dönem yapılarında gergiler strüktürün iç bünyesinde kalır, dış cepheye
yansımazlar. Ancak onarımlarda konulan gergi ve kılıçları cephelerde gözlemek
olasıdır. Günümüzde de strüktürlerin depreme karşı takviye edilmesinde
kuşaklama ve gergilerden yararlanılmaktadır. Bir bölümü yıkılmış olan
arkeolojik kalıntılarda, strüktürel açıdan desteksiz, tehlikeli durumda olan
parçalar metal çubuklarla geriye bağlanarak yıkılmaları önlenir.
BÜTÜNLEME (REİNTEGRASYON)
Bir bölümü hasar
görmüş, ya da yok olmuş yapı ve öğeleri ilk tasarımlarındaki bütünlüğe
kavuşturacak biçimde geleneksel, ya da çağdaş malzeme kullanarak tamamlama
işlemine ''bütünleme reintegrasyon'' denilmektedir. Bütünlemeyi yönlendiren
etmenler estetik, işlevsel, ya da strüktürel denge kaygıları olabilir. Yıkık
durumda göze hoş gelmeyen bir yapı bütünlenerek, hem estetik bütünlüğüne
kavuşur, kullanılabilir duruma getirilir, hem de tümüyle yok olmaktan
kurtarılabilir. ilk yapılışındaki işlevini yitirmiş, tekrar kullanılamayacak
durumda olan arkeolojik yapıların bütünlenmesi söz konusu değildir. Arkeolojik
ve peyzaj değeri taşıyan kalıntıların sağlamlaştırılarak korunması daha uygun
bir yaklaşımdır.
Bütünleme
yapabilmek için ilk tasarıma ilişkin sağlıklı veriler gereklidir; örneğin bir
son cemaat yerinin yarısı yıkılmışsa, tekrar eden öğelerin varlığından ve
simetriden yararlanılarak bütünleme yapılabilir. Bütünleme ancak gerçek yapısal
verilere, ya da belgelere dayandırıldığında kabul edilebilen bir uygulamadır.
Güvenilir verilere dayanmadan, yalnız varsayım ve analojilerden hareket
edilerek yapılan bütünlemelerin hatalı olması kaçınılmazdır. Yeni bölümlerin
özgün olandan ayrılabilmesi için farklı bir yüzey dokusu uygulanması olumlu
sonuç verebilir. Onarım sonrasında anıtın uygun bir yerine restorasyonun
yapıldığı tarih, yaptıran ve yapan mimarla ilgili bir yazıt konulur.
YENİLEME (RENOVASYON, REHABİLİTASYON)
Zamanla değişen
yaşam biçimi ve ona bağıl istekler nedeniyle birçok tarihi yapı özgün işlevini
yitirmekte, ilk yapılış amacından farklı bir işleve hizmet etmek için
uyarlanmaktadır. Hamam, kervansaray, tekke, manastır gibi tarihi yapı türleri
ancak özel durumlarda özgün işlevlerini sürdürdüklerinden, bu yapı türlerinin
farklı amaçlarIa kullanılmaları zorunlu olmaktadır. Konut, otel gibi işlevleri
günümüzde de geçerli olan binalar ise bugün yapılan benzerlerinin konfor
koşullarını sunmaktan uzak olduklarından, işlevsel olarak eskiyerek standart
altı kalmakta, güncelleştirme yapılmadığında, terk edilerek harap olmaktadır.
Yeniden işlevlendirme eski binaların yıkımdan kurtarılması için bir araçtır.
Yeniden
işlevlendirilmesi büyük zorlamalar getirecek olan tarihi binaların müzeye
dönüştürülmesi yoluna gidilmektedir. Özel mülkiyete geçmiş olan hamam, tekke
gibi vakıf yapılarının yeniden işlevlendirilmeleri, önemli bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Yeni kullanım zorlamasıyla eklenen ara katlar, duvarlara
açılan yeni geçitler özgün mekansal özellikleri zedelemektedir.
Çevresel özellikleri
nedeniyle korunması istenen yapıların yeniden kullanımlarında, yeni işlevin dış
görünümü bozmadan gerçekleştirilmesi arzu edilir. Bu binaların kurtarılması
için tek ekonomik yol olan yeniden kullanım sırasında, iç düzenlemede daha
esnek uygulamalara gidilmesi söz konusudur. Yangın, bakımsızlık nedeniyle
döşeme ve tavanlarını yitirmiş ve ilk tasarıma ait yeterli veri bulunamayan 2.
grup yapılarda, yeni bir iç düzenleme yapılmasına izin verilebilir. Çok önemli
plan ve iç mekan değerlerine sahip olan yapılarda ise yeni kullanıma elverişli,
serbest iç düzenlemeler uygulanmaktan çok tarihi mekanların anısını sürdüren
düzenlemelere gidilmesi uygun olur.
ÇAĞDAŞ EK
Venedik Tüzüğü'nün 13.
maddesinde ''Eklemelere ancak yapının ilgi çekici bölümlerine, geleneksel
konumuna, kompozisyonuna, dengesine ve çevresiyle olan bağlantısına zarar
gelmediği durumlarda izin verilebilir'' denilmektedir. Tarihi yapıların yeniden
kullanılmaları, çağdaş yaşam içinde etkin olarak yer almaları amacıyla yapılan
projelerin başarılı olabilmesi bazı eklerle birlikte düşünülmelerini
gerektirmektedir. Örneğin müzeye dönüştürülen tarihi evlerde bekçinin
barınabileceği ve ziyaretçilere ikram, tuvalet vb. hizmetleri sunmaya elverişli
mekanlara gerek duyulmaktadır. Bu durumda mümkün olduğunca görünümü az
etkileyen, çevreye uyan çağdaş tasarımlar geliştirilir. Ekler bu ölçütler
gözetilerek tasarlandığında başarılı olmaktadır. Yeniden kullanımları sırasında
ağır programlar yüklenen tarihi binalarda, ekler büyümekte, kütlesel uyum
sağlanamamaktadır.
YENİDEN YAPIM (REKONSTRÜKSVON)
Tümüyle yıkılmış,
yok olmuş, ya da çok harap durumda olan bir anıtın veya satın elde bulunan
belgelere dayanılarak yeniden yapılması ancak özel durumlarda kabul edilen bir
uygulamadır. Yeni yapı, yerine yapıldığı anıtın tarihi dokusuna, özgün malzeme
ve işçiliğine sahip değildir. Bir kopya, tarihi yapının kütle ve mekanlarını
ancak biçimsel olarak canlandırabilir, anıtın yerini alması olanaksızdır;
kısaca tarihi değer taşımaz.
Bazı durumlarda
yeniden yapıma gitmek kaçınılmaz olabilir. Bir kentin siluetinin önemli bir
parçası, tarihi bir kompozisyonun öğesi olan yapıların yeniden yapılması
gerekebilir. Rekonstrüksiyonun gerçekleşebilmesi için yeniden yapımı olanaklı
kılacak teknik verilerin, fotoğraf, rölöve ve benzeri grafik belgelerin var
olması gerekir. Yıkılan yapıya/ yapılara ait korunmuş parçaların, kapı,
pencere, tavan bezemesi , silmeler vb. özenle ayrılarak saklanması, sağlanabilen
tüm özgün parçaların yeni yapıda kullanılması rekonstrüksiyonun tarihi yapıyla
ilişkilerini güçlendireceğinden yararlıdır.
Bir anıtın
tıpkısını inşa etme uygulaması tarihi açıdan bir anlam taşımasa da, bir yapım
tekniğini sürdürme, geleneği yaşatma bakımından korumaya yönelik
olabilmektedir. Mevcut bir yapının başka bir yerde tıpkısını yapmak türünden
uygulamalar ise, ancak özel durumlarda gerçekleşmektedir.
TEMİZLEME
Anıtların ve
kentsel sitlerin genel etkisini bozan, tarihi ve estetik değer taşımayan
eklerden arındırılması işlemidir. Bir binaya, uzun yaşamı sırasında, çeşitli
tarihlerde, değişen sanat akımlarının temsilcileri tarafından yapılan ek ve
bezemelerin üslup birliğine ulaşma kaygısıyla kaldırılması ise temizleme
değildir. 19. yüzyılda geçerli olan ''stilistik rekompozisyon üslup birliğine
varma'' anlayışının hortlaması olarak yorumlanabilecek bu tutum, çağdaş koruma
ilkelerine aykırıdır. Topkapı Sarayı'nın mekanlarının bütünlüğünü veya estetik
etkisini değiştiren, gizleyen birçok ek Cumhuriyet dönemi restorasyonları
sırasında kaldırılmış; böylece gizlenen olağanüstü güzellikleri ortaya çıkarmak
mümkün olmuştur.
Kaldırılacak
eklerle ilgili karar verme yetkisi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulları'na aittir. Kaldırılması istenen yapısal ekler (duvar, döşeme, çıkma
vb.) farklı bir gösterimle (renk veya tarama) plan, kesit ve görünüş rölöve
paftalarına işlenir ve temizlik sonrası durum öneri proje olarak Kurul'a
sunulur. Yetkili Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'ndan onay alındığı
takdirde, ekler kaldırılabilir. Temizleme işleminden önce ve işlem sırasında
fotoğrafik belgeleme yapılmalıdır.
Bezeme
temizliği
Anıtların
restorasyonu sırasında, iç veya dış mekanlarında çeşitli sıva, boya tabakaları
ile karşılaşılır. Kalem işi, fresk gibi bezemelerin onarımları bu konularda
yetişmiş uzmanlar tarafından yürütülür.
Geç dönem
sanatçılarının eseri olan bezeme programlarını yok eden, onların yerine klasik
dönem kopyalarını koyan bu müdahalelerin de terk edilmesi gerekmektedir.
Cephe
temizliği
Otomobil
egzostlarından, ev ve fabrika bacalarından çıkan kurum ve isler havayı kirletir
ve binaların cephelerinin kararmasına neden olurlar. Koyu bir kir tabakası
mimari güzellikleri gizler; cepheleri kirli yapılar, çevrede yaşayanlara kasvet
verir. Özellikle güneşe hasret kuzey ülkelerinde kara cepheli endüstri kentleri
insanları olumsuz olarak etkilediklerinden, kent yönetimleri cephe temizliğine
önem vermektedir. Cephe temizliği turizm açısından da önemlidir. Bakımlı, temiz
cepheli tarihi çevreler daha çekici olduklarından, Londra, Paris, Roma gibi
kentlerde anıtların cephe temizlikleri periyodik olarak ele alınmaktadır.
Tarihi binaların cephelerinin temizliği, dikkatli yapılması gereken bir
işlemdir; özensiz yapıldığında yüzeye zarar verir, bozulmayı hızlandırır.
Temizliğin hangi teknikle yapılmasının uygun olduğuna karar verilebilmesi için
önce cepheyi oluşturan malzemenin türü, kir tabakasının niteliği, yüzey
bozulmaları ve yapının bulunduğu ortamın özellikleri incelenir. Bu araştırmalar
koruma kimyacıları tarafından yürütülür .İstanbul’da Kültür Bakanlığı'na bağlı
Konservasyon ve Restorasyon Merkez Laboratuarı uzmanları bu konuda bilimsel
araştırma ve uygulamalar yapmaktadırlar. Örneğin taş yüzeylerin temizliği için
tel fırça, zımpara kağıdı veya spiral gibi aşındırıcılar kullanılarak yüzeyler
zedelenmektedir. izin alınmadan temizlenen Molla Çelebi Camii cephesinde taşçı
ustaları tarak ve madırga ile cephenin en üst tabakasını kazımışlardır.
Temizleme işlemi sırasında yalnız kir tabakasının kaldırılmasına, taş veya
tuğla yüzeyin tahrip edilmemesine özen gösterilmelidir. Oysa bu tür denetimsiz
uygulamalarda, hem ilk taşçı ustasının taşı işlerken yüzeyde bıraktığı özgün
izler, hem de taşın zamanla kazanmış olduğu patina yok edilmektedir. Temizlik
için mekanik, kimyasal, ya da ısı kaynaklı teknikler arasından seçim yapılması
söz konusudur. Bu amaçla önceden yüzey üzerinde değişik teknik ve kimyasallarla
temizlik denemeleri yapılır ve koruma açısından en uygun olanı seçilir.
1. Mekanik temizlik
Aşındırıcı kum, cam
küresi ya da alüminyum tanelerinin düşük basınçla püskürtülmesiyle yüzeydeki
kirlerin uzaklaştırılması sağlanabilir. Aşındırmanın fazla olmaması için düşük
basınçla ve özenli çalışılmalıdır. Bu teknikte çalışan kişilerin iyi yetişmiş
olmasına dikkat edilmesi gerekir. Bu teknik, bezemesiz, büyük yüzeylerin
temizliği için uygundur. Bozulmuş yüzeylere kumlama uygulanması doğru değildir.
2. Kimyasal temizlik
Bezemeli, sanat ve
tarihi değeri yüksek, hasara uğramış yüzeylerde bu teknikle temizleme yapılması
tercih edilir. Kağıt hamuruna emdirilen kimyasal madde cepheye uygulanır. Belli
bir süre bekletildikten sonra, bol suyla yıkanır. Eğer ilk uygulamada istenilen
temizlik sağlanamıyorsa yüzeyin korunma durumuna göre, aynı işlem birkaç kez
tekrarlanabilir. Kimyasal maddenin yüzeye zarar vermemesi için her uygulamadan
sonra yıkama işleminin tekrarlanmasına dikkat edilmelidir.
3. Suyla yıkama
Cephelerin
yıkanarak temizlenmesi, suda çözünen kirler söz konusu olduğunda başarılı sonuç
vermektedir. Ancak cepheye fazla su verilmesi sakıncalıdır. Kılcallıkla
(kapilarite) su taşın yüzeyinden içeri doğru hareket etmekte, duvar bünyesi
içindeki tuzları harekete geçirerek, iç yüzeyde çiçeklenmelere neden olmaktadır.
Bunu önlemek için suyu zerre halinde püskürten özel uçlar kullanılır. Adeta bir
bulut gibi yayılarak kirli yüzeyi saran su zerreleri sayesinde çok az su ile
geniş yüzeyleri ıslatıp temizlemek mümkün olmaktadır.
4. Emici kil ve kağıt hamurları uygulama
Çok kirli,
çiçeklenme sorunu olan cephelerde, sepiolite ve attapulgite gibi killerle
hazırlanan hamur yüzeye sıvanır, sıvanan tabaka kuruduktan sonra kaldırılır.
Gerektiğinde bu işlem tekrar edilerek duvar, içindeki çözünür tuzlardan,
yüzeyindeki yağ, mum gibi yabancı maddelerden arındırılabilir. Cephenin
çözünebilir tuzlardan arındırılması için deiyonize su ile hazırlanan kağıt
hamurundan da yararlanılmaktadır.
5. Emici jeller uygulanması
Düşey yüzeylere
uygulanan şeffaf jeller çok zayıf bazik karışımlardır. Fırça ile yüzeye sürülen
macun kıvamındaki çözeltinin üstü plastik veya alüminyum folyo ile örtülür;
çözücünün buharlaşmasına engel olmak için kenarları sıkıca kapatılır. Belli bir
süre sonra üstü açılır, yüzey temizlenir ve deiy6nize su ile yıkanarak bazik
kimyasal maddelerin uzaklaşması sağlanır. Yıkama güçlüğü nedeniyle bu yöntemi
bol gözenekli taşlarda uygulamak pratik değildir.
TAŞIMA
Bayındırlık
etkinlikleri (yol, baraj yapımı), jeolojik yapı, ya da doğal afetler bir
anıtın, ya da tarihi yerleşmenin bulunduğu yerde korunmasını zorlaştırabilir,
hatta olanaksız kılabilir. Bu durumda anıt veya yerleşmenin önceden belirlenen
uygun bir konuma taşınarak orada yaşamını sürdürmesi gerekebilir. Taşıma
işlemi, anıtın boyutlarına, malzemesine ve yapım tekniğine göre çeşitli
tekniklerle gerçekleştirilmektedir. En kolay olanı anıtın tüm elemanlarının
numaralanarak sökülmesi, başka bir yerde kurulmasıdır. Ahşap yapılar bu
uygulama için çok elverişlidir. Yerinde korunamayacak taş anıtlar taşınmadan
önce ayrıntılı rölöveleri yapılır ve fotoğrafları çekilir. iç ve dış cepheler
üzerindeki her taş sırası ve her taş numaralandırılır; taşların birbirleriyle
ilişkisini göstermek üzere her sırayı kateden yatay ve her taşın komşularıyla
ilişkisini belirleyen düşey çizgiler çizilir; genel durum ve ayrıntı
fotoğrafları çekilir. Sonra yapı özenle, taş sökülür ve yeni konumunda yatay
sıralar karışmayacak biçimde düzenli olarak istiflenir. Söküm sırasında
dağılan, yeniden kullanılamayacak durumda olan blokların yerine benzer
malzemeden yenisi hazırlanır ve önceki numaralama düzenine uygun olarak
parçalar hazırlanan temel üzerinde birleştirilir. Bu teknik kesme taştan
yapılmış anıtların taşınmasında uygulanmaya elverişlidir. Moloz taşla yapılmış
binaları bu teknikle taşımak olası değildir. Söküm sırasında dağılan taşları
tekrar aynı ilişkiler içinde birleştirmek çok zahmetli, hatta olanaksızdır. Bu
durumda anıtın parçalanmadan bir bütün olarak taşınması olasılığının
araştırılması uygun olur. Anıtın en az hasarla taşınmasına olanak veren bu
teknik ileri mühendislik bilgisi gerektirir. Anıtın taşınacağı uzaklık, aradaki
yol durumu, anıtın boyutları, ağırlığı, taşıma sistemini etkiler.
ARKEOLOJİK RESTORASYON
Arkeolojik
alanların korunmasıyla ilgili ilkeler çeşitli uluslararası toplantılara konu
olmuş, kalıntıların bakım ve onarımı, buluntuların saklanması yükümlülüğü
kazıyı yapan arkeologlara verilmiştir. Bu görevler kazı yetki belgesinde
tanımlanır ve bağlayıcıdır. Ancak koruma bir ekip çalışmasıyla gerçekleştirilebilir;
strüktür ve zemin mühendisliği, malzeme, kimya gibi bilim dallarıyla yakın
ilişki kurulması gerekir. Önemli olan kazıda çalışan arkeolog ve mimarların
koruma konusunda bilinçli olmalarıdır; gerektiğinde ivedi koruma işlemlerini
yapabilecek kadar donanımlı olmalı fakat sorunları kendi birikimleriyle
çözemediklerinde, özel koruma yöntemlerini uygulayabilecek uzmanlara başvurarak
deneyimlerinden yararlanmalıdırlar.
Arkeolojik sitlerde
koruma daha çok doğanın ve insanların zararlı etkilerine karşı yapılmaktadır.
Kazı sonrasında ortaya çıkan duvar, döşeme, tonoz ve diğer mimari öğelerin
sağlamlaştırılarak korunmaları söz konusudur. Açıkta kalması sakıncalı olan
malzeme ve ayrıntılar (kerpiç, mozaik döşeme, çini kaplı duvar, fresk vb.) bir
çatı altına alınarak korunabilir, Bu durumda çatının sit alanı içinde
yaratacağı olumsuz etkiyi düşünmek ve önlem almak gerekir. Koruyucu çatıların
tasarımında, kendi başına anıtsal bir nitelik taşıyan, iddialı mimari
çözümlerden kaçınılması uygun görülmektedir. Yurdumuzda birçok arkeolojik sitte
değişik boyutlarda koruma çatıları bulunmaktadır.
Arkeolojik sitlerin
olabildiğince kendilerini açıklayan, anlatımı güçlü bir sunuşa kavuşturulması
istenir. Böylece arkeolog ve diğer uzmanların kazı raporları ve yayınlarına ek
olarak, kalıntının ve kazı yerinin halkın da kolayca anlayabileceği biçimde iyi
bir sunuşa kavuşturulması hedeflenir. Bunlar bütünlemede kullanılan eklerin az
ve ayırt edilebilir olması biçiminde özetlenebilir.
Taşıyıcı
düzenle ilgili sorunlar
Arkeolojik
alanlarda kazı sırasında ortaya çıkarılan mimari parçalar ender olarak sağlam
ve bütündür. Restorasyon sırasında hasarlı, kırık parçaların birleştirilmesi,
bütünlenmesi gerekir. Antik yatay ve düşey taşıyıcılara (sütun, arşitrav) yük
bindirmek malzemeyi zorlayıcı olabileceğinden, yeni bir taşıyıcı sistem
oluşturulması yeğlenmektedir
Malzeme sorunu
Onarımda
kullanılamayacak kadar harap durumda olan mimari parçaların yerine kopyalarının
hazırlanması gerekebilir. Öncelikle bütünleme ve yenilemelerin hangi malzeme
ile yapılacağının belirlenmesi gerekir. Eğer özgün malzeme hala
sağlanabiliyorsa, en iyisi özgün malzeme kullanılmasıdır. Ancak eski taş
ocaklarının yerinin bilinmemesi, ocakların artık işletilmemesi, özgün
malzemenin çok pahalı olması uygulamacıyı başka çözüm yollarına yöneltebilir.
Bu durumda yapay taş kullanımına gidilebilir. Özgün taşın rengine ve yapısına
uyum sağlayabilmek için malzeme araştırması yapılır; taş tozu ve kırığı ile
gerekli bağlayıcı katkılar eklenerek uygun fiziksel ve kimyasal özellikler elde
edilebilir.
Dökme tekniğiyle
hazırlanan yeni parçaların gerçeğe yakın biçim alabilmeleri için silikon
kauçuk, Iateks gibi kalıp malzemelerinden yararlanılmaktadır. Özgün parçalardan
alınan ayrıntılar aynen veya soyutlama yapılarak kullanılmaktadır.
Bütünlenecek
parçalarda yapay taşın fiziksel ve kimyasal özelliklerinin doğal taşa uyumuna
dikkat edilmelidir. Özellikle boşluklu taşlardan yapılmış sütunların
gövdelerinin oyulması ve çekirdeğin betonla doldurulması sakıncalı olabilmekte,
yapay taş farklı genleşerek doğal taşı çatlatacak gerilimler yaratabilmektedir.
Bu tür hasarlar Yunanistan'da yapılan bazı onarımlarda gözlenmiştir. iklim
koşullarının zorladığı durumlarda, yüzeysel yamalar da uzun ömürlü
olmamaktadır.
Özgün parçaların
kırıklarını birleştirmek için titanyum, paslanmaz çelik gibi malzemelerden
yararlanılır. Korozyona karşı güvenlik sağlamak için metal bağlantı
elemanlarının kurşun ya da epoksi reçine gibi koruyucularla iyice örtülmesi
gerekir
No comments:
Post a Comment