Home

Friday, May 17, 2013



Eski Anadolu tarihinin bir bölümünü oluşturan Urartular tarihi kaynaklara ve arkeolojik bulgulara göre M.Ö. VIII. Yüzyıl ile M.Ö. VI. Yüzyıl arasında tarih sahnesinde görülmüşlerdir. Asur kaynaklarında “Uruatri” olarak tanımlanmıştır. Yüksek ülke, dağlık ülke anlamındaydı.
Bunu takiben Uratri, sonra da Urartu’ya döner. Aynı yüzyılda Nairi Beyliği ortaya çıkar. Bunlar çağdaş Asur kaynaklarında geçer. M.Ö. IX. Yüzyıldan itibaren Asur çivi yazısı geleneğini benimserler ve kendi dillerinde yazıtlar ve tabletler gündemdedir. Kendi yazılı kaynaklarında kendilerini “Bidini” (li) adıyla tanımlarlar. Buna karşın Asur’un kendilerine vermiş oldukları Urartu ve Nairi adları da kendi yazıtlarında görülmektedir.
Urartu Uygarlığı kısa zamanda unutulmuş ve bu konuda araştırmalar başlayana kadar sadece birkaç yerde geçen bir ulus olarak hafızalarda kalmıştır. Urartu adı Tevrat’tan bilinmektedir. (r.r.r_ Ararat) Nuh Efsanesi ile ilgili olarak Nuh’un gemisinin Ararat Dağı’na oturduğundan söz etmektedir. Başka bir pasajda da küçük küçük bilgiler göze çarpar. Herodot’un ünlü eserinde “Alarotlar” olarak söz edilmektedir. Daha sonraki Geç Antik Kaynaklar ve Ortaçağ tarihçileri Urartularaait tüm sanat eserlerinin Asurlular tarafından yapıldığını kabul etmişlerdir. Mesela; M.S. V. Yüzyıl tarihçilerinden Khoroneli Moses (Ermeni asıllı) Van Gölü kıyısında yükselen Van kentini Asur Kraliçesi Samiram (Samiramis) tarafından inşa edilmiş olduğunu yazmaktadır ve kentin adını Samiramis’in şehri olarak açıklar. Bu yazarın bildirdiğine göre Samiramis Asur ülkesinde ve Asurlulara “Tribut” (haraç, vergi) veren ülkelerden 12.000 işçi ile 6.000 inşaat ustası getirmiş ve kısa zaman içinde bu görkemli kenti inşa etmiştir. Yine Moses’e göre Van ovasını sulayan büyük su kanalının da Asur Kraliçesi Samiramis tarafından yaptırıldığını yazmaktadır. (Samiram Ermenice’dir) Moses’in eseri XIX. Yüzyılda modern dünyada şarkiyatçıların ilgisini çekmiştir.

URARTU ARAŞTIRMALARININ BAŞLAMASI
Fransız Asya Araştırmaları Cemiyeti 1828’de arkeolog bilim adamı Friedrich Eduard Schulz’u Türkiye’ye yollar. Aynı zamanda İran’da dolaşır. Schulz, Moses’in ayrıntılı bir şekilde anlattığı Van Kalesi’ni dolaşmış, kayalara oyulmuş mezer odalarını gezmiş, bunları mağara olarak tanımlamış ve planlarını çizmiş, bu arada çivi yazılı kitabeleri de kopya etmiştir. Ayrıca Van Ovası’nda  araştırma yaparken yine Moses’in sözünü ettiği ve Samiramis tarafından yapıldığını iddia ettiği büyük bir su kanalıyla karşılaşmış, yerel halkça “Samiram Suyu” denen bu kanalın yazıtlarını kopya etmiştir. Schulz’un verdiği rapor Avrupa’da büyük yankılar uyandırmıştır. Bu yazıtların çözümlenmesi bir asırdan fazla sürmüş ve bundan sonra ancak tarihi gerçek ortaya çıkarılmıştır. Şöyle ki Van Kalesi yani Urartuların başkenti olan Tuşpa I. Sardur tarafından inşa ettirilmiş, adı geçen kanal ise I. Sardur’un torunu Mehud tarafından yaptırılmıştır. Kral Mehud Asur Kraliçesi Sammuramat’ı mağlup etmiş ve Tuşpa’nın su ihtiyacını karşılayan ve Van Ovası’nı sulayan bu kanalı yaptırmıştı. Schulz’un dağlık bölgede araştırma yaparken eşkıyalarca öldürülmesi bu bilimsel çalışmaların devamını bir süre engellemiştir. 1828’de Paris’e gönderdiği malzeme ancak 1840’da yayınlanabilmiştir. Aynı yıllarda Mezopotamya’da Eski Asur Ülkesi’nde arkeolojik çalışmalar başlamıştır. Özellikle Asur’da Khorsabat’ta II. Sargon’nun sarayının ortaya çıkarılması ve kısa bir süre sonrada Asur çivi yazısının çözümlenmesi bilim dünyasının dikkatini çeker. Ancak bundan sonra Urartu çivi yazılı belgeleri de çözülmeye başlar. Bu ilk araştırmaları takiben Van ve çevresinden müzelere ve özel koleksiyonlara kaçak kazılar yoluyla eski eserler gelmeye başlar. Bu eserlerin çoğalması ve yazıtların çözülmesiyle bunların Van’daki Urartu krallarına ait olma fikri de güç kazanmıştır. Buna rağmen uzun süre sayısız Urartu eseri Asur yapıtı olarak kabul edilmiş ve bu adla teşrif edilmiştir. XIX. Yüzyıl sonlarına doğru Van ve çevresinde kaçak kazılar artmış, Toprakkale (Rusahilini) yağmalanmıştır. Bu kaçak kazılar Avrupa’daki British Museum, Paris’teki Louvre ve Berlin müzelerini beslemiştir. Eserlerin çoğalması bu bölgede bilimsel kazıların zorunlu olarak yapılmasını sağlar. 1845’de ünlü arkeolog ve diplomat Henri Layard Van’ı ziyaret etmiş ve 1880’de de asistanı Hormudz Rassam’ı Van’a göndermiştir. Her iki bilgin Mezopotamya bölgesinde ki Asur saraylarının kazılarını yürütmüş ve bilim dünyasına tanıtmışlardır. 1879-1880 yıllarında British Museum Van’a bir bilim heyeti göndermiştir. Bu heyete Van’daki İngiliz Misconsülü Captain Clayton (Konsolos yardımcısı) başkanlık etmektedir. Yukarıda değindiğimiz kazılara Rassam ile Dr. Reynolds adlı Amerikalı bir misyoner de katılmıştır. Ancak eski eser kaçakçılarının yaptığı kazılardan arta kalan mimari kalıntılar ve küçük buluntular Toprakkale’yi araştıran bu bilim heyetini memnun etmemiştir. Bu malzeme ancak 80 yıl sonra ünlü İngiliz bilim adamı Dr. R. D. Barnett tarafından yayınlanmıştır.  1898 ve 1899’da C.F. Lehmann – Haupt ve W. Belck başkanlığındaki bilim heyeti Toprakkale’de yeniden kazılar yapar. 1911-1912’de ise bu kez Rus bilim adamları sahnededir. I. A. Orbeli yönetimindeki bir kazı heyeti Toprakkale’de yeniden araştırmalara başlar. Bu yılları takiben 1915-1918 yılları arasında Van Rusların işgalindedir. Bu savaş sırasında 1916’da Çarlık Rus Arkeoloji Cemiyeti Prof. N.J. Marr’ı Van’da görevlendirmiştir. Marr ve Orbeli yönetiminde ki heyet Van Kalesi’nin kuzey eteklerinde ki Urartu Kralı II. Sarduri’ye ait kutsal alanı ve çivi yazıtlı kitabelerini ortaya çıkarırlar. Rus heyetinden sonra 1938’de bu kez karı-koca Amerikalılar araştırma yaparlar. (Kirsopp ve Silva Lake) Ancak II. Dünya Savaşı’nın başlaması bu çalışmaları etkilemiştir. Türkiye’de ki ilk çalışmalar bunlardır.
Sovyet Ermenistan’ında ise; Urartu Krallığı’nın kuzeydoğu bölgelerinde Güney Transkafkasya’daki kazılarda eski tarihlere gider. Urartulara ait buluntular ilk kez 1862’de ortaya çıkarılmış, özellikle yazıtlar dikkat çekmiştir. 1893’te M. Nikolskij bir gezgin olarak Transkafkasya Bölgesi’ni dolaşmış ve yazıtların bulunduğu yerlerin yakınında ki Urartu Kaleleri’ni incelemiştir. Gerçek anlamda arkeolojik kazılar Taşburun adındaki mevkide başlamış ve buradaki Urartu kenti araştırılmıştır. Yazıtlara göre kale “Menuahinili” adını taşımaktadır. Bu kazıları takiben 1930’da bu harabeler ve yazıtlar bilim dünyasının yeniden ilgisini çekmiş 1939 yılında Erivan şehri yakınındaki Karmir-Blur adlı höyükte sistematik kazılara başlanmıştır. Prof. B.B. Protrovski tarafından bu kazılar yakın zamana kadar sürdürülmüştür. Bu büyük kent Argisti’nin oğlu I. Rusa tarafından kurulmuştur ve Teişebaini (Karmir-Blur) adını taşır. Özellikle bu kentin stadel kısmı Urartu kültür ve mimarisi hakkında ayrıntılı bilgi sağlamıştır. (Urartu şehirleri ya tanrılarının ya da krallarının adını taşır. Terşe- Tanrı, Tuşpa- Tanrıçadır).  Kazı yapılan diğer bir merkez Erivan yakınlarındaki Arinberd adını taşıyan tepede yer alır. Adı İrpuni (Erebuni)’dir ve tanrısaldır. Burada 1950’de kazılar başlar ve daha sonra K. Ogehesian tarafından devam etmiştir. Burada da Menua’nın oğlu I. Argişti’ye ve I. Argişti’nin oğlu I. Sarduri’ye ait bir çok inşa yazıtı bulunmuştur. (Şehir, kuruluş, depo yazıtları vs.) Urartular Hurilerle aynı atadan gelirlerdi. Nairi Huri kökenli, Uruatri ise; Urartu kökenli topluluklardır. Dilleri Asiatiktir ve benzerlik gösterirleri.
1964 yılında Armavir yakınlarındaki Armavir-Blur’da ve Davida adlı höyüklerde yeniden kazılara başlanmıştır.





TÜRKİYE’DEKİ YENİ ARAŞTIRMALAR
Türkiye’deki araştırmaların başlangıcı şöyledir. 1938’de Ankara Arkeoloji Müzesi, Erzincan yakınlarında Altın-tepe adlı mevkide demir yolu  inşaatı sırasında meydana çıkarılan buluntu topluluğunu satın almıştır. Bunların içinde üç ayaklı bir tunç kazan, kalkan ve mobilya parçaları dikkat çekmiştir. Ancak adı geçen yerde iki defa 1956-1957 yıllarında İngiliz bilim adamı ve arkeolog  C.A. Burney  Van Bölgesi’ndeki kaleleri yeniden gözden geçirip planlarını yayınlar. Bunlar Anatolien Studies’te yayınlanmıştır.
İlk bilimsel kazılar 1956-1963 yıllarında başlamış ve kesintili olarak devam etmiştir. Altıntepe kazıları Prof. Dr. Tahsin Özgüç tarafından yönetilmiştir. Bu kazıda ortaya çıkarılan mezar, tapınak ve küçük buluntular dikkat çekicidir. Toparkkale’deki kazılar 1950-60-61 yıllarında Prof. Dr. Afif Erzen başkanlığındaki heyetçe yürütülür. Daha önce British Museum’un kazıları sırasında meydana çıkarılan tapınak temelleri ayrıntılarıyla incelenir. Üzeri arslan ve boğa figürleri ile süslü tunç kalkan dikkat çeker. (Tören kalkanı, tapınak duvarına asılı, dinsel nitelikli kalkandır).
Aynı yıllarda (1960-61) Gürpınar Ovası’ndaki Çavuştepe kazısı da A. Erzen tarafından yapılır.  Çavuştepe kazısı yakın zamanlara kadar sürer. Bu kent Sarduruhinili adını taşır.  Gerek mimarisi ve gerekse küçük buluntu ve yazıtlarıyla Türkiye’deki Urartu kazılarının en ayrıntılı ve bol malzemesini vermiştir. (Urartu kaleleri çok yüksek dağların tepelerine inşa edilir).
1964 yılından itibaren de Van Gölü’nün kuzey sahilindeki Adilcevaz yakınındaki Kef Kalesi adını taşıyan mevkide Prof. Emin Bilgiç ve Prof. Baki Öğün başkanlığında kazılar yürütülmüştür. Burada özellikle saray kısmında ortaya çıkarılan üzerleri kabartmalı bazalt payeler dikkat çeker. Prof. Kemal Balkan ise yine Van Gölü yakınındaki Patnos yöresinde araştırmalarda bulunur. Aznavurtepe’de kral Menua ile oğlu Argisti I’e ait bir tapınak tespit etmiştir. Ayrıca Giriktepe’de bir saray ortaya çıkarılmıştır. 1965’de ise Van Gölü’nün kuzeyinde Varto yakınında ki Kayalıdere’de İngiliz bilim adamlarından Seton Lloyd ve C.A. Burney tarafından kazılar yapılmıştır. Özellikle tapınak ve mezarlar dikkat çekicidir. 1967’de Prof. Dr. Afif Erzen tarafından İ.Ü.E.F.’ne bağlı Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırmaları Merkezi kurmuştu.  Bu araştırma merkezinin bilim kurulunca Van Bölgesi ayrıntılı olarak araştırılmaya başlanır. 1971-1975 yılları arasında Van Kalesi ve Toprakkale Prof. Erzen tarafından tekrar araştırılmış, ayrıca bir rastlantı sonucu ortaya çıkarılan Giyimli Köyü definesinin yağmalanarak kaçırıldığı tepede kurtarma kazıları yapılmıştır. Burada bulunmuş olan yüzlerce tunç levha dünyanın çeşitli müze ve koleksiyonlarına kaçırılmıştır. Bu buluntu topluluğu özellikle Urartu sanatının son evresine ışık tutan zengin bilgiler sağlar. Ayrıca Doğu Anadolu’da baraj kazıları adı altında yürütülen yukarı ve aşağı Fırat havzasında yer alan höyüklerde yapılan kurtarma kazıları Urartu tarihine, özellikle batı sınırı hakkında yeni malzeme ve bilgi sağlamıştır.
Van Bölgesi’nde ki kazılar şuan yine İ.Ü.E.F. tarafından yürütülür. 1983’te Taner Tahran başkanlığında yürütülen Van Kalesi’nin ve Eski Van Kalesi’nin tarihi milli park projesi ile bağıntılı, 1987’de Van Kalesi’nde kazılara başlanmıştır. Bu kazılarda Argisti I’e ait büyük bir saray (Yenisaray) tespit edilmiştir. Ayrıca kalenin hemen kuzeyindeki höyükte (Van Kalesi Höyük’ü) kazılara başlanmıştır. (ETÇ’den Osmanlı’ya kadar uzanır). Ayrıca 1984’te Ege Üniversitesi ile ortaklaşa yürütülen Prof. Atlan Çilingiroğlu başkanlığındaki Dilkaya Höyük’ü kazıları da günümüze kadar devam etmiş ayrıca yine A. Çilingiroğlu’nca Urartu Kalesi-Ayanis’te kazılara başlanır.

KUZEYBATI İRAN’DAKİ URARTU ARAŞTIRMALARI
Son yirmi yılda Alman ve İngiliz bilim heyetleri Kuzeybatı İran’da Urartu Devleti’nin doğu yayılmasını gösteren yerleşme merkezlerinde ve kalelerde kazı ve araştırmalarda bulunmuşlardır. C.H. Burney Hafvalan Tepe’de kazı ve araştırmalar yapmıştır. Alman bilim adamlarından W. Kleiss ise Bastam’da kazılar yapmıştır. Buradaki Urartu Kenti “Rusai Urutur” adını taşır. (Rusya’nın küçük şehri). Kuzeybatı İran’da özellikle Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün yaptığı yüzey araştırmalarında yüze yakın kale ve yerleşim merkezi bulunmuştur. Bu kentler Urartu’nun M.Ö. VII. Yüzyıldaki doğu yayılmasının yerleşmelerini oluşturur. Bu arada Kuzey Irak’ta da küçük çaplı kazı ve araştırmalar vardır.
URARTU TARİHİNİN ANA DEVRELERİ
Çağdaş tarihi kaynak ve arkeolojik buluntular ışığında Urartular M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreğinden M.Ö. 6. yüzyıl başlarına dek tarih sahnesinde görülmüşlerdir. Coğrafi alan bakımından da Van Gölü çevresi merkez olmak üzere Karasu Havzası’ndaki Transkafkasya’da, Malatya Bölgesi’nden Urmiye Gölü’ne dek uzanan topraklarda egemen olurlar. Urartu tarihi siyasi bakımdan yönetim şeklinin yapısal karakterine göre iki ana devreye ayrılır.
I. Ana Devre: M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreğinden M.Ö. 9. yüzyılın ilk yarısı arasındaki devredir. (Konfederasyonlar devri-Urartu’nun Arkaik devri).
II. Ana Devre: M.Ö. 9. yüzyılın ikinci yarısından M.Ö. 6.yüzyılın başları arasındaki Urartu Krallığı devridir.

I. ANA DEVRENİN ÖZELLİKLERİ
Bu devre Urartu’nun Proto-Tarihi olarak nitelenir. Özellikleri nedeniyle bu devre tarafımızdan Urartu’nun Arkaik Çağı olarak tanımlanır. Bu devrenin kaynakları yazılı belge olarak tümüyle Asur Krallarının Annallerine dayanır. Yani kaynaklar tek yönlüdür. Bu krali annaller incelendiğinde Doğu Anadolu’da Van Gölü öevresindeki topraklarda egemen olan feodal beyliklerin oluşturduğu Uruatri ve Nairi Konfederasyonları – beylikler birliği görülmektedir. Bu toplumların etnik kökenleri M.Ö. III. Binde Transkafkasya üzerinden gelen “Huri-Urartu” kabilelerinin ve akraba boylarının göçlerine dayanmaktadır. M.Ö. 13. yüzyıl başlarında gelecekteki Urartu Devleti’nin temellerini oluşturacak Uruatri ve Nairi adı altında iki büyük siyasi birliğin feodal beylikler konfederasyonu şeklinde tarih sahnesinde yer almalarına neden olan ana etken Doğu Anadolu’nun güney sınırlarında beliren büyük ve güçlü bir tehlike idi. Şöyle ki M.Ö. II. Bin yılda Kerkük civarlarında bir kez olmak üzere Kuzey Mezopotamya’ya egemen olan Hurri-Mitanni Devleti’nin Hititler tarafından yıkılması ve parçalanması sonunda bu politik güç tarih sahnesinden çekilir. Asur Kralı I. Salmanasar  (M.Ö. 1274-1245) varlığını devam ettirme çabasındaki bu devletin kalıntılarına son darbeyi indirmiştir. Tarihi olayların zincirleme gelişimi bundan sonra başlar. Bu devletin ortadan kalkmasıyla Asur Devleti ile Doğu Anadolu toprakları arasında ki adı geçen bu tampon devlet ortadan kalkmıştır. Bu olaylar Kuzey Mezopotamya’daki politik dengeyi bozmuştur.
Tüm tarihi boyunca Doğu Akdeniz bölgesine ve ticaretine sahip olmaya çalışan ve bunun yanı sıra Anadolu topraklarının zenginliklerini sömürmeyi ilke edinen Asur’un bu politikası bu olayla işlerlik kazanmaya başlar. Asur’un güçlenmesini güçlü bir ekonomi zorunlu kılar. Bunun için gerekli zengin kaynaklar da Doğu Anadolu’da mevcuttu. Mesela demir ve bakır gibi hammadde kaynakları, toprak ürünleri ve hayvan sürülerinin yanı sıra insanları da götürür. Toplumlardan alınan ağır vergi ve haraçlar Asur ekonomisi için gerekli ve devamlı bir gelir ve sömürü kaynağıydı. İlgili tüm Asur kaynaklarını analiz ettiğimizde askeri seferlerin gerçek amacının bu gayeye yönelik olduğu anlaşılır. Yani doğu Anadolu üzerine yapılan seferlerin kökeninde ekonomik nedenler yatar. İşgale yönelik devamlı ve kalıcı Asur egemenliği söz konusu değildir. Böylece bu tarihe dek aralarında bir siyasi birlik bulunmayan Doğu Anadolu’daki bağımsız feodal beylikler güneyden gelen bu güçlü tehlikeyle karşı karşıya kalırlar. Bu baskı sonucunda Asur baskısına yönelik bilinçli bir karşı tepki olarak M.Ö. 13. yüzyılın ilk çeyreğinde Uruatri, kısa bir süre sonra da Nairi Konfederasyonları tarih sahnesinde yerlerini alırlar.

HURRİ-URARTU BAĞLATISI
Her iki toplumun aynı kökenden ortak atalardan geldiği kesindir. M.Ö. 3. bin başlarında Transkafkasya’dan gelen bu akraba toplumların göç dalgaları iki ayrı coğrafi mekana yayılır. a) Doğu Anadolu.  b) Kuzey Mezopotamya, Kuzey Suriye, Filistin yani Doğu Anadolu’daki Karas Kültürü’nün karşılığı olan Hirbet-Kerak Kültürüdür. Bu buluntu merkezleri Kuzey Mezopotamya, Suriye, Filistin aynı zamanda Hurri dilinin yayılım alanıyla da paralellik gösterir. Bu kültür M.Ö. 2. bin yılın sonlarında yerel kültürler içinde eriyip özümsenmiştir. Güneye yerleşen Hurrrilerin Doğu Anadolu’nun yüksek yaylalara ve dağlık bölgelere yerleşmiş akraba toplumlara oranla daha avantajlı oldukları gerçektir. Çünkü coğrafi çevre yerli ve komşu kültürlerin uygarlık düzeyleri ve karşılıklı etkileşim göz önünde bulundurulmalıdır. Güneydeki Hurri Kültürü Ön Asya dünyasında o çağlar için süper uygarlıkların doğduğu bölgede gelişmiştir. Bununla bağlantılı olarak en azından iki büyük aşama söz konusudur.
Yazı
Güneydeki Hurriler köklü ve yüksek düzeydeki yerli komşu uygarlıkların etkisiyle Doğu Anadolu’daki akrabalarından yani Urartular’dan 1500 yıl önce yazı geleneğine sahip olduklarını yaklaşık olarak M.Ö. 2300’den itibaren ve bunu takiben 2. bin yılı Hurri yazılı belgeleri açıkça kanıtlar.

Politik Örgütlenme
Güneydeki Huriler özellikle M.Ö. XVI. Yüzyılın ortalarından itibaren merkezi devlet-krallık yönetimine geçmişlerdir. Kaynaklarda adı geçen yönetim merkezi “Wassugani” ve kral adlarının varlığı ve de Hurri- Mitanni Devleti’nin Ön Asya’daki etkin rolü bunu kanıtlar. Oysa Doğu Anadolu’da aynı çağlarda yöresel yönetim yani kabile ve feodal beylik düzeni süregelmektedir. Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz.
Her iki toplum birbirinden ayrı olarak farklı coğrafi bölgelerde tarihi ve kültürel gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Bu nedenlerle uzun sürede başta dil olmak üzere bazı kültür öğelerinde de farklılıklar meydana  gelmiştir. Urartu diliyle Hur dili ortak atalardan gelen, birbirine yakın diller kullanmışlardır. Güneydeki bölgelerde bulunan M.Ö. III. Bin yıla ait bazı Hurri metinleri M.Ö. I. Bin yılda Urartu dilinde devam eden, ancak M.Ö. II. Bin yılda Hurri dilinde kaybolan bazı özellikler gösterir. Bu nedenle Urartu dilinin Hurilerin Prehistorik çağından geldiği söylenir. Her iki dilde Asiatiktir. Urartu dili günümüzdeki Kafkas dillerinden İnguş ve Çeçen dilleriyle benzerlik gösterir. (Keramikleri el yapımıdır. Anadolu’ya geçtikten sonra çarkı kullanmaya başlarlar).

SALMANASSAR I.’İN KAYNAKLARINDA URUATRİ (M.Ö. 1274-1245)
Asur Kralı annallerinde Van Gölü’nü çevreleyen sekiz Uruatri Ülkesi üzerine yaptığı askeri seferden söz etmektedir. (Uruatri=Yüksek Ülke, Dağlık Ülke= Asur metinleri). Bunu takiben oğlu Tukutti-Ninurta I zamanlarında Nairi adı ile (M.Ö. 1244-1208 Tukitti-Ninurta Devri) karşılaşırız. Sözünü ettiği Nairi Beylikleri Birliği Van Gölü’nün batısındaki topraklarda oluşturulmuştur. Tukutti-Ninurta özetle şu bilgiyi verir; Nairi Ülkelerinin 43 kralı Asur’a karşı baş kaldırmış ancak bunlar kanlı bir şekilde mağlup edilip itaat altına alınmışlar ve zincire vurulup Asur’a götürülmüşlerdir. Nairi toplulukları haraç ve vergiye bağlanmışlardır.
Kaynaklar Tiglat-Pileser I’e kadar olan süre içinde yani M.Ö. 1115’e kadar Asur kaynaklarında Uruatri ve Nairi ile ilgili herhangi bir bilgi görünmemektedir. Yani kaynaklar bu konuda susmuştur. Çünkü bu devrede deniz kavimlerinin batıda göçleri ve bunu takiben Ege göçleri cereyan etmiş Akdeniz Dünyası bu olaylarla canlanmıştır. Bu göçler doğrudan Asur ülkesini etkilemiştir. Ancak yakın komşuları özellikle batı bölgesi bu göçlerden çokça etkilenmiştir. Bu karışıklık devresinde şüphesiz ki Asur Kralları Doğu Anadolu’ya sefer yapıp ülkelerinden ayrılmak istememişlerdir. Deniz kavimlerinin göçü Mısır Firavun’u Merneptah’ın yazıtında söz edilmektedir. M.Ö. XII. Yüzyıl başlarında da Ege Göçleri cereyan etmiştir. Bunlar hakkındaki bilgi Mısır Firavun’u II. Ramses’in Medinet-Habu’daki yazıtında tüm ayrıntılarıyla anlatılır.  Troia VII a katındaki Buckel (Memecikli) keramikler de bize bilgi verir. Bu karışık devrede Uruatri ve Nairi Konfederasyonlarının daha da güçlenip egemenlik alanlarını güçlendikleri anlaşılır.

TİGLAT-PİLESER’İN ANNALLERİNDE URUATRİ VE NAİRİ BEYLİKLERİ
(M.Ö. 1115-1077)
 Bu kralın seferleri özellikle Nairi üzerine yani Doğu Anadolu’nun batı ve güneybatısına yönelmiştir. Annalindeki anlatım aynen şöyledir.

Tanrım ve Efendi olan Asur beni yukarı Deniz’in kıyılarında oturan ve bir efendiye sahip bulunmayan uzak ülkelere gönderdi. Benden önce hiçbir kralın geçemediği dar yollardan ve dik geçitlerden geçip ordularını ilerlettim. Yavaş ilerlediğimiz zaman  arabama bindim. İlerleyişin zorlaştığı zamanlarda tunçtan baltaların yardımıyla ilerledim. Nairi ülkelerinin 23 kralı savaş arabalarını ve savaşçılarını ülkelerinde bir araya topladılar. Savaşmak için karşıma çıktılar. Korku ve dehşet salan silahlarımın tüm hiddetiyle onlara saldırdım, ve tıpkı Asur’un çağlayan selleri gibi büyük orduları yok ettim. Nairi ülkelerinin 60 kralıyla onlara yardım etmeye olanlara da mızrağımın gücüyle Yukarı Deniz’in ucuna sürdüm. Onların büyük şehirlerini aldım.hazinelerini ve diğer ganimetlerini taşıyıp, evlerini yakıp yıktım. Nairi ülkelerinin bütün ktallarını canlı olarak ele geçirdim. Fakat onlara merhamet gösterdim. Tanrım ve Efendim olan Samas’ın önünde onların hayatını bağışladım ve onları tutsaklığın bağrından serbest bıraktım. Sonra onlara büyük tanrıların huzurunda gelecekte bana hizmet edeceklerine ve bana boyun edeceklerine dair yemin ettirdim. Onların sülalelerinin varisleri olan oğullarını vermiş oldukları sözü tutmaları için rehin aldım. Sonra onlara 1200 at 2000 adet büyükbaş hayvan Tribut vermelerini istedim ve tekrar ülkelerine geri dönmeleri için izin verdim…”

Açıkça  anlaşıldığı gibi Tiglat-pileser I sadece toprakları, zenginlikleri yağma ederek baskı kurmak istemiş, esir almış olduğu beylere iyi muamele ederek Nairi Ülkesi’ndeki otoritesini güçlendirmek istemiştir. Bunu izleyen Assur- bel- kala devresinde Uruatri ve Nairi ülkelerine ve bu ülkeler üzerine yapılan seferlerden söz edilir. Bu kralı takiben Asur kaynakları ikinci defa Uruatri ve Nairi hakkında susar. Çünkü Arami göçleri başlamıştır. Asur’un coğrafi konumu nedeni ile deniz kavimlerinin ve Ege Göçleri’nin yıkıcı etkilerinden uzak kalabildiğini yukarıda görmüştük. Ancak bu göçlerin oluşturduğu karışıklıktan Asur’un güneyindeki çöl kavimleri yararlanmış Sami kökenli Arami göçleri çöllerden kültür bölgelerine doğru devamlı bir sızıntı şeklinde yıllarca sürmüştür. Bu göçleri takiben Adad Ninari II (M.Ö. 911-891) ve Tukutti Ninurta II (M.Ö. 890-884) devirlerinde Asur Devleti tekrar Doğu Anadolu üzerine yönelmiş Uratri ve Nairi Konfederasyonları üzerine seferler yapılaır ve oradaki toplumlar  yine haraca ve vergiye bağlanır. Sözü geçen bu konfederasyonlar Arami Göçleri nedeniyle Asur’un baskısından kurtulmuşlar ve daha da güçlenmişlerdir.

URARTU DEVLETİ’NİN KURULUŞ EVRESİ
Assur Kralı Assur-Nasirpal II’den (M.Ö. 883-859) itibaren Asur kaynaklarında Urartu ve Nairi terimleri aynı anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Eski Ön Asya Tarihi’nde bu kralla birlikte M.Ö. ). Yüzyıl ortaları genellikle Asur askeri seferlerinin yoğunlaştığı bir dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde Asur’un Ön Asya dünyasında siyasi dengeyi sağlayan süper güçlerden biri olarak eski askeri güçlerini yeniden kazanmış oldukları dikkati çeker. Asur ele geçen bölgelerde kadarca kan döküp, ateş ve silah kuvvetiyle kontrolü sağlamıştı. Yaptıkları tahribat ve yağmalarla ekonominin ve kültürel gelişimin can alıcı noktaları baltalanmaktadır. Ancak bu baskılara karşılık Doğu Anadolu’daki Toplumların direnişi de gün geçtikçe artmış bunun sonucunda bu kez Urartu ve Nairi Konfederasyonları birleşmiş ve Urartu Devleti’nin temelleri atılmıştı. Bu devreye Urartu Devleti’nin kuruluş evresi adını vermekteyiz. Yani Urartu-Nairi Birleşik Devleti söz konusudur. Bununla ilgili ayrıntılı bilgiler Assur Kralı Assur Naşirpal II’nin annallerinde yer alır. (M.Ö. 833-859) Bu birleşik krallığın ilk kralı Lapturi olup Urartu kaynaklarında Lutipri (M.Ö. 880-860) olarak geçer.

LAPTURİ-LUTİPRİ (M.Ö. 880-860)
Urartu Kralı I. Sarduri’nin başkent Tuşpa’daki yazıtlarında bu kralın adı geçmektedir. Van kalesi’nin üzerinde yükseldiği dev kayalığın kuzey-batı ucunda yer alan ve Sardur Burcu olarak tanımlanan anıtsal yapının blok taşları üzerinde aynı metni kapsayan Asur dilindeki çivi yazıtında I. Sarduri kendinden “Büyük Kral Lutipri’nin oğlu” olarak söz etmektedir. Kral Lutipri çağdaşı olan II. Asur Naşirpal’ın yazıtlarında Lapturi olarak geçmektedir. Asur Naşirpal II. M.Ö. 882 yılı olaylarını anlatan  annalinde şunları söyler.
… Tushan kentinde kaldığım sırada ……Tubusi’nin oğlu Lapturi’den ve aynı ülkenin içinde bulunan Urume ülkesi’nden tribut aldım ve aynı ülkenin içinde bulunan Nairi ülkelerinin krallarından arabaları, atları, katırları, gümüşü, altını, tunç kapları, sığırları, koyunları ve şarabı trubut olarak kabul ettim. Nairi Ülkelerine bunu taşımakla yükümlü kıldım. ….”
Tuşha Lapturi’nin kentidir. Asur Kralı II. Assur Nasirpal tarafından ele geçirilmiştir ve Asur’un kuzey bölgeleri için merkez yapılmış ve de Arami Göçlerinden yoksul düşen bir kısım Asur halkı yeniden inşa edilen bu kente yerleştirilmiştir. (Tuhsa = Üçtepe büyük bir höyüktür.). burada Kurkh steli bulunmuş ve Birtish Museum’a götürülmüştür. Yine filologlara göre Lapturi tipik bir Hurca addır.

ARAME – ARAMU (M.Ö. 860-840)
Asur Kralı III. Salmanassar’ın (M.Ö. 858-824) yazılı kaynaklarında Urartu yazıtlarında adı geçmeyen başka bir Urartu Kralından söz edilmektedir. III. Salmanassar’ın M.Ö. 858 olaylarını anlatan annalinde aynen şunları söyler.

“Hükümdarlığımın başlangıcında saltanatımın ilk yıllarında………Hubuskia’dan (Van Gölü’nün güneyinde önemli bir bölge) hareket ettim. Sugunia’ya Urartu’lu Arame’nin krali şehrine yaklaştım. Şehre hücum ettim ve ele geçirdim. Savaşçılarının çoğunu kılıçtan geçirdim. Ganimetleri topladım. Şehrinin önünde kesilmiş başlardan bir sütun yaptım. Sugunia’dan hareket ettim. Nairi ülkesinin denizine ulaştım…….”

Salmanassar III’ün saltanat yılına ait (M.Ö. 856) olaylarında ise aynen şöyle denilmektedir.

“…..Daei ehi ülkesinden (Erzurum dolayları) hareket ettim ve Urartulu Aramu’nun krali şehri Arzaskun’a ulaştım. Uarartulu Aramu güçlü ve dehşetli silahlarımla karşılaşınca korktu ve şehrini terk edip Ad Dağı’na çıktı. Onun peşinden dağa tırmandım ve dağlarda dehşetli bir savaş verdim. 3400 savaşçısını kılıçtan geçirdim ve dağları, vadileri yün boyar gibi onların kanlarıyla boyadım…..”

On beşinci saltanat yılında ise Urartu’ya karşı üçüncü seferini düzenlemiştir. (M.Ö. 844) bu olayları kapsayan annalinde şunları söyler.

“….Saltanatımın 15. yılında Nairi ülkesine karşı yürüdüm. Dicle’nin kaynağında krali bir tasvirimi koydurttum. Tunibuni Ülkesi’nin geçidinden geçip Urartulu Aramu’nun şehirlerini Fırat Irmağı’nın kıyılarına kadar sürdürdüm….”

Bu somut verilere göre Aramu’nun M.Ö. 858-844 yılları arasında birleşik Urartu devletinin kralı olduğu kesinlikle anlaşılır. Ancak Urartu Krallığı’nın bilinen ilk yazılı belgesini oluşturan Sardur Burcu açıkça görüldüğü gibi Arame, I. Sarduri’nin babası değildir. Bazı bilim adamlarına göre krallık Arame’den I. Sarduri’ye geçerken bir sülale değişikliği olmuştur. I. Sarduri’ye bağlı kabileler büyük olasılakla Aramu’nun kabilelerini egemenliklerine alıp I. Sarduri’nin başa geçmesini sağlamışlardır. Kral Aramu konfederasyon yerine krallıkla yönetilmeye başlanan yeni bir örgütlemeyi başarır. Önce Sugunia ve daha sonra da Arzaskun’u güçlendirip bu kentleri Urartu-Nairi Birleşik Devleti’nin yönetim merkezi yapmış, Van Gölü’nü çevreleyen çekirdek ülkenin topraklarını bu güçlü krali şehirlerle denetimi altına almıştır. Her iki başkentin III. Salmanassar’ca tahrip edilerek yağmalanması ve bu kralın Urartu üzerine seferleri, dağların aşılması, ganimet ve eserlerin götürülüşü günümüzde British Museum’da sergilenen ünlü Balabat Kapısı’nın tunç kabartmalarında çok canlı bir şekilde tasvir edilmiştir. (Bu Urartu’yu temsil eden ilk resimli belgedir.). ancak yine de böyle bir önlem almasına karşın, yani Arzaskun’un daha uzak bir bölgede kurulmasına rağmen Asur’un tahribatıyla kendini kurtaramamıştır.

SARDURİ I (M.Ö. 840-825)
Adına Salmanassar III’ün annallerinde Seduri olarak rastlanan güçlü kral Sarduri I Urartu Devleti’ni yani krallığın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. Salmanassar III saltanatının 27. yılında yani M.Ö. 832 yılı olaylarında bunun hakkında aynen şunları söylemektedir.

……Arabalarımı ve bindiklerimi bir araya topladım. Turtanı (Başkomutan) Daian-Assur Urartu’ya karşı gönderdim. Urartulu Seduri bunu öğrendi. Birliklerinin gücüne güvenerek bana karşı geldi ve savaşta yenildi…..”

Ancak bunun büyük çaplı bir mağlubiyet olmadığı anlaşılır. Sarduri I tarafından kurulduğu anlaşılan başkent Tuşpa’nın yani görkemli Van Kalesi’nin üzerinde yer aldığı kayalığın kuzeybatı ucunda, günümüzde Sardur Burcu olarak kendi adıyla anılan ya da Mother Burç denilen anıtsal bir yapının blok taşları üzerinde altı defa tekrarlanan Assur çivi yazısıyla kaleme alınmış olan yazıtlarında kendini Urartu kralı olarak tanımlamakta ve aynen şunları söylemektedir.

“…..Büyük Kral Lutupri’nin oğlu, kudretli kral, kainatın kralı Nairi ülkesinin kralı, eşi olmayan kral, savaştan korkmayan dehşet verici çoban, kendine boyun eğmeyenleri mahveden kral Sarduri’nin yazıtı; Ben Lutupri’nin oğlu krallar kralı, bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri. Lutupri’nin oğlu Sarduri şöyle der; Ben bu taş blokları Alniunu kentinden getirdim, bu suru (duvarı) inşa ettim…..”






F.W. KÖNİG   (HChI)
Handbuch der Chaldichen Inschriften (Haldi yazıtlarının el kitabı)
Grdz, 1955, 57


G.A. MELİKİSHVİLİ,
Urartskie Klinoobrazyne Nadpisi, (Urartu çivi yazılı kitabeleri)
Moskova, 1960.


M.N. VAN LOON
Urartian Art: Its Distinctive Traits in the Light of new Ezcavations.
(Yeni kazılar ışığında Urartu sanatının belli başlı özellikleri)
Lerden, 1966
İstanbul

B.B. PİOTROVSKİİ,
Urartu : The Kingdom Of Van and Its Art.
London, 1967


Urartu:
Cenevs, 1969.

C.A. BURNEY,
The Peoples of the Hills,
Ancient Ararat and Caucasus
London, 1971.





No comments:

Post a Comment