Home

Sunday, April 28, 2013


Filistin'de, Yahudi toplu­munun içinde bir dinsel akım olarak doğan Hıristiyanlık'ın kurucusu Hz. İsa'dır. İnsanlar arasında sevgi ve kardeşliği öneren Hıristi­yanlık,
Hz. İsa'nın yaşamı ve öğretisine daya­nır. Kutsal Kitap'ın Eski Ahit (Sözleşme) bölümünde sözü edilen, Yahudiler'i kurtara­cak Mesih'in İsa olduğuna inanılır. Hıristıyanlar'a göre İsa Tanrı'nın oğlu, kilisenin kurucu­su ve başıdır.
Günümüzde, Katolik, Protestan ve Ortodoks kiliseleri ola­rak üç ana dala bölünmüş olan Hıristiyanlık, dünyanın en yaygın dinidir.
Hıristiyanlık, Akdeniz çevresindeki toprak­larda doğdu. Tanrı tarafından seçilmiş bir halk olduklarına inanan Museviler, yüzyıllar boyunca Tanrı'nın mesajını getirecek ve onla­rı düşmanlarından kurtaracak olan Mesih'i beklediler. İS 29'da İsa, Celile'de vaaz verme­ye başladı ve birçok kişi, beklenen Mesih'in geldiğine inandı. İlk Hıristiyanlar, İsa'nın 12 havarisiyle onların dostlarıydı.
İsa'nın ölümünü izleyen 200 yıl süresince Hıristiyanlar ibadetlerini evlerde toplanarak sürdürdüler. Bu toplantılarda İsa'nın öğretisi yinelenir, Son Akşam Yemeği'ndeki olayların yeniden yaşandığı ayinler yapılırdı. Son Ak­şam Yemeği, İsa'nın yakalanarak çarmıha gerilmezden önce 12 havarisiyle birlikte yedi­ği son yemektir. İncil'e göre İsa, bu yemekte, ekmeği böler ve kendi bedeni olduğunu söyle­yerek yemeleri için dağıtır. Ardından bir kupa şarabı kutsar ve havarilerine kendi kanı olarak sunar.
Hıristiyan inancına, özellikle de Katolikler'e göre, İsa bedenini ve kanını sunmakla, havarilerinin kendisiyle birleşme­lerini sağlamış, tüm insanlığın günahlarının bağışlanması için de kendisini Tanrı'ya kur­ban etmiştir. Evlerde sürdürülen ibadetlerde simgesel olarak yinelenen Son Akşam Yeme­ği, zamanla kilisenin temel ayinlerinden biri olan şükran ayinine dönüştü.
Hıristiyanlık'ın bir başka önemli kutsama ayini de vaftizdir. Hıristiyan olacak bir kişinin vaftiz edilerek ruhunun arınması gerektiğine inanılır. Vaftizde ruh temizliğinin simgesi olarak su kullanılır. İsa'nın öğretisinde insan ile Tanrı arasındaki ilişki, kişinin Tanrı'yı özgür iradesiyle ve tüm benliğiyle sevmesinin yanı sıra, komşularını da en az kendisi kadar sevmesi biçiminde anlatılır. Hıristiyanlar üçleme'ye inanırlar. Üçleme tek olan Tanrı'nın üç kişiliğini birleştirir. Bunlar Baba Tanrı, insan­lığı günahtan arındırmak için ölen Oğul Tanrı (İsa) ve insanların düşünceleriyle eylemlerine kılavuzluk eden kusursuz ve eksiksiz bir sevgi akımı olan Kutsal Ruh'tur.İlk Hıristiyanlar Yahudi'ydiler. Kilisenin ilk önderlerinden Aziz Paulus, Hıristiyan­lık'ın bütün insanlara açık bir dünya dini olabilmesi için kilisenin Musevilik'ten bağım­sız olması gerektiğini bildirdi. Böylece bu yeni din başta Roma İmparatorluğu olmak üzere yeni toplumlar içinde de hızla yaygın­laştı. Havariler ve onların kutsayarak görev­lendirdiği temsilcileri Hıristiyanlık'ın yaygın­laşmasına ve ilk kiliselerin kurulmasına ön ayak oldular. Puta tapma ve büyücülüğün Hıristiyanlık'a sızmasını önlemek için İsa'nın yaşamı ve öğretileri İS 20()'de bir kitapta toplandı. Konuşulan Yunanca'yla yazılan bu kitaba Yeni Ahit adi verildi. Daha sonra Museviler'in Hski Ahit denen İbranice yazılı din kitapları da Yeni Ahit'in başına eklendi ve tümüne birden Kutsal Kitap adı verildi.
Roma İmparatorluğu'nda yaşayan ilk Hıris­tiyanlar çeşitli zorluklar ve tehlikelerle müca­dele etmek zorunda kaldılar. Putperest Roma İmparatorluğu topraklarında, kiliseler aracılı­ğıyla hızla örgütlenen Hıristiyanlar, devlet güçlerini karşılarında buluyorlardı. İS 313'te İmparator I. Constantinus, Hıristiyanlık'la birlikte bütün dinlere hoşgörü gösterilmesini sağlayan bir yasa çıkardı. 4. yüzyılın sonlarına doğru Hıristiyanlık bütün Roma İmparatorlu-ğu'na yayıldı. Kilise önderleri devlet işleriyle ilgilenmeye başladılar. Kilisenin gücünün bu alanda artmasıyla, dinsel ilkelerden sapma ve dünya değerlerini önemseme başladı. Bazı Hıristiyanlar, dinde eski yoksulluk ve özveri dönemine dönülmesi gerektiği inanandaydı. Aziz Benedict'in önderliğindeki bir grup Hı­ristiyan bir araya geljerek dünya nimetlerine önem vermeyen, katı ve yalın bir yaşam biçimini benimsedi; böylelikle ve keşişler doğdu. Bu dönemde, kilisenin konumunu netleştirmek ve sorunlarını çöz­mek amacıyla piskopos meclisleri toplandı.
Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden sonra, yönetimin sorumluluklarının birçoğu­nu kilise üstlendi. Yaklaşık 500-1500 arasında kilise, ortaçağın başlıca kültür kurumu oldu. Bu çağda öğretmenlik ve araştırmacılık yapan keşişler büyük önem kazandı. Kitapları çoğal­tan, ders veren, okulları yöneten onlardı. Tarım alanında da becerilerini geliştirdiler.
Batıda Roma piskoposu, yani papa, bütün Hıristiyanlar'ın önderi ve kilisenin başıydı, ama kralların desteğine de gereksinim duyu­yordu. Bazen kilise ya da devletin izlediği siyaset konusunda krallardan biriyle papa arasında anlaşmazlık çıkar, büyük tartışmalar olurdu. Papanın aynı zamanda İtalya'daki Papalık Devletleri'nin yöneticisi olması, bu ilişkileri daha da karmaşıklaştırıyordu
Hıristiyanlık yaygınlaştıkça birliğini koru­yamadı. Daha 2. yüzyılda Hıristiyanlar ara­sındaki anlaşmazlıklar bazı grupların kilise­den ayrılmasına yol açmıştı. Doğuda kilise, devletin ve hükümdarların egemenliğine gi­rerken, batıda papaya bağlı, krallardan ba­ğımsız bir güç olarak gelişti ve devletler üzerinde dinsel otoritesini kabul ettirdi. 1054'te kilise doğu ve batı olarak bölündü. Böylece batıda papanın başında bulunduğu Katolik Kilisesi, doğuda ise papanın otoritesi­ni tanımayan Ortodoks Kilisesi kuruldu. Ay­rılmanın asıl etkisi, uzun yıllar sonra batıdaki Hıristiyanlar'ı doğu ile karşı karşıya getiren Haçlı Seferleri'yle ortaya çıktı. Daha sonra Katolik Kilisesi'nin para sıkıntısı çekerek, günahların bir bölümünün para karşılığı ba­ğışlanabileceğin! açıklaması ve bunu uygula­maya koyması yeni bir bölünmeye neden oldu.
1517'de Alman din adamı Martin Luther, kilisenin bu gibi uygulama ve öğretilerini açıkça sorgulamaya başladı. Bu sorgulama Reform hareketi ve Protestan kiliselerinin kurulmasıyla sonuçlandı . Baş­langıçta Protestan reformcuları, yalnızca, kili­senin öğreti ve uygulamalarında bazı değişik­likler yapmak istediler. Ne var ki, bunu gerçekleştiremeyince kilise bölündü. Protes­tan Kilisesi, Katolikler'e karşı mücadele eder­ken papanın otoritesinden hoşnut olmayan krallardan yardım gördü. Böylece kilisenin devlet üzerindeki yetkisi azaldı. Protestanlık da kendi içinde çeşitli ulusal kiliselere bölü­nürken, bazı Protestan gruplar kendilerini herhangi bir devletin desteği ve ilişkisi dışında tuttu. Bunlar Hür Kiliseler adıyla anılageldi. İngiltere'de VIII. Henry döneminde kilise, papalıktan ayrıldı ve Anglikan Kiliseleri, Reform'un temel ilkelerini benimsedi.
16. yüzyılda başlayan keşifler ve sömürgeci­lik hareketleriyle birlikte, özellikle de 19. yüzyılda, Hıristiyanlık bütün dünyaya hızla yayıldı. Katolikler ve Protestanlar giriştikleri misyonerlik çalışmalarıyla bu dini Asya, Amerika, Afrika ve Avustralya'ya taşıdılar. Ne var ki, bu hızlı gelişme, Hıristiyanlık'ın dünyadaki etkisinin giderek zayıflamasının önüne geçemedi. Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan sonra bu ülkede din ile devlet işleri birbirinden ayrıldı ve bu olay devletin, kilise­nin etki alanı dışına çıkarılmasına örnek ol­du.20. yüzyılda kiliselerin üye sayısında bir düşme görüldü. Bu arada kilise ayinleri yalınlaştırıldı. Rahipler sıradan insanlarla birlikte çalışmaya özendirildi. Daha önceleri yalnızca rahiplerin yerine getirdiği bazı sorumluluklar kilise üyelerince de üstlenilmeye başlandı. Eskiden vaftiz, tövbe, nikâh gibi kutsama ayinleri yalnızca erkek din görevlilerince yeri­ne getirilirken, kadınlar da bu gibi işlerde görevlendirildi.

No comments:

Post a Comment