Eski Anadolu tarihinin bir
bölümünü oluşturan Urartular tarihi kaynaklara ve arkeolojik bulgulara göre
M.Ö. VIII. Yüzyıl ile M.Ö. VI. Yüzyıl arasında tarih sahnesinde görülmüşlerdir.
Asur kaynaklarında “Uruatri” olarak tanımlanmıştır. Yüksek ülke, dağlık ülke
anlamındaydı.
Bunu takiben Uratri, sonra da Urartu’ya döner. Aynı yüzyılda
Nairi Beyliği ortaya çıkar. Bunlar çağdaş Asur kaynaklarında geçer. M.Ö. IX.
Yüzyıldan itibaren Asur çivi yazısı geleneğini benimserler ve kendi dillerinde
yazıtlar ve tabletler gündemdedir. Kendi yazılı kaynaklarında kendilerini
“Bidini” (li) adıyla tanımlarlar. Buna karşın Asur’un kendilerine vermiş
oldukları Urartu ve Nairi adları da kendi yazıtlarında görülmektedir.
Urartu Uygarlığı kısa
zamanda unutulmuş ve bu konuda araştırmalar başlayana kadar sadece birkaç yerde
geçen bir ulus olarak hafızalarda kalmıştır. Urartu adı Tevrat’tan
bilinmektedir. (r.r.r_ Ararat) Nuh Efsanesi ile ilgili olarak Nuh’un gemisinin
Ararat Dağı’na oturduğundan söz etmektedir. Başka bir pasajda da küçük küçük
bilgiler göze çarpar. Herodot’un ünlü eserinde “Alarotlar” olarak söz
edilmektedir. Daha sonraki Geç Antik Kaynaklar ve Ortaçağ tarihçileri
Urartularaait tüm sanat eserlerinin Asurlular tarafından yapıldığını kabul
etmişlerdir. Mesela; M.S. V. Yüzyıl tarihçilerinden Khoroneli Moses (Ermeni
asıllı) Van Gölü kıyısında yükselen Van kentini Asur Kraliçesi Samiram
(Samiramis) tarafından inşa edilmiş olduğunu yazmaktadır ve kentin adını
Samiramis’in şehri olarak açıklar. Bu yazarın bildirdiğine göre Samiramis Asur
ülkesinde ve Asurlulara “Tribut” (haraç, vergi) veren ülkelerden 12.000 işçi
ile 6.000 inşaat ustası getirmiş ve kısa zaman içinde bu görkemli kenti inşa
etmiştir. Yine Moses’e göre Van ovasını sulayan büyük su kanalının da Asur Kraliçesi
Samiramis tarafından yaptırıldığını yazmaktadır. (Samiram Ermenice’dir)
Moses’in eseri XIX. Yüzyılda modern dünyada şarkiyatçıların ilgisini çekmiştir.
URARTU
ARAŞTIRMALARININ BAŞLAMASI
Fransız Asya Araştırmaları
Cemiyeti 1828’de arkeolog bilim adamı Friedrich Eduard Schulz’u Türkiye’ye
yollar. Aynı zamanda İran’da dolaşır. Schulz, Moses’in ayrıntılı bir şekilde
anlattığı Van Kalesi’ni dolaşmış, kayalara oyulmuş mezer odalarını gezmiş,
bunları mağara olarak tanımlamış ve planlarını çizmiş, bu arada çivi yazılı
kitabeleri de kopya etmiştir. Ayrıca Van Ovası’nda araştırma yaparken yine Moses’in sözünü
ettiği ve Samiramis tarafından yapıldığını iddia ettiği büyük bir su kanalıyla
karşılaşmış, yerel halkça “Samiram Suyu” denen bu kanalın yazıtlarını kopya
etmiştir. Schulz’un verdiği rapor Avrupa’da büyük yankılar uyandırmıştır. Bu
yazıtların çözümlenmesi bir asırdan fazla sürmüş ve bundan sonra ancak tarihi
gerçek ortaya çıkarılmıştır. Şöyle ki Van Kalesi yani Urartuların başkenti olan
Tuşpa I. Sardur tarafından inşa ettirilmiş, adı geçen kanal ise I. Sardur’un
torunu Mehud tarafından yaptırılmıştır. Kral Mehud Asur Kraliçesi Sammuramat’ı
mağlup etmiş ve Tuşpa’nın su ihtiyacını karşılayan ve Van Ovası’nı sulayan bu
kanalı yaptırmıştı. Schulz’un dağlık bölgede araştırma yaparken eşkıyalarca
öldürülmesi bu bilimsel çalışmaların devamını bir süre engellemiştir. 1828’de
Paris’e gönderdiği malzeme ancak 1840’da yayınlanabilmiştir. Aynı yıllarda
Mezopotamya’da Eski Asur Ülkesi’nde arkeolojik çalışmalar başlamıştır.
Özellikle Asur’da Khorsabat’ta II. Sargon’nun sarayının ortaya çıkarılması ve
kısa bir süre sonrada Asur çivi yazısının çözümlenmesi bilim dünyasının
dikkatini çeker. Ancak bundan sonra Urartu çivi yazılı belgeleri de çözülmeye
başlar. Bu ilk araştırmaları takiben Van ve çevresinden müzelere ve özel
koleksiyonlara kaçak kazılar yoluyla eski eserler gelmeye başlar. Bu eserlerin
çoğalması ve yazıtların çözülmesiyle bunların Van’daki Urartu krallarına ait
olma fikri de güç kazanmıştır. Buna rağmen uzun süre sayısız Urartu eseri Asur
yapıtı olarak kabul edilmiş ve bu adla teşrif edilmiştir. XIX. Yüzyıl sonlarına
doğru Van ve çevresinde kaçak kazılar artmış, Toprakkale (Rusahilini)
yağmalanmıştır. Bu kaçak kazılar Avrupa’daki British Museum, Paris’teki Louvre ve
Berlin müzelerini beslemiştir. Eserlerin çoğalması bu bölgede bilimsel
kazıların zorunlu olarak yapılmasını sağlar. 1845’de ünlü arkeolog ve diplomat
Henri Layard Van’ı ziyaret etmiş ve 1880’de de asistanı Hormudz Rassam’ı Van’a
göndermiştir. Her iki bilgin Mezopotamya bölgesinde ki Asur saraylarının
kazılarını yürütmüş ve bilim dünyasına tanıtmışlardır. 1879-1880 yıllarında
British Museum Van’a bir bilim heyeti göndermiştir. Bu heyete Van’daki İngiliz
Misconsülü Captain Clayton (Konsolos yardımcısı) başkanlık etmektedir. Yukarıda
değindiğimiz kazılara Rassam ile Dr. Reynolds adlı Amerikalı bir misyoner de
katılmıştır. Ancak eski eser kaçakçılarının yaptığı kazılardan arta kalan
mimari kalıntılar ve küçük buluntular Toprakkale’yi araştıran bu bilim heyetini
memnun etmemiştir. Bu malzeme ancak 80 yıl sonra ünlü İngiliz bilim adamı Dr.
R. D. Barnett tarafından yayınlanmıştır.
1898 ve 1899’da C.F. Lehmann – Haupt ve W. Belck başkanlığındaki bilim
heyeti Toprakkale’de yeniden kazılar yapar. 1911-1912’de ise bu kez Rus bilim
adamları sahnededir. I. A. Orbeli yönetimindeki bir kazı heyeti Toprakkale’de
yeniden araştırmalara başlar. Bu yılları takiben 1915-1918 yılları arasında Van
Rusların işgalindedir. Bu savaş sırasında 1916’da Çarlık Rus Arkeoloji Cemiyeti
Prof. N.J. Marr’ı Van’da görevlendirmiştir. Marr ve Orbeli yönetiminde ki heyet
Van Kalesi’nin kuzey eteklerinde ki Urartu Kralı II. Sarduri’ye ait kutsal
alanı ve çivi yazıtlı kitabelerini ortaya çıkarırlar. Rus heyetinden sonra
1938’de bu kez karı-koca Amerikalılar araştırma yaparlar. (Kirsopp ve Silva
Lake) Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlaması bu çalışmaları etkilemiştir.
Türkiye’de ki ilk çalışmalar bunlardır.
Sovyet
Ermenistan’ında ise; Urartu
Krallığı’nın kuzeydoğu bölgelerinde Güney Transkafkasya’daki kazılarda eski
tarihlere gider. Urartulara ait buluntular ilk kez 1862’de ortaya çıkarılmış,
özellikle yazıtlar dikkat çekmiştir. 1893’te M. Nikolskij bir gezgin olarak
Transkafkasya Bölgesi’ni dolaşmış ve yazıtların bulunduğu yerlerin yakınında ki
Urartu Kaleleri’ni incelemiştir. Gerçek anlamda arkeolojik kazılar Taşburun
adındaki mevkide başlamış ve buradaki Urartu kenti araştırılmıştır. Yazıtlara
göre kale “Menuahinili” adını taşımaktadır. Bu kazıları takiben 1930’da bu
harabeler ve yazıtlar bilim dünyasının yeniden ilgisini çekmiş 1939 yılında
Erivan şehri yakınındaki Karmir-Blur adlı höyükte sistematik kazılara
başlanmıştır. Prof. B.B. Protrovski tarafından bu kazılar yakın zamana kadar
sürdürülmüştür. Bu büyük kent Argisti’nin oğlu I. Rusa tarafından kurulmuştur
ve Teişebaini (Karmir-Blur) adını taşır. Özellikle bu kentin stadel kısmı
Urartu kültür ve mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi sağlamıştır. (Urartu
şehirleri ya tanrılarının ya da krallarının adını taşır. Terşe- Tanrı, Tuşpa-
Tanrıçadır). Kazı yapılan diğer bir
merkez Erivan yakınlarındaki Arinberd adını taşıyan tepede yer alır. Adı İrpuni
(Erebuni)’dir ve tanrısaldır. Burada 1950’de kazılar başlar ve daha sonra K.
Ogehesian tarafından devam etmiştir. Burada da Menua’nın oğlu I. Argişti’ye ve I.
Argişti’nin oğlu I. Sarduri’ye ait bir çok inşa yazıtı bulunmuştur. (Şehir,
kuruluş, depo yazıtları vs.) Urartular Hurilerle aynı atadan gelirlerdi. Nairi
Huri kökenli, Uruatri ise; Urartu kökenli topluluklardır. Dilleri Asiatiktir ve
benzerlik gösterirleri.
1964 yılında Armavir
yakınlarındaki Armavir-Blur’da ve Davida adlı höyüklerde yeniden kazılara
başlanmıştır.
TÜRKİYE’DEKİ
YENİ ARAŞTIRMALAR
Türkiye’deki
araştırmaların başlangıcı şöyledir. 1938’de Ankara Arkeoloji Müzesi, Erzincan
yakınlarında Altın-tepe adlı mevkide demir yolu
inşaatı sırasında meydana çıkarılan buluntu topluluğunu satın almıştır.
Bunların içinde üç ayaklı bir tunç kazan, kalkan ve mobilya parçaları dikkat
çekmiştir. Ancak adı geçen yerde iki defa 1956-1957 yıllarında İngiliz bilim
adamı ve arkeolog C.A. Burney Van Bölgesi’ndeki kaleleri yeniden gözden
geçirip planlarını yayınlar. Bunlar Anatolien Studies’te yayınlanmıştır.
İlk bilimsel kazılar
1956-1963 yıllarında başlamış ve kesintili olarak devam etmiştir. Altıntepe
kazıları Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından yönetilmiştir. Bu kazıda ortaya
çıkarılan mezar, tapınak ve küçük buluntular dikkat çekicidir. Toparkkale’deki
kazılar 1950-60-61 yıllarında Prof. Dr. Afif Erzen başkanlığındaki heyetçe
yürütülür. Daha önce British Museum’un kazıları sırasında meydana çıkarılan
tapınak temelleri ayrıntılarıyla incelenir. Üzeri arslan ve boğa figürleri ile
süslü tunç kalkan dikkat çeker. (Tören kalkanı, tapınak duvarına asılı, dinsel
nitelikli kalkandır).
Aynı yıllarda (1960-61)
Gürpınar Ovası’ndaki Çavuştepe kazısı da A. Erzen tarafından yapılır. Çavuştepe kazısı yakın zamanlara kadar sürer.
Bu kent Sarduruhinili adını taşır. Gerek
mimarisi ve gerekse küçük buluntu ve yazıtlarıyla Türkiye’deki Urartu
kazılarının en ayrıntılı ve bol malzemesini vermiştir. (Urartu kaleleri çok
yüksek dağların tepelerine inşa edilir).
1964 yılından itibaren de
Van Gölü’nün kuzey sahilindeki Adilcevaz yakınındaki Kef Kalesi adını taşıyan
mevkide Prof. Emin Bilgiç ve Prof. Baki Öğün başkanlığında kazılar yürütülmüştür.
Burada özellikle saray kısmında ortaya çıkarılan üzerleri kabartmalı bazalt
payeler dikkat çeker. Prof. Kemal Balkan ise yine Van Gölü yakınındaki Patnos
yöresinde araştırmalarda bulunur. Aznavurtepe’de kral Menua ile oğlu Argisti
I’e ait bir tapınak tespit etmiştir. Ayrıca Giriktepe’de bir saray ortaya
çıkarılmıştır. 1965’de ise Van Gölü’nün kuzeyinde Varto yakınında ki
Kayalıdere’de İngiliz bilim adamlarından Seton Lloyd ve C.A. Burney tarafından
kazılar yapılmıştır. Özellikle tapınak ve mezarlar dikkat çekicidir. 1967’de
Prof. Dr. Afif Erzen tarafından İ.Ü.E.F.’ne bağlı Van Bölgesi Tarih ve
Arkeoloji Araştırmaları Merkezi kurmuştu.
Bu araştırma merkezinin bilim kurulunca Van Bölgesi ayrıntılı olarak
araştırılmaya başlanır. 1971-1975 yılları arasında Van Kalesi ve Toprakkale
Prof. Erzen tarafından tekrar araştırılmış, ayrıca bir rastlantı sonucu ortaya
çıkarılan Giyimli Köyü definesinin yağmalanarak kaçırıldığı tepede kurtarma
kazıları yapılmıştır. Burada bulunmuş olan yüzlerce tunç levha dünyanın çeşitli
müze ve koleksiyonlarına kaçırılmıştır. Bu buluntu topluluğu özellikle Urartu
sanatının son evresine ışık tutan zengin bilgiler sağlar. Ayrıca Doğu
Anadolu’da baraj kazıları adı altında yürütülen yukarı ve aşağı Fırat
havzasında yer alan höyüklerde yapılan kurtarma kazıları Urartu tarihine,
özellikle batı sınırı hakkında yeni malzeme ve bilgi sağlamıştır.
Van Bölgesi’nde ki kazılar
şuan yine İ.Ü.E.F. tarafından yürütülür. 1983’te Taner Tahran başkanlığında
yürütülen Van Kalesi’nin ve Eski Van Kalesi’nin tarihi milli park projesi ile
bağıntılı, 1987’de Van Kalesi’nde kazılara başlanmıştır. Bu kazılarda Argisti
I’e ait büyük bir saray (Yenisaray) tespit edilmiştir. Ayrıca kalenin hemen
kuzeyindeki höyükte (Van Kalesi Höyük’ü) kazılara başlanmıştır. (ETÇ’den
Osmanlı’ya kadar uzanır). Ayrıca 1984’te Ege Üniversitesi ile ortaklaşa
yürütülen Prof. Atlan Çilingiroğlu başkanlığındaki Dilkaya Höyük’ü kazıları da
günümüze kadar devam etmiş ayrıca yine A. Çilingiroğlu’nca Urartu
Kalesi-Ayanis’te kazılara başlanır.
KUZEYBATI
İRAN’DAKİ URARTU ARAŞTIRMALARI
Son yirmi yılda Alman ve
İngiliz bilim heyetleri Kuzeybatı İran’da Urartu Devleti’nin doğu yayılmasını
gösteren yerleşme merkezlerinde ve kalelerde kazı ve araştırmalarda
bulunmuşlardır. C.H. Burney Hafvalan Tepe’de kazı ve araştırmalar yapmıştır.
Alman bilim adamlarından W. Kleiss ise Bastam’da kazılar yapmıştır. Buradaki
Urartu Kenti “Rusai Urutur” adını taşır. (Rusya’nın küçük şehri). Kuzeybatı
İran’da özellikle Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün yaptığı yüzey araştırmalarında
yüze yakın kale ve yerleşim merkezi bulunmuştur. Bu kentler Urartu’nun M.Ö.
VII. Yüzyıldaki doğu yayılmasının yerleşmelerini oluşturur. Bu arada Kuzey
Irak’ta da küçük çaplı kazı ve araştırmalar vardır.
URARTU
TARİHİNİN ANA DEVRELERİ
Çağdaş tarihi kaynak ve
arkeolojik buluntular ışığında Urartular M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreğinden M.Ö.
6. yüzyıl başlarına dek tarih sahnesinde görülmüşlerdir. Coğrafi alan
bakımından da Van Gölü çevresi merkez olmak üzere Karasu Havzası’ndaki
Transkafkasya’da, Malatya Bölgesi’nden Urmiye Gölü’ne dek uzanan topraklarda
egemen olurlar. Urartu tarihi siyasi bakımdan yönetim şeklinin yapısal
karakterine göre iki ana devreye ayrılır.
I.
Ana Devre: M.Ö. 13.
yüzyılın ilk çeyreğinden M.Ö. 9. yüzyılın ilk yarısı arasındaki devredir.
(Konfederasyonlar devri-Urartu’nun Arkaik devri).
II.
Ana Devre: M.Ö. 9.
yüzyılın ikinci yarısından M.Ö. 6.yüzyılın başları arasındaki Urartu Krallığı
devridir.
I.
ANA DEVRENİN ÖZELLİKLERİ
Bu devre Urartu’nun
Proto-Tarihi olarak nitelenir. Özellikleri nedeniyle bu devre tarafımızdan
Urartu’nun Arkaik Çağı olarak tanımlanır. Bu devrenin kaynakları yazılı belge
olarak tümüyle Asur Krallarının Annallerine dayanır. Yani kaynaklar tek
yönlüdür. Bu krali annaller incelendiğinde Doğu Anadolu’da Van Gölü
öevresindeki topraklarda egemen olan feodal beyliklerin oluşturduğu Uruatri ve Nairi Konfederasyonları –
beylikler birliği görülmektedir. Bu toplumların etnik kökenleri M.Ö. III. Binde
Transkafkasya üzerinden gelen “Huri-Urartu” kabilelerinin ve akraba boylarının
göçlerine dayanmaktadır. M.Ö. 13. yüzyıl başlarında gelecekteki Urartu
Devleti’nin temellerini oluşturacak Uruatri ve Nairi adı altında iki büyük
siyasi birliğin feodal beylikler konfederasyonu şeklinde tarih sahnesinde yer
almalarına neden olan ana etken Doğu Anadolu’nun güney sınırlarında beliren
büyük ve güçlü bir tehlike idi. Şöyle ki M.Ö. II. Bin yılda Kerkük civarlarında
bir kez olmak üzere Kuzey Mezopotamya’ya egemen olan Hurri-Mitanni Devleti’nin
Hititler tarafından yıkılması ve parçalanması sonunda bu politik güç tarih
sahnesinden çekilir. Asur Kralı I. Salmanasar (M.Ö. 1274-1245) varlığını devam ettirme
çabasındaki bu devletin kalıntılarına son darbeyi indirmiştir. Tarihi olayların
zincirleme gelişimi bundan sonra başlar. Bu devletin ortadan kalkmasıyla Asur
Devleti ile Doğu Anadolu toprakları arasında ki adı geçen bu tampon devlet
ortadan kalkmıştır. Bu olaylar Kuzey Mezopotamya’daki politik dengeyi
bozmuştur.
Tüm tarihi boyunca Doğu
Akdeniz bölgesine ve ticaretine sahip olmaya çalışan ve bunun yanı sıra Anadolu
topraklarının zenginliklerini sömürmeyi ilke edinen Asur’un bu politikası bu
olayla işlerlik kazanmaya başlar. Asur’un güçlenmesini güçlü bir ekonomi
zorunlu kılar. Bunun için gerekli zengin kaynaklar da Doğu Anadolu’da mevcuttu.
Mesela demir ve bakır gibi hammadde kaynakları, toprak ürünleri ve hayvan
sürülerinin yanı sıra insanları da götürür. Toplumlardan alınan ağır vergi ve
haraçlar Asur ekonomisi için gerekli ve devamlı bir gelir ve sömürü kaynağıydı.
İlgili tüm Asur kaynaklarını analiz ettiğimizde askeri seferlerin gerçek
amacının bu gayeye yönelik olduğu anlaşılır. Yani doğu Anadolu üzerine yapılan
seferlerin kökeninde ekonomik nedenler yatar. İşgale yönelik devamlı ve kalıcı
Asur egemenliği söz konusu değildir. Böylece bu tarihe dek aralarında bir
siyasi birlik bulunmayan Doğu Anadolu’daki bağımsız feodal beylikler güneyden
gelen bu güçlü tehlikeyle karşı karşıya kalırlar. Bu baskı sonucunda Asur
baskısına yönelik bilinçli bir karşı tepki olarak M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreğinde
Uruatri, kısa bir süre sonra da Nairi Konfederasyonları tarih sahnesinde
yerlerini alırlar.
HURRİ-URARTU
BAĞLATISI
Her iki toplumun aynı
kökenden ortak atalardan geldiği kesindir. M.Ö. 3. bin başlarında
Transkafkasya’dan gelen bu akraba toplumların göç dalgaları iki ayrı coğrafi
mekana yayılır. a) Doğu Anadolu. b)
Kuzey Mezopotamya, Kuzey Suriye, Filistin yani Doğu Anadolu’daki Karas
Kültürü’nün karşılığı olan Hirbet-Kerak Kültürüdür. Bu buluntu merkezleri Kuzey
Mezopotamya, Suriye, Filistin aynı zamanda Hurri dilinin yayılım alanıyla da
paralellik gösterir. Bu kültür M.Ö. 2. bin yılın sonlarında yerel kültürler
içinde eriyip özümsenmiştir. Güneye yerleşen Hurrrilerin Doğu Anadolu’nun
yüksek yaylalara ve dağlık bölgelere yerleşmiş akraba toplumlara oranla daha
avantajlı oldukları gerçektir. Çünkü coğrafi çevre yerli ve komşu kültürlerin
uygarlık düzeyleri ve karşılıklı etkileşim göz önünde bulundurulmalıdır.
Güneydeki Hurri Kültürü Ön Asya dünyasında o çağlar için süper uygarlıkların
doğduğu bölgede gelişmiştir. Bununla bağlantılı olarak en azından iki büyük
aşama söz konusudur.
Yazı
Güneydeki Hurriler köklü
ve yüksek düzeydeki yerli komşu uygarlıkların etkisiyle Doğu Anadolu’daki akrabalarından
yani Urartular’dan 1500 yıl önce
yazı geleneğine sahip olduklarını yaklaşık olarak M.Ö. 2300’den itibaren ve
bunu takiben 2. bin yılı Hurri yazılı belgeleri açıkça kanıtlar.
Politik
Örgütlenme
Güneydeki Huriler
özellikle M.Ö. XVI. Yüzyılın ortalarından itibaren merkezi devlet-krallık
yönetimine geçmişlerdir. Kaynaklarda adı geçen yönetim merkezi “Wassugani” ve
kral adlarının varlığı ve de Hurri- Mitanni Devleti’nin Ön Asya’daki etkin rolü
bunu kanıtlar. Oysa Doğu Anadolu’da aynı çağlarda yöresel yönetim yani kabile
ve feodal beylik düzeni süregelmektedir. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz.
Her iki toplum birbirinden
ayrı olarak farklı coğrafi bölgelerde tarihi ve kültürel gelişimlerini
sürdürmüşlerdir. Bu nedenlerle uzun sürede başta dil olmak üzere bazı kültür
öğelerinde de farklılıklar meydana gelmiştir.
Urartu diliyle Hur dili ortak atalardan gelen, birbirine yakın diller
kullanmışlardır. Güneydeki bölgelerde bulunan M.Ö. III. Bin yıla ait bazı Hurri
metinleri M.Ö. I. Bin yılda Urartu dilinde devam eden, ancak M.Ö. II. Bin yılda
Hurri dilinde kaybolan bazı özellikler gösterir. Bu nedenle Urartu dilinin
Hurilerin Prehistorik çağından geldiği söylenir. Her iki dilde Asiatiktir.
Urartu dili günümüzdeki Kafkas dillerinden İnguş ve Çeçen dilleriyle benzerlik
gösterir. (Keramikleri el yapımıdır. Anadolu’ya geçtikten sonra çarkı
kullanmaya başlarlar).
SALMANASSAR
I.’İN KAYNAKLARINDA URUATRİ (M.Ö. 1274-1245)
Asur Kralı annallerinde
Van Gölü’nü çevreleyen sekiz Uruatri Ülkesi üzerine yaptığı askeri seferden söz
etmektedir. (Uruatri=Yüksek Ülke, Dağlık Ülke= Asur metinleri). Bunu takiben
oğlu Tukutti-Ninurta I zamanlarında Nairi adı ile (M.Ö. 1244-1208
Tukitti-Ninurta Devri) karşılaşırız. Sözünü ettiği Nairi Beylikleri Birliği Van
Gölü’nün batısındaki topraklarda oluşturulmuştur. Tukutti-Ninurta özetle şu bilgiyi
verir; Nairi Ülkelerinin 43 kralı Asur’a karşı baş kaldırmış ancak bunlar kanlı
bir şekilde mağlup edilip itaat altına alınmışlar ve zincire vurulup Asur’a
götürülmüşlerdir. Nairi toplulukları haraç ve vergiye bağlanmışlardır.
Kaynaklar Tiglat-Pileser I’e
kadar olan süre içinde yani M.Ö. 1115’e kadar Asur kaynaklarında Uruatri ve
Nairi ile ilgili herhangi bir bilgi görünmemektedir. Yani kaynaklar bu konuda
susmuştur. Çünkü bu devrede deniz kavimlerinin batıda göçleri ve bunu takiben
Ege göçleri cereyan etmiş Akdeniz Dünyası bu olaylarla canlanmıştır. Bu göçler
doğrudan Asur ülkesini etkilemiştir. Ancak yakın komşuları özellikle batı
bölgesi bu göçlerden çokça etkilenmiştir. Bu karışıklık devresinde şüphesiz ki
Asur Kralları Doğu Anadolu’ya sefer yapıp ülkelerinden ayrılmak
istememişlerdir. Deniz kavimlerinin göçü Mısır Firavun’u Merneptah’ın yazıtında
söz edilmektedir. M.Ö. XII. Yüzyıl başlarında da Ege Göçleri cereyan etmiştir.
Bunlar hakkındaki bilgi Mısır Firavun’u II. Ramses’in Medinet-Habu’daki yazıtında tüm ayrıntılarıyla anlatılır. Troia
VII a katındaki Buckel (Memecikli) keramikler de bize bilgi verir. Bu karışık
devrede Uruatri ve Nairi Konfederasyonlarının daha da güçlenip egemenlik
alanlarını güçlendikleri anlaşılır.
TİGLAT-PİLESER’İN
ANNALLERİNDE URUATRİ VE NAİRİ BEYLİKLERİ
(M.Ö.
1115-1077)
Bu
kralın seferleri özellikle Nairi üzerine yani Doğu Anadolu’nun batı ve
güneybatısına yönelmiştir. Annalindeki anlatım aynen şöyledir.
“Tanrım ve Efendi olan Asur beni yukarı Deniz’in kıyılarında oturan ve
bir efendiye sahip bulunmayan uzak ülkelere gönderdi. Benden önce hiçbir kralın
geçemediği dar yollardan ve dik geçitlerden geçip ordularını ilerlettim. Yavaş
ilerlediğimiz zaman arabama bindim.
İlerleyişin zorlaştığı zamanlarda tunçtan baltaların yardımıyla ilerledim.
Nairi ülkelerinin 23 kralı savaş arabalarını ve savaşçılarını ülkelerinde bir
araya topladılar. Savaşmak için karşıma çıktılar. Korku ve dehşet salan
silahlarımın tüm hiddetiyle onlara saldırdım, ve tıpkı Asur’un çağlayan selleri
gibi büyük orduları yok ettim. Nairi ülkelerinin 60 kralıyla onlara yardım
etmeye olanlara da mızrağımın gücüyle Yukarı Deniz’in ucuna sürdüm. Onların
büyük şehirlerini aldım.hazinelerini ve diğer ganimetlerini taşıyıp, evlerini
yakıp yıktım. Nairi ülkelerinin bütün ktallarını canlı olarak ele geçirdim.
Fakat onlara merhamet gösterdim. Tanrım ve Efendim olan Samas’ın önünde onların
hayatını bağışladım ve onları tutsaklığın bağrından serbest bıraktım. Sonra
onlara büyük tanrıların huzurunda gelecekte bana hizmet edeceklerine ve bana
boyun edeceklerine dair yemin ettirdim. Onların sülalelerinin varisleri olan
oğullarını vermiş oldukları sözü tutmaları için rehin aldım. Sonra onlara 1200
at 2000 adet büyükbaş hayvan Tribut vermelerini istedim ve tekrar ülkelerine geri
dönmeleri için izin verdim…”
Açıkça anlaşıldığı gibi Tiglat-pileser I sadece
toprakları, zenginlikleri yağma ederek baskı kurmak istemiş, esir almış olduğu
beylere iyi muamele ederek Nairi Ülkesi’ndeki otoritesini güçlendirmek
istemiştir. Bunu izleyen Assur- bel- kala devresinde Uruatri ve Nairi
ülkelerine ve bu ülkeler üzerine yapılan seferlerden söz edilir. Bu kralı
takiben Asur kaynakları ikinci defa Uruatri ve Nairi hakkında susar. Çünkü
Arami göçleri başlamıştır. Asur’un coğrafi konumu nedeni ile deniz kavimlerinin
ve Ege Göçleri’nin yıkıcı etkilerinden uzak kalabildiğini yukarıda görmüştük.
Ancak bu göçlerin oluşturduğu karışıklıktan Asur’un güneyindeki çöl kavimleri
yararlanmış Sami kökenli Arami göçleri çöllerden kültür bölgelerine doğru
devamlı bir sızıntı şeklinde yıllarca sürmüştür. Bu göçleri takiben Adad Ninari
II (M.Ö. 911-891) ve Tukutti Ninurta II (M.Ö. 890-884) devirlerinde Asur
Devleti tekrar Doğu Anadolu üzerine yönelmiş Uratri ve Nairi Konfederasyonları
üzerine seferler yapılaır ve oradaki toplumlar
yine haraca ve vergiye bağlanır. Sözü geçen bu konfederasyonlar Arami
Göçleri nedeniyle Asur’un baskısından kurtulmuşlar ve daha da güçlenmişlerdir.
URARTU
DEVLETİ’NİN KURULUŞ EVRESİ
Assur Kralı Assur-Nasirpal
II’den (M.Ö. 883-859) itibaren Asur kaynaklarında Urartu ve Nairi terimleri
aynı anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Eski Ön Asya Tarihi’nde bu
kralla birlikte M.Ö. ). Yüzyıl ortaları genellikle Asur askeri seferlerinin
yoğunlaştığı bir dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde Asur’un Ön Asya
dünyasında siyasi dengeyi sağlayan süper güçlerden biri olarak eski askeri
güçlerini yeniden kazanmış oldukları dikkati çeker. Asur ele geçen bölgelerde
kadarca kan döküp, ateş ve silah kuvvetiyle kontrolü sağlamıştı. Yaptıkları
tahribat ve yağmalarla ekonominin ve kültürel gelişimin can alıcı noktaları
baltalanmaktadır. Ancak bu baskılara karşılık Doğu Anadolu’daki Toplumların
direnişi de gün geçtikçe artmış bunun sonucunda bu kez Urartu ve Nairi
Konfederasyonları birleşmiş ve Urartu Devleti’nin temelleri atılmıştı. Bu
devreye Urartu Devleti’nin kuruluş evresi adını vermekteyiz. Yani Urartu-Nairi
Birleşik Devleti söz konusudur. Bununla ilgili ayrıntılı bilgiler Assur Kralı
Assur Naşirpal II’nin annallerinde yer alır. (M.Ö. 833-859) Bu birleşik
krallığın ilk kralı Lapturi olup Urartu kaynaklarında Lutipri (M.Ö. 880-860)
olarak geçer.
LAPTURİ-LUTİPRİ
(M.Ö. 880-860)
Urartu Kralı I.
Sarduri’nin başkent Tuşpa’daki yazıtlarında bu kralın adı geçmektedir. Van
kalesi’nin üzerinde yükseldiği dev kayalığın kuzey-batı ucunda yer alan ve
Sardur Burcu olarak tanımlanan anıtsal yapının blok taşları üzerinde aynı metni
kapsayan Asur dilindeki çivi yazıtında I. Sarduri kendinden “Büyük Kral
Lutipri’nin oğlu” olarak söz etmektedir. Kral Lutipri çağdaşı olan II. Asur
Naşirpal’ın yazıtlarında Lapturi olarak geçmektedir. Asur Naşirpal II. M.Ö. 882
yılı olaylarını anlatan annalinde
şunları söyler.
“… Tushan kentinde kaldığım sırada ……Tubusi’nin oğlu Lapturi’den ve aynı
ülkenin içinde bulunan Urume ülkesi’nden tribut aldım ve aynı ülkenin içinde
bulunan Nairi ülkelerinin krallarından arabaları, atları, katırları, gümüşü,
altını, tunç kapları, sığırları, koyunları ve şarabı trubut olarak kabul ettim.
Nairi Ülkelerine bunu taşımakla yükümlü kıldım. ….”
Tuşha Lapturi’nin
kentidir. Asur Kralı II. Assur Nasirpal tarafından ele geçirilmiştir ve Asur’un
kuzey bölgeleri için merkez yapılmış ve de Arami Göçlerinden yoksul düşen bir
kısım Asur halkı yeniden inşa edilen bu kente yerleştirilmiştir. (Tuhsa =
Üçtepe büyük bir höyüktür.). burada Kurkh steli bulunmuş ve Birtish Museum’a
götürülmüştür. Yine filologlara göre Lapturi tipik bir Hurca addır.
ARAME
– ARAMU (M.Ö. 860-840)
Asur Kralı III.
Salmanassar’ın (M.Ö. 858-824) yazılı kaynaklarında Urartu yazıtlarında adı
geçmeyen başka bir Urartu Kralından söz edilmektedir. III. Salmanassar’ın M.Ö.
858 olaylarını anlatan annalinde aynen şunları söyler.
“Hükümdarlığımın
başlangıcında saltanatımın ilk yıllarında………Hubuskia’dan (Van Gölü’nün
güneyinde önemli bir bölge) hareket ettim. Sugunia’ya Urartu’lu Arame’nin krali
şehrine yaklaştım. Şehre hücum ettim ve ele geçirdim. Savaşçılarının çoğunu
kılıçtan geçirdim. Ganimetleri topladım. Şehrinin önünde kesilmiş başlardan bir
sütun yaptım. Sugunia’dan hareket ettim. Nairi ülkesinin denizine ulaştım…….”
Salmanassar III’ün
saltanat yılına ait (M.Ö. 856) olaylarında ise aynen şöyle denilmektedir.
“…..Daei
ehi ülkesinden (Erzurum dolayları) hareket ettim ve Urartulu Aramu’nun krali
şehri Arzaskun’a ulaştım. Uarartulu Aramu güçlü ve dehşetli silahlarımla
karşılaşınca korktu ve şehrini terk edip Ad Dağı’na çıktı. Onun peşinden dağa
tırmandım ve dağlarda dehşetli bir savaş verdim. 3400 savaşçısını kılıçtan
geçirdim ve dağları, vadileri yün boyar gibi onların kanlarıyla boyadım…..”
On beşinci saltanat
yılında ise Urartu’ya karşı üçüncü seferini düzenlemiştir. (M.Ö. 844) bu
olayları kapsayan annalinde şunları söyler.
“….Saltanatımın
15. yılında Nairi ülkesine karşı yürüdüm. Dicle’nin kaynağında krali bir
tasvirimi koydurttum. Tunibuni Ülkesi’nin geçidinden geçip Urartulu Aramu’nun
şehirlerini Fırat Irmağı’nın kıyılarına kadar sürdürdüm….”
Bu somut verilere göre
Aramu’nun M.Ö. 858-844 yılları arasında birleşik Urartu devletinin kralı olduğu
kesinlikle anlaşılır. Ancak Urartu Krallığı’nın bilinen ilk yazılı belgesini
oluşturan Sardur Burcu açıkça görüldüğü gibi Arame, I. Sarduri’nin babası
değildir. Bazı bilim adamlarına göre krallık Arame’den I. Sarduri’ye geçerken
bir sülale değişikliği olmuştur. I. Sarduri’ye bağlı kabileler büyük olasılakla
Aramu’nun kabilelerini egemenliklerine alıp I. Sarduri’nin başa geçmesini
sağlamışlardır. Kral Aramu konfederasyon yerine krallıkla yönetilmeye başlanan
yeni bir örgütlemeyi başarır. Önce Sugunia ve daha sonra da Arzaskun’u
güçlendirip bu kentleri Urartu-Nairi Birleşik Devleti’nin yönetim merkezi
yapmış, Van Gölü’nü çevreleyen çekirdek ülkenin topraklarını bu güçlü krali
şehirlerle denetimi altına almıştır. Her iki başkentin III. Salmanassar’ca
tahrip edilerek yağmalanması ve bu kralın Urartu üzerine seferleri, dağların
aşılması, ganimet ve eserlerin götürülüşü günümüzde British Museum’da
sergilenen ünlü Balabat Kapısı’nın tunç kabartmalarında çok canlı bir şekilde
tasvir edilmiştir. (Bu Urartu’yu temsil eden ilk resimli belgedir.). ancak yine
de böyle bir önlem almasına karşın, yani Arzaskun’un daha uzak bir bölgede
kurulmasına rağmen Asur’un tahribatıyla kendini kurtaramamıştır.
SARDURİ
I (M.Ö. 840-825)
Adına Salmanassar III’ün
annallerinde Seduri olarak rastlanan güçlü kral Sarduri I Urartu Devleti’ni
yani krallığın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. Salmanassar III
saltanatının 27. yılında yani M.Ö. 832 yılı olaylarında bunun hakkında aynen
şunları söylemektedir.
“……Arabalarımı ve bindiklerimi bir araya topladım. Turtanı (Başkomutan)
Daian-Assur Urartu’ya karşı gönderdim. Urartulu Seduri bunu öğrendi.
Birliklerinin gücüne güvenerek bana karşı geldi ve savaşta yenildi…..”
Ancak bunun büyük çaplı
bir mağlubiyet olmadığı anlaşılır. Sarduri I tarafından kurulduğu anlaşılan
başkent Tuşpa’nın yani görkemli Van Kalesi’nin üzerinde yer aldığı kayalığın kuzeybatı
ucunda, günümüzde Sardur Burcu olarak kendi adıyla anılan ya da Mother Burç
denilen anıtsal bir yapının blok taşları üzerinde altı defa tekrarlanan Assur
çivi yazısıyla kaleme alınmış olan yazıtlarında kendini Urartu kralı olarak
tanımlamakta ve aynen şunları söylemektedir.
“…..Büyük Kral Lutupri’nin oğlu, kudretli kral, kainatın kralı Nairi
ülkesinin kralı, eşi olmayan kral, savaştan korkmayan dehşet verici çoban,
kendine boyun eğmeyenleri mahveden kral Sarduri’nin yazıtı; Ben Lutupri’nin
oğlu krallar kralı, bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri. Lutupri’nin oğlu
Sarduri şöyle der; Ben bu taş blokları Alniunu kentinden getirdim, bu suru
(duvarı) inşa ettim…..”
F.W. KÖNİG (HChI)
Handbuch der Chaldichen
Inschriften (Haldi yazıtlarının el kitabı)
Grdz, 1955, 57
G.A. MELİKİSHVİLİ,
Urartskie Klinoobrazyne
Nadpisi, (Urartu çivi yazılı kitabeleri)
Moskova, 1960.
M.N. VAN LOON
Urartian Art: Its
Distinctive Traits in the Light of new Ezcavations.
(Yeni kazılar ışığında
Urartu sanatının belli başlı özellikleri)
Lerden, 1966
İstanbul
B.B. PİOTROVSKİİ,
Urartu : The Kingdom Of
Van and Its Art.
London, 1967
Urartu:
Cenevs, 1969.
C.A. BURNEY,
The Peoples of the Hills,
Ancient Ararat and Caucasus
London, 1971.
No comments:
Post a Comment